aposto-logo
TR
TREN
Bültenler
Radyo
Üyelik

Bültenler

Radyo

Aposto Üyelik

Aposto Hakkında

Kategoriler

2021 İç Politika

2021'de Türkiye'nin en çok konuştuğu siyaset gündemleri.

43 Hikâye

Güvenlik meselesi mi, gündem kaydırma çabası mı?

İçişleri Bakanlığı'nın İstanbul Büyükşehir Belediyesi 'nde (İBB) çalışan personelden bazılarının "terör örgütleri ile iltisaklı veya irtibatlı olduğu yönündeki ihbar ve tespitler üzerine" özel teftiş başlatmasına İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener ve CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu tepki gösterdi. Nasıl başladı? İmamoğlu, belediye seçimlerini kazandıktan sonra personelden bazılarının terör örgütleriyle bağlantılı olduğu iddia edilmiş; iddiaları Soylu, Meclis'teki bütçe görüşmelerinde öne çıkarmıştı. Soylu, belediyeye 33 bin kişi alındığını ve bu kişilerin 455 tanesinin PKK ve KCK kaydı olduğunu öne sürmüştü. Erdoğan da 15 bin kişinin belediyedeki işinden çıkarıldığını ifade etmiş ve "Bunun yerine de çoğu kim olduğu, ne olduğu belli olmayan bir kısmı terör örgütleri ile iltisaklı çıkan 45 bin kişiyi belediyeye doldurdular." demişti. Mektup tartışması: İmamoğlu, işe alınan kişilerin nasıl işe alındığının kalem kalem belli olduğunu söylemiş, iddiaları "Devletin kurumlarından bu insanlar temiz kağıdı alıp bizde işe başlıyor." şeklinde cevaplamıştı ve Erdoğan'a konuya dair mektup ilettiğine dikkat çekmişti. Erdoğan, İmamoğlu'nun utanmadan sıkılmadan kendisine mektup gönderdiğini belirtirken İmamoğlu "Benim mektubum utanılacak bir mektup değildir." ifadelerini kullanmıştı. Güvenlik meselesi mi? Soylu, konuyla ilgili "Dağdaki teröristlerle mücadele ediyoruz. Şehirlerde terörizmle mücadele etmeyecek miyiz?" değerlendirmesini yaptı. Soylu, İBB'de gassal ya da imam olarak görev yapan çeşitli kişilerin maaşlarının bir bölümünün terör örgütüne aktarıldığına yönelik anlayışların olduğunu söyledi. Teftişin siyasi bir tarafı olmadığını savunan Soylu, "Biz bu konuda elimizdeki verileri size verelim, siz yardımcı olun' demek varken, bunu siyasal mesele hâline getirmek, benim üzerime geliyor demek, bir sorumsuzluk örneğidir." dedi. Soylu, işe giren kişiler arasında "dağda bulunmuş, polisin öldürülmesi eylemlerine katkı vermiş ve yargı tarafından tescil edilmiş, Türk Silahlı Kuvvetleri'nden ihraç edilmiş, ByLock kullanıcısı" bireyler olduğunu ileri sürdü. Türkiye'yi alarmda tutma sorumlulukları olduğunu belirten Soylu, konunun güvenlik meselesi olduğunu vurguladı. Çalışanlar zan altında İmamoğlu, sosyal medya hesabında teftişe "İstanbul'a hizmet eden 86 bin yol arkadaşımın yanındayım, ezdirmem." yanıtını verirken İBB ailesine saldıranların karşılarında birliktelik göreceğinin altını çizdi. İBB de Twitter'da "İçişleri Bakanlığı 86 bin İBB çalışanımızı zan altında bırakmıştır." açıklamasında bulundu. Açıklamada "Terör bağlantılı" kişiler ortada gezip, kamu kurumlarında iş buluyorsa bu sorun İBB'nin değil, güvenlikten sorumlu İçişleri Bakanlığı'nındır." ifadelerine yer verildi. İmamoğlu dün CHP Genel Merkezi'nde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş'ın da katıldığı bir basın açıklaması yaptı. Adli sicil kaydı hatırlatması: Bir kişinin işe giriş aşamasında adli sicil kaydına bakıldığını hatırlatan İmamoğlu, Soylu'nun soruşturma başlatması gereken yerin Adalet Bakanlığı olduğunu dile getirdi. İmamoğlu, bir diğer soruşturmanın Soylu'ya yönelik açılması gerektiğini ifade etti ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı göreve çağırdı. İmamoğlu, Soylu'ya "Bunları tespit etmiş bakan, yerinde oturuyor, gevrek gevrek basın önünde söylüyor. O kişiler de İBB'de görev mi yapıyor şu anda? Hemen İçişleri Bakanı görevinden istifa etsin. Derhâl. Görevini yapmayan İçişleri Bakanı o zaman." şeklinde tepki gösterdi. Gündem kaydırma çabası: Bakanlığının açıklamasını gündemi kaydırma çabası olarak yorumlayan İmamoğlu, "Bizim verilemeyecek hiçbir hesabımız yoktur." dedi. Kılıçdaroğlu da Erdoğan'a seslendi ve "İstanbul'da bir şeylere zemin mi oluşturuyorsun?" diye konuştu. Akşener de teftişin huzursuzluk yarattığına işaret ederek milletin sandıktan çıkan sonuçlara el uzatanları cezalandırdığını belirtti. HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş da teftişi "Terör, iltisak, bayrak, millet, vatan, onların elinde bir maymuncuk anahtarına dönüştü. Sandıkla alamadıkları her yere, bu maymuncuk anahtarıyla girmeye çalışıyorlar." sözleriyle eleştirdi.

Güvenlik meselesi mi, gündem kaydırma çabası mı?

Aralık 28, 2021

·

Makale

Hariciye geleneğinde intihar hamleleri

Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçtiğimiz günlerde Osman Kavala için ortak bir çağrı yapan on büyükelçiye "Türkiye'ye böyle bir ders vermek haddinize mi sizin, kimsiniz siz?" şeklinde tepki göstermişti. Erdoğan'ın cumartesi günü bir açılışta gerçekleştirdiği konuşmasında aşağıdaki ifadeleri kullanması, konuyu diplomatik kriz boyutuna taşıdı. "Gerekli talimatı ben de Dışişleri Bakanımıza verdim. Ne yapması gerektiğini söyledim. Bu 10 tane büyükelçinin bir an önce istenmeyen adam ilan edilmelerini hemen halledeceksiniz dedim. Bunlar Türkiye'yi tanıyacaklar. Türkiye'yi bilmedikleri, anlamadıkları gün burayı terk edecekler." "İstenmeyen adam": Devletler arası ilişkilerde o ülkede kalması yasaklanan yabancı bir kişi için kullanılan bir diplomatik terim olan persona non grata, herhangi bir ülkenin bir diplomata uygulayabileceği en ciddi kınama biçimi olarak kabul ediliyor. Bir adım geriden Osman Kavala'nın tutuklanmasının dördüncü yıl dönümünde ABD, Almanya, Danimarka, Finlandiya, Fransa, Hollanda, İsveç, Kanada, Norveç ve Yeni Zelanda büyükelçilikleri; Osman Kavala davasının " Türkiye'nin uluslararası yükümlülükleriyle ve millî kanunlarıyla uyumlu şekilde, adil ve hızlı biçimde sonuçlandırılması gerektiği" çağrısında bulunmuştu. Çağrının ardından büyükelçiler Dışişleri Bakanlığı'na çağrılmış ve Dışişleri Bakanlığı'ndan "söz konusu açıklamanın Büyükelçilerin savunduğunu iddia ettikleri hukukun üstünlüğü, demokrasi ve yargı bağımsızlığına da aykırı olduğu" açıklaması paylaşılmıştı. Tepkiler CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu " Ülkeyi hızla uçuruma sürükleyen Şahıs, bu sefer de "10 büyükelçinin 'istenmeyen adam' ilan edilmesi emrini” vermiş. Açıkça söylüyorum; bu hareketlerinin sebebi milli çıkarları korumak değil, mahvettiği ekonomiye suni gerekçeler yaratma çabasıdır. Dönüp bir bak halkın sofrasına!" paylaşımını yaptı. Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu " 10 büyükelçiyi istenmeyen adam ilan etmenin ne Osman Kavala ile ne de yargı bağımsızlığıyla bir ilgisi vardır. Öyle olsaydı ağır ithamlar altındaki Rahip Brunson Trump’ın telefonu ile Deniz Yücel ise Merkel’in talebiyle bırakılmazdı." dedi. Avrupa Parlamentosu Başkanı David Sassoli "Yılmayacağız. Osman Kavala'ya özgürlük" paylaşımını yaptı. Norveç Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Trude Maaseide "Türkiye'yi Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ni imzalayarak uymayı taahhüt ettiği demokratik standartlar ve hukukun üstünlüğüne uymaya davet etmeyi sürdüreceğiz" dedi. Perspektif Konuyla ilgili görüşlerini Aposto! Gündem'le paylaşan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın daha önce Almanya, Hollanda ve ABD’ye yönelik benzer sert çıkışları olduğunu söyleyen Sabancı Üniversitesi öğretim üyesi Berk Esen, krizin bu noktaya geleceğini tahmin etmediğini belirtiyor. Kimisi Türkiye’nin ortağı olan, NATO üyesi olan ülkelerin büyükelçilerinin topluca gönderilmesinin Cumhuriyet tarihinde bir örneği olmadığını söyleyen Berk Esen’e göre “Türk dış politikası çok uzun süredir, Türkiye’nin otoriterleşmesine paralel olarak kişisel düzeyde yönetiliyor. İç siyaset, ekonomi ve hatta hukuk üstünde olduğu gibi Türkiye’nin dış politikası üstünde de Cumhurbaşkanı Erdoğan ve onun etrafında belli oranda bildiğimiz dar bir kadronun yoğun bir baskısı var.” Bu kararın rasyonel saiklerle yorumlanmasının kolay olmadığını belirten Esen, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve rejim açısından da sonuçları olabileceğine dikkat çekiyor. Berk Esen’e göre Cumhurbaşkanı Erdoğan bu çıkışla birkaç şey hedefliyor. “Uzun süredir devam eden ekonomik durgunluğu aşmak için bir şekilde dış politikada suni krizler yaratarak kendi tabanında safları sıklaştırmaya çalışıyor. Koalisyon içinde bir süredir AKP ve MHP arasında devam eden anlaşmazlıklarını böylesine bir uluslararası kriz yaratarak aşmaya çalışacaktır. Bu noktadan sonra MHP’nin AKP’den en azından bir süre ayrılması mümkün değil. Bu bence birinci temel neden.” Diğer yandan Esen’e göre Cumhurbaşkanı Erdoğan, Demirtaş ve Kavala davalarını bireysel olarak yakından takip ediyor. Bu hamle özellikle Avrupa Komisyonu’ndan bu konuda Türkiye’ye gelen baskıyı bir miktar azaltmak için yapılmış olma ihtimali taşıyor. Olası bir erken seçimin mantık dışı olmadığını söyleyen Esen, Türkiye’de kış ortasında seçime gitme geleneği olmadığına ve böylesi bir durumun bahara kalabileceğine dikkat çekiyor. Durum böyle olsa bile Esen bu hamleyi Cumhurbaşkanı Erdoğan açısından çok rasyonel göremediğini ifade ediyor. TCMB Başkanı’nın görevden alınmasıyla başlayan “kötü yönetimin” iktidar açısından “intihar hamleleri ” olduğuna dikkat çeken Esen, bu çıkışı da bu sürecin bir devamı olarak yorumluyor. Ne gibi sonuçları olabilir? DW Türkçe, Dışişleri Bakanlığı yetkililerinin Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı bu yönde bir adım atmaması için ikna etmeye çalıştığını aktarıyor. Bugün gerçekleşecek kabine toplantısının bu karar açısından kritik olduğu söyleniyor. Emekli Büyükelçi Namık Tan, Dışişleri Bakanlığı ya da bakan Çavuşoğlu'nun tek başına bir şey yapamayacağını düşünüyor. On ülke büyükelçisinin ortak açıklamasını "yöntem olarak yanlış" bulan ve açıklamanın "Erdoğan'ın siyaseten elini güçlendirdiğini" söyleyen Tan'a göre on ülkeye "En kısa zamanda büyükelçilerinizin ülkemizden ayrılmasını istiyoruz" notası verilecek. Diğer yandan Berk Esen, göç krizi nedeniyle özellikle AB’nin Türkiye konusunda çok hassas olduğunu, bu sebeple Türkiye’yle istikrarsızlık yaratmak istemediklerini belirtiyor. Hatta Esen’e göre Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gerilimi artırmakta bir problem görmemesinin dayanağı biraz da bu. Esen ABD açısından böyle bir durum olmadığını ve sert tepki gösterebileceğini söylüyor ve ekliyor: “ABD Büyükelçisi zaten yakında değişecekti. Belki yeni büyükelçi bir süre gelmez ve orada bir müzakere olur. Ama Türkiye’nin artık ABD’den pek kazanabileceği bir şey kalmadı.”

Hariciye geleneğinde intihar hamleleri

Ekim 25, 2021

·

Makale

Muhalefetin geri dönüşü

Türkiye’de her gün farklı bir gündemle kendini yenileyen siyasette erken seçim tartışmaları hiç değişmiyor. Fiilî durum da erken seçim gündemini her an ayakta tutmaya müsait. Muhalefet hiç olmadığı kadar etkin. Erken seçim tartışması siyasetin gündeminden düşmüyor. Muhalefet partileri son dönemde sıkça yaptıkları erken seçim çağrısını bu kez 2021 Yılı Bütçesi görüşülürken tekrarladılar. Muhalefetin bu çağrılarının karşılığında ise AK Parti Grubu adına konuşan Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş “Her muhalefet partisi erken seçim ister. Demokraside bu da önemli bir şeydir ancak Türkiye’de erken seçimin rasyonel şartları ve siyasi şartları yoktur” sözleriyle karşılık vererek Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yine milletin oylarıyla Cumhurbaşkanı seçileceğini de ekledi. CHP: Bütçe görüşmelerinde CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu birçok eleştiriyi dile getirdi. Bütçe kanunu teklifini “haramzadelerin bütçesi” sözleriyle eleştirirken “5’li çete” tanımlaması sosyal medyada ciddi yankı uyandırdı. "Arkadaşlar, sizin saygıdeğer Genel Başkanınız çıkıp milletin önüne ‘Ey Kılıçdaroğlu, burada milletin cebinden 5 kuruş para çıkmayacak dedi mi' şimdi milletin cebinden milyon dolarla çıkıyor. Her söylediğim cümle doğrudur. Genel başkanlar veriye dayalı konuşmalıdır. Aklını kiraya verenler, gerçekleri göremezler. Bakınız yerli ve millîyim diyordunuz, gayri millî bir ittifak. İhaleyi alan kim Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı. Neden Amerikan doları ile ihale yaptınız? Haydi diyelim kabul ettik, itiraz organı Londra Mahkemeleri… Sizin yerli ve millî anlayışınızın bu mu? 5'li çete denilen gruba Türk lirası eridikçe kur farkı ödüyorsunuz. 2014-2019 kaç lira kur farkı ödendi? ” sözleri çok dikkat çekti. Konuşması sırasında TCMB’den birçok çatlak noktaya değinen Kılıçdaroğlu’nun sözleri bölünerek AK Partili katılımcılar tarafından yükselen "Aday ol" çağrısına, "Benim aday olup olmayacağımı size kim söyledi? Ben tek adam rejimi istemiyorum. Ben parlamenter sistem istiyorum. Ben her kuruşun hesabını veren bir siyaset anlayışı istiyorum" yanıtını verdi. İYİ Parti: Akşener, uzun zamandır sahada. Pandemiye rağmen esnafı ziyaret ederek halkı dinliyor. Akşener’in bu tavrı erken seçime olan inancını destekler nitelikte. Ayrıca, İYİ Parti İstanbul Milletvekili Ahmet Çelik kendi sosyal medya hesabı üzerinden “… adayı belli. Liderimiz Meral Akşener, milletimize hayırlı olsun.” açıklamasında bulundu. İYİ Parti Genel Başkanvekili İsmail Tatlıoğlu, bütçenin sevk edilmesinin ardından ekonomi ve hukuk reformundan söz edilmesini “Bütçeyi sevk ediyorsunuz, sonra arkadan usulca reform konuşmaya başlıyorsunuz. … Reform yapacaksanız bunu bütçeye koyarsınız, herkes bilir ki bu bir reform bütçesidir” sözleriyle eleştirerek “Samimiyetle söylüyorum: Gelin, Meclis olarak bir orta vadeli bir plan ve bunun üzerine Türkiye’ye bir çıkış planı yapalım ve 2021 yılında millî iradeye, seçime gidelim. İYİ Parti olarak buna varız. Türkiye’yi çıkışa götürecek yeni bir siyasi iklime kavuşalım. Yeni bir siyasi iklim olmaksızın Türkiye’nin buradan çıkış yolunun mümkün olmadığı her halükârda görülmektedir. Bu fakirlik kapanından ancak siyasal iradenin değişimiyle çıkılır” sözleriyle erken seçim çağrısını bütçe konuşmalarında tekrarladı. Ece Tugay HDP: Dört yılı aşkın süredir tutuklu olan Selahattin Demirtaş, Edirne Cezaevi'nden DW Türkçe’ye röportaj verdi. Demirtaş, serbest kalma ihtimalinin siyasi koşullara bağlı olduğunu iletti. Ülkenin şu anki durumu sorulduğunda ise “Maalesef Türkiye’de her şey çok daha kötüye gidiyor. …Burada, umudu var etmek ve çözüm üretmekle sorumlu olan muhalefettir. Ben, muhalefetin bir araya gelerek güçlü bir alternatif oluşturacağına ve umudu somut hâle getireceğine inanıyorum.” diyerek mevcut gelişmelerin erken seçimi zorunlu kıldığını ekledi. Son yerel seçimlerde İYİ Parti’ye destek verildiği sorusuna ise “ İYİ Parti’ye bir desteğimiz olmadı ancak diğer muhalif güçlere, demokrasinin gelişmesi amacıyla sunulan desteğin doğru olduğunu düşünüyorum.” şeklinde yanıt verdi. Erken seçim çağrısı yapan diğer bir isim ise HDP Eş Genel Başkanı Buldan da bütçe konuşmalarında “Erken seçim” diyoruz ve “Halka gidelim” diyoruz” sözleriyle erken seçim çağrısında bulundu. DEVA: DEVA Partisi’nin teşkilatlanma süreci devam ediyor. Son zamanlarda il kongrelerinde Ali Babacan’ın daha yüksek sesle muhalefet yapması dikkat çekiyor. Babacan’ın bu yükselişi DEVA’nın da erken seçim beklentisini fiilî olarak gösteriyor. “Korkma Türkiye” diyerek konuşmalarına ve sosyal medya paylaşımlarına ivme getiren Babacan Kocaeli il kongresinde “erken seçim olacak, Türkiye bizim iktidarımızda nefes alacak” dedi. Gelecek: Davutoğlu’nun da son dönemdeki açıklamaları ilgi görüyor. “Korkmuyoruz” sloganıyla açıklama yapan Davutoğlu “Hukuk reformu diyenler önce çetelere karşı kamu düzenini korumalılar” sözleriyle hükümeti eleştirdi. Kasım ayında yaptığı röportajda ise Türkiye’nin erken seçim atmosferine girdiğini söyledi. Saadet: Partinin gündeme dair yapmış olduğu sosyal medya paylaşımları ve videolar çok ilgi çekiyor. Karamollaoğlu, gündemi değerlendirdiği konuşmasında Çin aşısı ve asgari ücret tartışmaları üzerinden eleştirilerde bulunarak “Bu bütçe Türkiye'nin dertlerine derman olan bir bütçe değil. Türkiye yok bu bütçenin içinde.” dedi. Ancak geçen hafta verdiği bir röportajda "anketlerin aşağı gittiği bir dönemde erken seçime gidilmeyeceğini düşündüğünü" belirtti. İnce ve Sarıgül: CHP'den ayrılmadan, Memleket Hareketi adı altında Türkiye'yi dolaşan Muharrem İnce “Partimizin ismi hemen hemen belli. Tek başımıza 50+1 alacağız. CHP'den görüştüğüm isimler var, gelecekler, inanıyorum.” diyerek seçimin 2023’e kalmayacağını, duruma göre CHP ile ittifak yapabileceklerini iletti. Mustafa Sarıgül Türkiye Değişim Hareketi’ni tanıttı. Tekirdağ’daki Marmara ve Trakya Genişletilmiş Bölge Toplantısı’nda, düne kadar hareket olduklarını, 20 Aralık’ta ise "bereket" olacaklarını belirtti. “TDH değerlendirmesini yaptı ve sol ya da sağ bir parti değildir. Evrensel hukuk değerlerine uyan ve insanım diyen, herkesi bağrına basan demokratik bir kitle partisidir" sözleriyle partisinin duruşunu açıkladı.

Muhalefetin geri dönüşü

Mart 10, 2021

·

Makale

Doktorlar grevde, "bıçak kemikte"

Doktorların özlük haklarına ilişkin iyileştirici düzenlemeleri kapsayan yasa teklifinin TBMM'den geri çekilmesinden sonra aralarında Türk Tabipleri Birliği, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Genel Sağlık ve Sosyal Hizmet Kolu Kamu Çalışanları Sendikası'nın da bulunduğu sağlık meslek örgütleri dün ülke genelinde greve gitti. Neler yaşandı? Teklifin doktorların belli bir bölümüne yönelik hazırlanması sağlık görevlilerinin geçtiğimiz günlerde yasayı protesto etmesini de beraberinde getirmiş; doktorların tepkisi üzerine yasa teklifi TBMM'de komisyona çekilmişti. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, "Söz konusu çalışma, sadece doktorları değil bütün sağlık personelini gözeten, bununla da sınırlı kalmayıp tüm kamu personelimizi kapsayacak şekilde enflasyon farkının üzerinde bir sosyal refah düzenlemesi olarak yapılacaktır." açıklamasında bulunmuştu. Yasa neler içeriyordu? Düzenleme pratisyen doktorlara 2 bin 500 lira, uzman doktorlara 5 bin lira ek gösterge zammını içeriyordu. Teklifte pratisyenlerin emeklilik ek göstergesinin 13 binden 33 bine, uzmanların 17 binden 40 bine yükseltilmesi de yer alıyordu. Doktorların mevcut maaşlarında değişiklik öngörmeyen yasada, doktorların çalıştıkları hastanelerin döner sermayesinden aldıkları sabit ek ödemenin emekliliklerine etki edecek bir biçimde merkezi sağlık bütçesinden karşılanacağı belirtiliyordu. Talepleri neler? Meslek örgütleri; özelleştirme politikalarından vazgeçilmesini, koruyucu sağlık hizmetlerinin önceliklendirilmesini, emekliliği de kapsayan ve yoksulluk sınırının üzerinde ücret uygulamalarını, çalışma koşullarının iyileştirilmesini, meslek temelli hastalıklara ve şiddete karşı yasa çıkarılmasını talep etti. Söz doktorlarda Meslek örgütleri, yasa teklifinin komisyona çekilme biçiminin usule aykırı olduğunu söyledi. Sağlık sisteminin iflas ettiğini öne süren örgütler; tasarının yetersiz olduğuna, bütünsel ve kapsayıcı olmadığına yönelik açıklama yaptı. Teklifin Meclis'e ne zaman iletileceğine dair soru işaretleri bulunduğunu dile getiren örgütler açıklamalarında; hastanelerde diyaliz, kanser ve yoğun bakım hastaları ile hamilelerin tedavisinin devam edeceğinin altını çizdi. Açıklamada çocuk acilin de dâhil olduğu acil servislerin çalışmayı sürdüreceği, Covid-19 hastalarının da bakımlarının aksamayacağı belirtildi. Sağlık sisteminin devam edemez bir hâl aldığına da değinen örgütler, "Yaşanılan bu çöküşe tanıklık eden biz sağlık emekçileri artık nefes alamıyoruz! Bilimden, yaşamdan, emekten yana değil sermayeden yana olan sağlık politikalarına sabrımız tükendi." şeklinde tepki gösterdi. Sistem çalışmıyor mu? Bıçak kemikte benzetmesi yapan SES Antalya Şube Eş Başkanı Şükran İçöz, "Genç hekimler başta olmak üzere sağlık emekçileri ülkeyi terk etmekte çareyi arıyor. Kamuoyuna yansıdığı gibi ağır çalışma koşulları ve mobbing etkisi ile intiharlar yaşanıyor. Uzun nöbetler sonrası uykusuz kalanlar trafik kazalarında yaşamlarını yitiriyor." dedi. Geçinemediklerini vurgulayan İçöz, sistemin yürümediğini ve toplum sağlığı için risk teşkil ettiğini de sözlerine ekledi. İstifa çağrısı: Mersin Tabip Odası, SES Mersin Şubesi, Genel Sağlık İş, Birlik Dayanışma Sendikası ve Mersin Aile Hekimleri Derneği'nin ortak açıklamasında Sağlık Bakanı Fahrettin Koca istifaya çağrıldı. Açıklamada eylemlerin süreceği vurgulanırken "İktidar bilmelidir ki söyleyecek sözümüz, değiştirecek gücümüz var." ifadelerine yer verildi.

Doktorlar grevde, "bıçak kemikte"

Aralık 16, 2021

·

Makale

Liderlerin hafta sonu mesaisi

İktidar ve muhalefet partilerinin liderleri, hafta sonunu Türkiye’nin farklı vilayetlerinde halkla buluşarak geçirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan Siirt’te toplu açılış törenine katıldı, CHP lideri Kılıçdaroğlu Mersin’de bir miting gerçekleştirdi, İYİ Parti lideri Akşener de esnaf ziyaretlerini Amasya’da sürdürdü. Erdoğan Siirt’te Cumhurbaşkanı Erdoğan Siirt'te katıldığı toplu açılış töreninde Siirt’teki yatırımlardan söz ettikten sonra Kılıçdaroğlu’nun TÜİK ziyaretine ve Mersin mitingine değindi. Erdoğan, "TÜİK'in önünde bir genel başkan gösteri yapıyor. Bir insan davet edilmediği yere gidemez. (Devletin kurumları) ciddi kurumlardır, senin gibi ciddiyetsiz değil. Devlet kurumlarına randevusuz gidilemeyeceğini öğren." dedi. Kılıçdaroğlu'nun Mersin'de Siirt'teki kadar insan toplayamadığını söyleyen Cumhurbaşkanı, "Daha büyük meydan verilse orayı doldururduk, diyor. Sen ilk önce orayı doldur." ifadelerini kullandı. CHP lideri Kılıçdaroğlu'na "kamu kurumlarını basıp memurları tehdit etmeyi bırak" diyen Erdoğan, Kılıçdaroğlu'nun genel başkan olduğundan bu yana seçim kazanamadığına dikkat çekerek "bu zat aslında bizim sıkletimiz değil" diye konuştu. Bomba düzeneği: İHA'nın haberine göre Siirt mitinginde görevlendirilen bir polis memurunun aracına yerleştirilen bomba düzeneği, fark edilerek imha edildi. İçişleri Bakanlığı açıklamasında "yapılan incelemede araç altı bomba düzeneği olduğu, bomba imha ekibinin müdahale ettiği" belirtildi. Kılıçdaroğlu Mersin’de CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun "hemen seçim" çağrısıyla başlattığı "Milletin Sesi Kılıçdaroğlu" mitinglerinin ilki cumartesi günü Mersin'de gerçekleşti. BBC Türkçe’nin aktardığına göre valiliğin şehrin en büyük meydanı olan Cumhuriyet Meydanı’nda mitinge izin vermemesi nedeniyle buluşma Umut Meydanı isimli alanda gerçekleşti. Kılıçdaroğlu, Türkiye İstatistik Kurumu'na alınmayışına atıfla "Vesayetin ne olduğunu dün bütün dünya gördü. Asgari ücretlinin, memurun, emeklinin hakkını savunmak sadece benim görevim değil, hepimizin görevi." dedi. Kılıçdaroğlu, iktidara geldikleri ilk haftada çiftçinin bankalara ve tarım kredi kooperatiflerine borçlarının faizlerini sileceklerini ifade etti. Esnaf bakanlığı kuracaklarını, Halkbank'ı bir "esnaf bankası" yapacaklarını söyledi. Kılıçdaroğlu'nun gündeminde atama bekleyen öğretmenler, engelliler, sağlık çalışanları, emeklilikte yaşa takılanlar da vardı. CHP lideri, İstanbul Sözleşmesi'nin iktidarlarının birinci haftasında yürürlüğe konulacağını vurguladı. "Fakirliğimizi dolar baronlarına satmak istiyorlar" diyen Kılıçdaroğlu, Türk lirasını yeniden hak ettiği yere getirmenin "boyunlarının borcu" olduğunu ifade etti. Bir yorum: IstanPol Institute Genel Direktörü Seren Selvin Korkmaz, Kılıçdaroğlu sahneye çağrılırken kullanılan "Zalimin korkuya kapıldığı andır bu an" ifadelerine ilişkin "Korku duygusu hâkim olan kampanyalar CHP'ye kaybettirdi, popülist iktidara kazandırdı." yorumunda bulunuyor. Helalleşme ve "biz çözeriz" çıkışlarının "iktidara hedef şaşırttığını" söyleyen Korkmaz, kutuplaşmaya sebep olacak hiçbir cümlenin anlamı olmadığını söylüyor. Akşener Amasya’da Bir süredir il ziyaretlerini sürdüren İYİ Parti lideri Meral Akşener, cumartesi günü Amasya'daydı. Restoran işleten bir esnafın "İşler son derece perişan. Yani esnaf kan ağlıyor. 15 günde 2 katı zamla mücadele veriyoruz. Yağ 65'ten 140 oldu. Et 62'den 85 oldu. Perişan hâlde." ifadelerini kullandığı bir kesit, video olarak paylaşıldı. Restoran işletmecisi, Akşener'in siparişlere ilişkin sorusuna "Vatandaş çorbaya ekmek banıyor şu anda. Ekmekle karnını doyurmaya çalışıyorlar." yanıtını verdi. Bir başka vatandaşın da "Artık başımızda sizi görmek istiyoruz. Zaten fakirdik, daha da fakirleştik" dediği aktarıldı. Yavuz Selim Meydanı'nda; iki yıldır esnaf gezileri gerçekleştirdiğini, bu süreçte vatandaşın o "Nasılsınız demeden derdini anlatır olduğunu" ifade eden Akşener, "Ben sizin emrinizdeyim, ne olmamı istiyorsanız onu olacağız" ifadelerini kullandı. "Harami düzeni" sandıkta, oylarla yıkacaklarını söyledi.

Liderlerin hafta sonu mesaisi

Aralık 6, 2021

·

Makale

Türkiye-BAE ilişkilerinde yeni sayfa mı?

Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz günlerde, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Abu Dabi Veliaht Prensi Muhammed bin Zayed el Nahyan'la bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı, görüşmede iki ülke ilişkilerinin ve bölgesel konuların ele alındığını yazdı. BAE'nin resmî haber ajansı WAM de Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Nahyan'ın görüşmede ikili ilişkilerin ortak çıkarlara hizmet edecek şekilde güçlendirmesinin ele alındığını duyurdu. Bir adım geriden: Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz haftalarda da BAE Ulusal Güvenlik Danışmanı Şeyh Tahnoun Bin Zayed el Nahyan'la görüşmüş ve görüşmenin ardından "İnanıyorum ki çok kısa zamanda Birleşik Arap Emirlikleri ülkemizde ciddi yatırımlara girecek" açıklamasında bulunmuştu. Bu görüşme BAE Dışişlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Enver Gargaş tarafından "tarihî" olarak nitelendirilmişti. Neler olmuştu? • Türkiye ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin arasındaki gerginlik Arap Baharı’ndan bu yana yükseliyordu. İki ülke arasında Suriye, Libya, Yemen, Azerbaycan gibi konularda anlaşmazlıklar yaşanıyordu. • Suriye ve Mısır'ın 2013'te, Suudi Arabistan, Bahreyn ve BAE'nin 2014'te "terör örgütü" ilan ettiği Müslüman Kardeşler'in kurduğu Özgürlük ve Adalet Partisi'nin lideri olan Mursi'nin Eylül 2012'de AK Parti Kongresi'nde yaptığı konuşma, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından "kardeşliğimizin nişanesi" olarak tanımlanmıştı. • Mısır'da Muhammed Mursi'nin 2013'te devrilmesinin ardından ise BAE, yönetime gelen Abdülfettah es-Sisi'ye açık destek vermişti. Bu noktada başlayan Arap Baharı gelişmeleriyle iki ülke arasındaki ayrılık derinleşmeye başladı. • Sonraki süreçte Türkiye, Birleşik Arap Emirlikleri'ni 15 Temmuz darbe girişimine destek vermekle suçlamıştı. 2017 yazında Birleşik Arap Emirlikleri Türkiye'nin Suriye'deki varlığına "sömürgeci" yakıştırması yapmış ve Türkiye'nin Suriye devletinin egemenliğini azaltmaya çalıştığını savunmuştu. • 2020 baharında "Türkiye'nin Libya'ya müdahalesini reddediyoruz" açıklaması yapan BAE; Türkiye Dışişleri Bakanlığı tarafından "düşmanca tavır takınmaktan vazgeçmeye ve haddini bilmeye" davet edilmişti. Dışişleri Bakanlığı; BAE'nin Libya'nın yanı sıra Yemen, Suriye ve Afrika Boynuzu dâhil bölgelerde "barış, güvenlik ve istikrarı bozucu hareketlerine" dikkat çekmiş ve BAE'nin Yemen'de bölücü faaliyetlere destek verdiğini söylemişti. • Cumhurbaşkanı Erdoğan; geçtiğimiz yıl ağustos ayında ABD'nin girişimleriyle başlayan İsrail-BAE normalleşme sürecinin ardından Türkiye'nin Filistin halkının yanında olduğunu belirterek Birleşik Arap Emirlikleri'yle diplomatik ilişkilerin askıya alınabileceğini ifade etmişti. • Türkiye Arap Baharı’yla başlayan dönemde Mısır ve Körfez ülkelerinden uzaklaştı; Katar’la yakınlaşma ise hız kazandı. BAE, Suudi Arabistan, Bahreyn ve Mısır 2017’de teröre destek verdiği gerekçesiyle Katar’la diplomatik ilişkileri kesmiş ve çeşitli ambargolar uygulamaya başlamıştı. 2021 Ocak itibarıyla Körfez İşbirliği Konseyi’nde imzalanan bildiriyle sona eren bu kriz döneminde yatırımlar, swap anlaşmaları, bölgesel olaylarda destek mesajlarıyla Türkiye'nin Katar ilişkileri genişlemişti. Nasıl yorumlanıyor? • Son gelişmeleri Cumhuriyet'e değerlendiren emekli büyükelçi Mithat Rende; BAE ulusal güvenlik danışmanının Cumhurbaşkanı düzeyinde görüşme yapmasının "alışıldık bir durum olmadığını" söylüyor. Bu düzeyde bir kabulün "başlı başına önemli bir gelişme" olduğunu düşünen Rende, BAE yetkilisinin bir dizi önerilerle geldiğini ya da bir talepte bulunduğunu tahmin ediyor. Rende'nin bu görüşmenin sebebine yönelik tahminleri arasında ABD'nin Türkiye-Körfez ülkeleri arasındaki ilişkinin normalleşmesi yönündeki çağrıları, BAE'nin İran'a karşı Türkiye ile bir ittifak arayışında oluşu ya da Türkiye'nin ekonomik sıkışıklıkta yeni arayışlara yönelmiş olabileceği yer alıyor. • Diğer yandan emekli büyükelçi Oğuz Çelikkol, bu temasını Türkiye'nin "Orta Doğu, Arap ülkeleri politikasında yeni bir açılım" olarak değerlendiriyor. Çelikkol; ülkelerin dış politikalarındaki önceliklerin 2019-2020 itibarıyla değişmeye başladığını ve bu durumda diyaloğun faydalı olacağını düşündüklerini belirtiyor. • ORSAM'dan Doç. Dr. Mustafa Yetim; Türkiye'nin müttefiki Katar'la olan ticaret hacminin BAE ile aynı seviyelere çıkamadığını hatırlatarak tarafların karşılıklı olarak politikaların değişmesini beklediğini; İran'a karşı bölgede bir denge kurmak isteyen BAE'nin Körfez ülkelerinin Katar'a yönelik son açılımlarından da hareketle bölgede izole olma riskinin önüne geçmek için Türkiye'yle normalleşme konusunda istekli olduğunu ifade ediyor. • Diğer yandan organize suç örgütü lideri olmak suçuyla aranan Sedat Peker'in Birleşik Arap Emirlikleri'nde olduğuna ilişkin haberlerin de iki ülke ilişkilerinde son dönemde atılan adımlarda önemli olabileceği yorumları yapılıyor.

Türkiye-BAE ilişkilerinde yeni sayfa mı?

Eylül 1, 2021

·

Makale

Körfez ülkeleriyle iş birliğinde ikinci adım: Katar

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Katar Devleti Emiri Şeyh Temim bin Hamad Al Sani'nin davetiyle, iki ülke arasındaki Yüksek Stratejik Komite'nin 7'nci Toplantısı'na katılmak üzere Katar'ın başkenti Doha’ya gitti. Ziyaret öncesi konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Katar'la yeni anlaşmalar imzalayacaklarını açıkladı. Katar'la bugüne kadar siyasi, askerî, ekonomik ve kültürel olmak üzere 69 belge imzaladıklarını belirten Erdoğan, "Körfezdeki diğer ülkelerle de iş birliğimizi geliştirmeye çalışıyoruz" dedi. Katar'la ekonomiden savunmaya, ticaretten yatırıma kadar "kazan kazan" temeliyle ortaklığı güçlendirdiklerini ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan şunları söyledi: "Bölgenin en güçlü ülkelerinden biri olan Katar'la attığımız adımlar bunun nişanesidir. Rakamlar ufak rakamlar değil. Ciddi yatırımlarla bunu sürdürüyoruz. Türk iş adamlarına yönelik Katar'ın yaklaşımı çok çok yüksek rakamlardır. Katar'daki işlerin tutarı yaklaşık 15 milyar tutarındadır." Dünden bugüne ilişkiler Ekonomik iş birliğini uzun süredir sürdüren Türkiye ve Katar’ın ideolojik yakınlığı Suriye ve Libya’da çıkan iç savaşlarda aynı grubu desteklemeleriyle oluştu. Daha sonra Mısır’daki darbe sürecinde de Müslüman Kardeşler’e destek veren iki ülke bölgede yaşanan gerilimle daha da yakınlaştı. İki ülke 2014 yılında karşılıklı olarak birbirinin topraklarında asker konuşlandırabilmesini öngören bir askerî iş birliği anlaşması imzaladı. Türkiye'nin Katar'da bir askerî üssünün bulunması da kararlaştırıldı. 2017 yılında Körfez ülkeleri, Katar'a İran'a ve Müslüman Kardeşler'e olan desteği nedeniyle ambargo uygulama kararı aldığında Türkiye, Katar'a olan desteğini sürdürdü. 2018 yılında Türkiye’nin yaşadığı TL değer kaybı sırasında da Katar, 15 milyar dolarlık doğrudan yatırım taahhüdünde bulundu ve iki ülkenin merkez bankaları arasında swap anlaşması imzalandı. Ancak iki ülke arasında Doğu Karadeniz’deki sondaj bölgeleri ve çalışmalarıyla ilgili anlaşmazlıklar da yaşandı. Son dönem: Ziyaret öncesi iki ülke Katar'ın savaş uçaklarının eğitim amaçlı Türkiye'de konuşlandırmasının ve hava sahasını kullanmasının önünü açan yeni bir anlaşma imzaladı; ancak Doğu Karadeniz'deki sondaj bölgeleri nedeniyle gerginliklerin de sürdüğü belirtildi. Bakanların görüşmeleri Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan önce Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ve Millî Savunma Bakanı Hulusi Akar, Katar’a gitti. Mevkidaşı Şeyh Muhammed Abdulrahman El Sani ile bir araya gelen Bakan Mevlüt Çavuşoğlu görüşme sonrası yaptığı açıklamada Katar’la iş birliğini geliştirdiklerini vurguladı. Afganistan ve Suriye’ye insani yardımlar konusunda birlikte çalıştıklarını vurgulayan Çavuşoğlu iş birliklerine artırarak devam edeceklerini söyledi. Bir muhabirin “Türkiye Katar’a para talep etmek için mi geldi” sorusuna Çavuşoğlu, “Biz Katar’a herhangi spesifik olarak Türkiye’ye para göndermesi için değil, ilişkilerimizi her alanda geliştirmek için geldik.” cevabını verdi. Katar Dışişleri Bakanı Şeyh Muhammed bin Abdurrahman el-Sani yarınki toplantıda 12 yeni anlaşmaya imza atılmasının beklendiğini ve Türkiye'nin ekonomik gidişatı nedeniyle ortaya çıkacak fırsatları değerlendirdiklerini söyledi. Millî Savunma Bakanı Hulusi Akar da yaptığı açıklamada Katar ve Türkiye’nin keder ve kıvançta bir olduğunu vurgulayarak “Katar’la olan dostluğumuzu, kardeşliğimizi her geçen gün geliştireceğiz. Bunu yaparken de askerlik sanatının gereğini yerine getirmek için azami gayret göstereceğiz” dedi. Nasıl değerlendiriliyor? Geçtiğimiz haftalarda Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ile dokuz alanda iş birliği anlaşması imzalanmıştı. BAE görüşmesinin hemen ardından bu ziyaretin gerçekleşmesi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Körfez ülkeleriyle iş birliğini geliştirmeye çalıştıklarını vurgulaması “yeni ekonomi politikası gereği doğrudan yatırımların artması için atılan adımlar” olarak değerlendiriliyor. Ekonomist Güldem Atabay, Katar sermayesinin Türkiye'de ne yaptığı konusunda yıllardır hiçbir açıklık olmadığını vurgulayarak şunları söylüyor: “Türkiye kurumların, kurumsal ilkelerin devrede olduğu Batı sermayesinden uzaklaşıyor. Kurumların kenara itildiği Körfez sermayesine yöneliyor. Ama ortaya çıkan bu şeffaflık sorunu ekonomiyi daha da sıkıştıracak, zora sokacak bir mesele. Normal bir ekonomik düzende yapılan anlaşmaların tüm ayrıntıları kamuoyuyla paylaşılır ama Türkiye’de böyle olmuyor. Şeffaflık olmayınca da ekonominin rahatlamasını beklemek yanlış olur.” Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü'nden Prof. Dr. Ceyhun Elgin’e göre Katar’dan dönem dönem Türkiye’ye yapılan doğrudan yatırımlar Türkiye'nin elini rahatlatacak boyutta olsa da bu rahatlama uzun sürmüyor. Elgin bunun nedenini “Çünkü bu yatırımlar güven vermiyor. Bugün Türkiye’de Merkez Bankası kurlardaki yükselişe müdahale etti ancak o müdahalenin de çok etkili olmadığını görüyoruz. Çünkü kurumlara olan güven sarsıldı.” diye açıklıyor. Al Jazeera’ye konuşan Sabancı Üniversitesi İstanbul Politikalar Merkezi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden Prof. Dr. Bülent Aras ise " Türkiye’de seçimin yaklaştığını ve bu nedenle hem iç hem dış politikada sakin bir atmosfere ihtiyaç olduğunu, Erdoğan’ın kendisini zorlu uluslararası gerilimlerden kurtarmaya ve çökmekte olan bir ekonomiyi desteklemek için ülkeye yabancı yatırım getirmeye çalıştığını" söylüyor.

Körfez ülkeleriyle iş birliğinde ikinci adım: Katar

Aralık 7, 2021

·

Makale

"İşime, aşıma, geleceğime, çekçekime dokunmayın."

Janset Atacan İlkim Emirler "Yaptığımız iş kirli ama alın teridir. Alnımızın teriyle kazanıyoruz, haklı kazançtır. Haksız bir kazanç değil." Ekrem Yaşar , 40 yaşında bir geri dönüşüm işçisi. Bu işi zevkten değil, mecburiyetten yaptığını, gece gündüz bilmeden çalıştığını söylüyor. İlkokul mezunu, sosyal hayatı yok. Çocuklarının nasıl dünyaya geldiğini hiç görmediğini, ağzından çıkan ilk kelimenin heyecanını yaşamadığını ifade ediyor. Yaşar'a göre yaptığı iş kente fayda sağlıyor. İşe çıkmadıkları takdirde görüntü kirliliği oluşacağını, etrafa saçılanların doğayı tahrip edeceğini ve sokak hayvanlarının sağlığının zarar göreceğini savunuyor. Aydın Sımaklı' nın da benzer bir hikâyesi var. 10 yıldır haftanın her günü geri dönüşüm işçisi olarak çalışıyor. Bir çekçek 30-40 kilo civarında. Sokak sokak dolaşıyor Sımaklı. Yokuşu çıkmanın zorluğundan bahsediyor. Topladığı metal, kâğıt, plastik gibi geri dönüştürülebilir maddeler 100 kiloya kadar çıkabiliyor. Konteynerler arasında bir mücadele veren Sımaklı, hayatını kazanmaya çalıştığının altını çiziyor. Günlük kazancı 100 ila 140 lira arasında değişiyor. Araştırmayı, okumayı sevdiğini, dünya klasiklerini de bitirdiğini dile getiriyor. Ekim ayının başında Ümraniye'de, Kadosan Sanayi Sitesi 'nin arkasında bulunan atık toplama alanında geri dönüşüm işçileriyle polis ve zabıta arasında arbede yaşanmıştı. Baskın sırasında işçiler atıkların bulunduğu barakaları ateşe vermiş, çevik kuvvet işçilere müdahalede bulunmuştu. Sımaklı da Ümraniye'deki olayların ardından "O akşam biz çok korkuyorduk." diyor. Ümraniye'deki işçilerin mallarını polise vermek istemedikleri için yaktıklarını söyleyen Sımaklı, geleceklerini tahmin ettiklerini ve sabah 6'ya kadar uyumadıklarını belirtiyor. "Saat 2-3'te buraya çıkardılar hepimizi. Polis, çevik kuvvet, bekçi, kepçe, kamyon. Yani nahoş görüntüler. Biraz mal aldılar, sonra yıktılar. 12-13 kişiydik hepimizin GBT’sine bakıldı, hiçbirimizde bir şey çıkmadı." Fotoğraf: Mehmet Şimşek Bazı işçilerin de gözaltına alındığı biliniyor; nitekim geri dönüşüm işçilerinin mücadelesi yeni değil. Bu sebeple hikâyenin arka planını Geri Dönüşüm İşçileri Derneği Kurucu Üyesi Dinçer Mendillioğlu 'ndan da dinliyoruz. Dernekleşme sürecinin Gezi Direnişi dönemine denk geldiğini ve tarihsel bir değeri olduğunu belirten Mendillioğlu; bu ihtiyacın ekonomik, politik, kontrolsüz göçlerle ilişkili olduğunu düşünüyor. Mendillioğlu'na göre 90'lı yılların hemen başında terör ve diğer iç problemlerle büyük kentlere göç edenler "kendilerini en rahat sokakta hayata tutunarak tarif etmeye"; büyük kentlerde hurdacılık, bakırcılık, karton kâğıt toplama, inşaat gibi işlerle yaşamlarını sürdürmeye başlıyor. Bu hareketlilik 2000'li yıllarda dikkat çekiyor. Derneğin kurucuları da bu yıllarda Ankara'da düzenli ve devamlılığı sağlanan toplantılara başlıyor. Hedefleri kâğıt, karton, pet, plastik toplamanın kanunlara karşı olmadığını anlatabilmek, yasal güvence ve statü kazanabilmek. Kentleri, kentlerin emekçilerinin dilinden anlatan Katık isimli dergi de bu çalışmaların bir sonucu olarak ortaya çıkıyor. Geri dönüşüm meselesinin gündem olmaya başladığı dönemde hem geri dönüşüm işçisi sayısının hem de baskıların arttığını vurgulayan Mendillioğlu; zamanla zabıtayla, polisle, çevre müdürlükleriyle, belediyelerle, valiliklerle karşı karşıya kalındığını söylüyor. Dernek de kâğıt toplayıcılarının ve geri dönüşüm işçilerinin "kanunlarca kayıt dışı görünseler de var olduklarını" söyleyebilmek için 6 Haziran 2013'te kuruluyor. Bu sayede Türkiye'nin her büyük şehrinde bu işle uğraşanlara erişmek ve ortak bir söylem geliştirmek mümkün oluyor. Türkiye'de 1 kilo atığın bile alıcısı olduğunu ifade eden Mendillioğlu yaptıklarının kimseye ait olmayan, sokağa bırakılmış atıklardan dönüştürülebilir olanları toplamak olduğunu söylüyor. Mendillioğlu, "Bir kara düzen çöp sistemi gelişiyor." diyor ve kendi istihdamlarını kendileri oluşturan, devlete tek bir kuruş yük olmadan bunu yapan insanlara baskı yapıldığını belirtiyor. Mendillioğlu'na göre Türkiye Çevre Ajansı 'nın kurulması bu süreçlere bir tekelleşme getirme potansiyeli taşıyor. Orta ölçek Atık Toplama Ayırma (TAT) fabrikalarının bertaraf edilmesi ve orada çalışanların süreç dışı kalması olasılığı bulunuyor. Mendillioğlu, TAT'ların da doğru bir toplama sistemi ortaya koyma konusunda eksik kaldığını düşünüyor. Talepler ortak, çözümler basit Geri dönüşüm işçilerinin kanunlarca tanınmak istediğini ve en büyük sorunlarının sosyal güvence olduğunu belirten Mendillioğlu, Türkiye'de atık toplama lokomotifinin geri dönüşüm işçileri olduğuna dikkat çekiyor. Mendillioğlu, konuya ilişkin önerilerini " Kanun yapıcılar da biliyor aslında, artık bu gözden kaçmamalı. Bir biçimde toplama sisteminde atık toplayıcıların topladığı hem belgelendirilmeli hem artık kayıt altına alınmalı hem de toplayıcının kendisinin artık kanunen varlığı kabul edilmeli. Depoları ya da pres yerleri, getirme merkezi lisansları verilmeli, belediyelerin altında getirme merkezi olarak kabul edilip belediyenin toplama alanıymış gibi gösterilebilir." şeklinde sunuyor. Geri dönüşüm işçileri temelde kendilerine dair kararlara dâhil olmak istiyor. Pandemi döneminde Ankara'da atık toplama faaliyetinin yasaklanmasını sorduğumuzda "Geri dönüşüm işçileri çok sokakta oldukları için virüs tehdidine de çok açıklardı. Bizim de onayladığımız bir şeydi. Hıfzısıhhası, zabıtası, belediyesi, sosyal hizmetleri; hep birlikte aldık bu kararı, bu insani iletişim bakımından çok güzel bir davranıştı." diyor Mendillioğlu. "O masada yerimizin olması ve bizimle ilgili kararlarda söz sahibi olabilmek çok güzeldi." Son durum: İstenilen tablo Operasyonların ardından CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu 'nun kâğıt toplama merkezlerini ziyaret etmesini "çok değerli" olarak nitelendiren Mendillioğlu, bu ziyaretin kanun yapıcılarda yaptırımlar için "doğru mu yoksa yanlış mı?" sorusunu uyandırdığını düşünüyor. İşçilerin mücadelesi baskınlardan önce olduğu gibi sonra da sürüyor. Farklı hikâyelerle ve başka planlarla hem çalışmaya hem de kazanmaya çalışan işçilerin ortak yönleri, hâlihazırda zor olan koşullarının birtakım yaptırımlarla daha da zor hâle gelmemesi. " 'İşime, aşıma, geleceğime, çekçekime dokunmayın’ diyorum. İşe sosyoloji gözüyle bakarsak; çalışmak sanattır 'sanatıma dokunma' diyorum. 'Çalışmak ibadettir', 'ibadetime dokunma' diyorum."

"İşime, aşıma, geleceğime, çekçekime dokunmayın."

Ekim 16, 2021

·

Makale

#ÇekçeğimeDokunma: Atık kağıt işçilerinin mücadelesi

İki gece önce İstanbul - Sancaktepe'de kağıt toplayıcıların barındığı 36 yere eş zamanlı polis baskınları düzenlendi ve atık kağıt işçilerinin çekçek arabalarına el konuldu. Üç gece önce de Ataşehir’de 49 ayrı adrese baskın yapılmış, 200 kişi gözaltına alınmış ve 3 atık kağıt işçisi tutuklanmıştı. Dört gün önce ise Ümraniye'de Kadosan Oto Sanayi Sitesi yanındaki atık toplama alanına baskın düzenlenmişti. Neler oluyor? İstanbul Valiliği’nin 23 Ağustos tarihli basın açıklamasında "izinsiz-ruhsatsız atık toplama ve ayırma faaliyetlerinin başta çevre ve halk sağlığı sorunları olmak üzere kayıt dışı ve sağlıksız koşullarda istihdama yol açtığı, ayrıca kamu zararı ve haksız kazanca sebep verdiği" söylenmişti. Bu kapsamda Bakırköy ve Ümraniye'de gerçekleşen baskınlarda 650 çekçeğe ve 10 plakasız motosiklete el konulduğu, 145'i yabancı uyruklu 286 kişi hakkında işlem yapıldığı, yabancı uyruklu şahısların Tuzla Geri Gönderme Merkezine sevk edildiği belirtilmişti. İstanbul Valiliği, 6 Ekim tarihli iki basın açıklamasında Üsküdar'da 31 yabancı uyruklu kişinin İl Göç İdaresi Müdürlüğü'ne teslim edildiğini; 64 çekçek, 82 boş çuval ve 27 tona yakın kağıt ve plastik atığın "elde edildiğini", 8 aracın trafikten men edildiğini, 16 yerin mühürlendiğini, 1 adreste yıkım işlemi yapıldığını duyurdu. Ataşehir'de de 78 kişinin İl Göç İdaresi Müdürlüğü'ne gönderildiği, 90 çekçek aracının, 136 boş çuvalın, 30 tona yakın kağıt ve plastiğin ele geçirildiği belirtildi. Valilik açıklamalarında "denetimlerimizin hedefi, atıkların geri kazanımı için yapılan toplama ve geri dönüşüm faaliyetlerinin mevzuat hükümlerine uygunluğunun sağlanmasından ibarettir" denildi. Soru önergesi ve tepkiler Baskınları, gözaltıları ve sınır dışı işlemlerini dün TBMM gündemine taşıyan HDP milletvekili Serpil Kemalbay Pekgözegü; Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin, Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun yanıtlaması istemiyle ayrı ayrı soru önergeleri sundu. Pekgözegü Soylu'ya " plastik mermi kullanılması emri verildiği", "baskın gerekçesi olarak gösterilen huzur ve güvenliğin bozulduğuna dair herhangi bir çalışma olup olmadığı", "atık işçileriyle belediyelerin birlikte çalışmalarını sağlayacak ve sokak emekçilerini sosyal güvenceye kavuşturacak mekanizmalar geliştirmeye yönelik herhangi bir çalışma bulunup bulunmadığı" sorularını sordu. Pekgözegü Murat Kurum'a "depo baskınlarının bilgisi dâhilinde olup olmadığı", "işçilerin zarar görmesinin önüne geçmek için bir çalışma yapılıp yapılmadığı" gibi sorular yöneltirken önergelerde Vedat Bilgin'e "katı atık emekçilerinin sosyal güvenceye kavuşturulmaları için bir çalışma yapılıp yapılmadığı" soruldu. Türkiye Çevre Ajansı bir rant alanı mı yaratıyor? Türkiye Çevre Ajansı, 2020'nin sonlarında, mecliste muhalefetten 74 ret oyu alsa da "Atıkların azaltılması için depozito yönetim sistemi kurmak" öncelikli göreviyle kuruldu. TBMM Çevre Komisyonu CHP Sözcüsü Murat Bakan, ajansın kurulmasına karşı olmadıklarını fakat teklifin "dünyadaki diğer başarılı örneklerin aksine kamu özel iş birliği denilen bir sistemle çalışacak olan ajansın, depozitoyu toplama operasyonunun özel bir şirkete ihale edileceğini ve bu şirketin kamu ihale kanununa uymadan ihaleyi almasının önünü açacak bir hüküm içerdiğini" söylemişti. DW Türkçe'ye konuşan enerji ve iklim uzmanı Önder Algedik de Türkiye'nin atık sektörü büyüklüğünün toplam 38 milyar lira olduğunu söyleyeyerek kamu özel ortaklığıyla kurulacak ajansın, sorunu çözmek yerine yeni bir rant alanı yaratacağını savunmuştu. İşçiler ne diyor? İstanbul'da 100 bin kişinin atık topladığını belirten Geri Dönüşüm İşçileri Derneği Başkanı Ali Mendillioğlu, atıkların sadece İstanbul'da toplanmadığını, devletin yalnızca İstanbul'da "kavga etmesinin" nedeninin "bu işe yatırım yapanlar olduğunu" söylüyor. Diken'e verdiği röportajda iki ay önce başlayan operasyonlardan sonra AK Partili belediyelerle ve İBB'yle görüştüklerini ifade eden Mendillioğlu, belediyelerin yapılanların "valiliğin tasarrufunda" olduğunu, valiliğinse "tüm yerel yönetimler ve bakanlıkla ortak karar alındığını" söylediğini belirtiyor. Mendillioğlu; yeni yönetmelikte ayrıştırma ve toplama işlerinin birbirinden ayrıldığını, milyon dolarlık yatırımlarla kurulan ayrıştırma tesislerinin, para kazanmak için toplayıcıların toplama işi yapmamasını istediğini ifade ediyor. Çıkan arbedelerde 20 polisin darp edildiği, 8 araca zarar verildiği yönündeki iddiaları reddeden Mendillioğlu, bu iddiaların tutuklamaların altyapılarını oluşturmak için ortaya atıldığını savunuyor. Mendillioğlu ayrıca "Bu tam anlamıyla bir rant meselesi. Emine Erdoğan’ın sıfır atık projesini dillendirmeye başlamasının hemen ardından İstanbul’da iki tesis kurulmaya başlanmıştı." ifadelerini kullanıyor. Aslında biyoloji öğretmeni olan fakat atanamadığı için kağıt toplayıcılığı yaptığını söyleyen Mahmut Aytar ise şöyle diyor: "Sıkıntının kaynağı olarak yabancı uyruklu arkadaşları gösteriyorlar. Bir kere biz çekçekçiler Türkiye'nin doğu sınırındaki bir bekçi karakolu değiliz. Suriyeli ve Afgan kardeşlerimize "gelin gelin" çağrısı yapan da biz değiliz. Bizim bu kardeşlerimizi ucuza çalıştıracağımız, emeğini sömüreceğimiz fabrikalarımız da yok."

#ÇekçeğimeDokunma: Atık kağıt işçilerinin mücadelesi

Ekim 8, 2021

·

Makale

Kavala ve Demirtaş, Bakanlar Komitesi gündeminde

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını ve kararlarının infazını denetlemek için üç ayda bir toplanan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nin (CoE) dün başlayan ve yarın tamamlanacak olan toplantısının gündeminde Türkiye'den Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş hakkında verilen kararlar da yer alıyor. Üç gün sürecek ve sonuçları 17 Eylül'de duyurulacak toplantılarda Türkiye, Arnavutluk, Ermenistan, Azerbaycan, Belçika, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Fransa, Gürcistan, Yunanistan, Macaristan, İrlanda, İtalya, Litvanya, Malta, Moldova, Polonya, Portekiz, Romanya, Rusya ve Ukrayna'dan davalara dair kararlar değerlendirilecek. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 46'ncı maddesine göre AİHM kararları üye devletler için bağlayıcı statü taşıyor. Osman Kavala Gezi Parkı davasından beraat eden fakat 15 Temmuz darbe girişimi soruşturması kapsamında yeniden tutuklanan, 2017’den bu yana tutuklu bulunan ve en son Gezi Parkı ve Çarşı davalarının birleştirilmesiyle 6 Ağustos'ta görülecek duruşması iptal edilen Osman Kavala'nın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne taşınan davasında 10 Mart 2019'da derhâl tahliyesine yönelik karar verilmişti. AİHM'in 12 Mayıs 2020 tarihli kararında Türkiye'nin bu kararın bir üst merciye taşınması talebi reddedilmiş ve derhâl tahliye kararı kesinleşmişti. 7-9 Haziran'da gerçekleşen Bakanlar Komitesi toplantısında Kavala'nın "susturulmak amacıyla sürdürülen keyfî tutukluluk hâlinin" ihlal olduğu, hukukun üstünlüğüne tabi bir devlette AİHM kararına uymamanın "kabul edilemez" olduğu belirtilmişti. Bu toplantı neden önemli? Avrupa Komisyonu Bakanlar Komitesi; üçte ikilik oy çoğunluğuyla AİHM kararlarının gereklerini yerine getirmeyen üye ülkeleri AİHM'e tekrar şikâyet edebiliyor. AİHM bu kez konuyu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin Kararın Bağlayıcılığı ve İnfazı başlıklı maddesine göre değerlendiriyor ve bu maddenin ihlaline hükmedilirse ilgili ülkenin Avrupa Konseyi'ndeki üyeliğinin ya da oy hakkının askıya alınması gibi ek önlemler uygulanabiliyor. Selahattin Demirtaş Bakanlar Komitesi, 7-9 Haziran 2021 tarihli toplantıda Türkiye'ye yargı bağımsızlığını güçlendirmek için alınan tedbirleri de içeren bir eylem planı sunması için 22 Haziran'a kadar süre vermişti. Ayrıca Demirtaş'ın 4 yıl 8 aylık hapis cezasını onayan Yargıtay kararının çevirisini ve konuyla ilgili diğer belgeleri talep ederek bir sonraki toplantı gündeminde ele alınacağını söylemişti. Selahattin Demirtaş'ın avukatı Benan Molu; Bakanlar Komitesi'nden "Demirtaş'ın serbest bırakılması için çağrı yapması yönünde bir karar beklediklerini" belirtti. Demirtaş ve Kavala davalarının Bakanlar Komitesi'nin öncelik verdiği davalar olduğunu ifade eden Molu, bir sonraki oturumda yeniden benzer bir karar alınacağını öngörüyor. Çağrılar İnsan Hakları İzleme Örgütü, Uluslararası Hukukçular Komisyonu ve Türkiye İnsan Hakları Dava Destek Projesi; Bakanlar Komitesi'ne Türkiye hakkında "ihlal prosedürünü başlatma" çağrısında bulunuldu. Ayrıca üç örgüt Bakanlar Komitesi'ne görüş sunarak komiteyi Selahattin Demirtaş'ın derhâl serbest bırakılmasını sağlamaya çağırdı. Diğer yandan Civil Rights Defenders, Eşit Haklar İçin İzleme Derneği, Hakikat Adalet Hafıza Merkezi, İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi, İnsan Hakları Gündemi Derneği, Türkiye İnsan Hakları Vakfı gibi hak örgütleri de 13 Eylül'de yayımladıkları açıklamayla AİHM kararının uygulanmasını, Osman Kavala'nın serbest bırakılmasını ve aksi durumda Komite'nin gerekli tedbirleri almasını talep etti. İnsan Hakları Eylem Planı neyi değiştirdi? DW Türkçe'den Alican Uludağ’ın DEVA Partisi Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı Mustafa Yeneroğlu'nun raporuna dayandırdığı haberinde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 2 Mart'ta duyurduğu İnsan Hakları Eylem Planı'nın bir aylık 6 hedefinden "hiçbirinin gerçekleşmediği" belirtildi. Habere göre 3 aylık 40 hedeften 16'sı, 6 aylık 84 hedeften 20'si ve altı aylık süreçte toplamda 130 hedeften yalnızca 36 tanesi gerçekleştirildi. 2019'da gerçekleşen toplantılara katılan ve görüş veren insan hakları örgütleri, planın duyurulmasından önce son hâlini görmediklerini ve planın açıklandığı toplantıya da davet edilmediklerini ifade etmişti.

Kavala ve Demirtaş, Bakanlar Komitesi gündeminde

Eylül 15, 2021

·

Makale

“Sorosçuluk”: Suç mu, hayalî düşmanlık mı?

Eski Meclis Başkanı ve eski Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyesi Bülent Arınç’ın, geçtiğimiz yıl katıldığı bir programda yaptığı şu açıklamalar dün tekrar gündeme geldi: “Soros’la ilgili de şeyler var. Tabii bu benim kabul edemediğim şeyler. Soros bir ara Açık Toplum diye muteberdi. Bunun Türkiye’deki temsilcisi Can Paker’di. Can Paker o zaman vakıfta bulunurdu. Vakfın yaptığı araştırmaları da biz done olarak kullanırdık. Paker, Etyen Mahçupyan ve diğer araştırmacılarla bana belki 5 defa gelmiştir. O zaman baş tacı ettiğimiz şu anda da bir yerlerde baş tacı olan insanı ‘vay Sorosçu’ diyerek bir kısım insanların suçlanması yanlış. Kendimize bir saygımız olmalı.” Geçtiğimiz yıl kasım ayında Selahattin Demirtaş’ın tahliye olabileceğini ve iş insanı Osman Kavala’nın tutuklu kalmasına hayret ettiğini söylemesinin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından maruz kaldığı eleştiriler nedeniyle Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu üyeliğinden istifa ettiği değerlendirilen Arınç’ın bu ifadeleri, son haftalarda sürekli olarak konuşulan “Osman Kavala Sorosçudur” söylemleri ve “suçlamaları” nedeniyle yeniden manşetlerde yerini aldı. Neler söylendi? 8 Ekim’de birleştirilen Gezi Parkı ile Çarşı Grubu davalarının ilk duruşması görüldü. Davada Osman Kavala'nın tahliye talebi reddedildi. Bu gelişmenin ardından siyasiler arasında da yeniden Kavala tartışmaları gündeme geldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçtiğimiz günlerde “diplomatik krize” kadar gitmek üzere olan 10 ülkenin Türkiye büyükelçilerinin “Osman Kavala serbest bırakılmalıdır” çağrısının ardından yaptığı açıklamada iş insanı için şu yorumda bulunmuştu: “Bakın şimdi AİHM bir karar almış. Bu Kavala denilen Soros artığıyla ilgili olarak Türkiye’yi adeta burada mahkûm etmek istiyorlar. 10 tane büyükelçi bu açıklamayı niye yapar? Bu Soros artığını savunanlar, bunu nasıl bıraktırırız gayreti içindeler. Söyledim Dışişleri Bakanımıza, bizim bunları ülkemizde ağırlamak gibi bir lüksümüz olamaz. Türkiye’ye böyle bir ders vermek haddinize mi sizin? Kimsiniz siz?” Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ifadelerinin ardından geçtiğimiz gün büyükelçiliklerin Viyana Sözleşmesi’nin 41’inci maddesi doğrultusunda hareket etmesi konusunda mutabık kalındığı vurgulanmıştı. Dünse MHP lideri Devlet Bahçeli partisinin grup toplantısında yine Osman Kavala hakkında, “Kavala, Soros’un kuryesidir. Kavala, Gezi Parkı olaylarının finansörü, azmettiricisi, kışkırtıcısı, 15 Temmuz’da İstanbul Büyükada’da yuvalanan casusların irtibat ve ilişki ağı içinde yer alan şüpheli ve şaibeli bir kişidir… Açık Toplum Vakfı’nın Türkiye piyonu bu şahıstır.” ifadelerini kullanıp Anayasa Mahkemesi’ni de Kavala’nın yanında konuşlanan bir mahkeme olarak nitelendirerek kapanması gerektiğini söyledi. Bahçeli’nin tek çıkışı bu da değildi. Birkaç hafta önce yine grup toplantısında "Osman Kavala Sorosçu’dur, Selahattin Demirtaş teröristtir, teröristin yeri de hukukun üstün olduğu tüm demokratik ülkelerde demir parmaklıkların arkasıdır" açıklamasını yapmıştı. George Soros kimdir? Suçlamalar neler? Macaristan’da doğmuş bir iş insanı olan George Soros’un birçok ülkede Açık Toplum Vakfı isimli kuruluşu bulunuyor. Soğuk Savaş'ın sona ermesinin ardından özellikle daha önce komünizmle yönetilen ülkelerde temsilcilikler açarak hızla büyüyen vakfın "eski Sovyet imparatorluğu içindeki birçok ülkede demokratik hükümetlerin ortaya çıkmasına katkıda bulunduğu" öne sürülüyor. Vakfın sayısının çokluğu kadar suçlamaları da yüklü. Öyle ki Birleşik Krallık’tan Rusya’ya, Macaristan’dan Polonya’ya kadar uzanan bir listesi mevcut. 16 Eylül 1992'de yaşanan Kara Çarşamba'da sterlinin çöktüğü gün 1 milyar dolar kazandığı ortaya çıkan George Soros için "Birleşik Krallık merkez bankasını deviren adam" yakıştırmaları yapıldığı biliniyor. George Soros, birçok muhafazakâr ülke lideri tarafından “kitle hareketlerinin finansmanı ve arkasındaki kişi” olmakla da suçlanıyor. Osman Kavala’ya neden “Sorosçu” deniliyor? 2008 yılında Açık Toplum Vakfı adıyla Türkiye’de faaliyet göstermeye başlayan ve 2018 yılında "son günlerde vakıf hakkında medyada yer alan asılsız iddia ve ölçüsüz spekülasyonların yoğunlaşmasının, vakfın faaliyetlerini sürdürmeyi imkânsız kıldığı" düşüncesiyle faaliyetini durdurma kararı alan kuruluşun hem Kurucu Mütevelli heyetinde hem de Kurucu Yönetim Kurulu’nda Osman Kavala’nın ismi yer alıyor. Gezi Parkı eylemlerinin ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yakınlığıyla bilinen Boğaziçi Küresel İlişkiler Merkezi’nin bir projesi olan Yekvücut isimli internet sitesinde hakkında hazırlanan haberle Osman Kavala’ya yönelik “iddialar” başlatılmıştı. “ HDP’nin ‘ seni başkan yaptırmayacağız’ sloganının mucidi” , “BirGün gazetesini finanse eden kızıl soros” gibi ifadeler kullanılmıştı. Aslında Osman Kavala’ya yöneltilen “Sorosçuluk ” suçlamaları bu şekilde başlatılmıştı. “Sorosçuluk” suç mudur? Bu ifadenin yoğun olarak söylemlerde kullanılmasının ardından bir dönem iktidarın da görüştüğü ve “verilerini kullandığı” bu vakfı kötü bir sıfat ya da suçlama olarak kullanmak ne kadar gerçekçi oldu? Cumhuriyet yazarı Örsan Öymen geçtiğimiz gün kaleme aldığı “Osman Kavala” başlıklı yazısında bu konudaki görüşünü şu ifadelerle dile getiriyor: “Erdoğan’ın ve AKP’lilerin, Osman Kavala için “Soros artığı” ve “Sorosçu” gibi sözleri sarf etmesinin de hukukta bir yeri yoktur. Bu ifadeler de yargı bağımsızlığının kalmadığının kanıtıdır. Osman Kavala’nın Macar kökenli ABD’li işadamı George Soros ile bir yakınlığının olup olmadığı tartışması bir yana, Türkiye Cumhuriyeti’nin yasalarında “Sorosçuluk” diye bir suç yoktur.” Habertürk yazarı Oray Eğin de dünkü “Zuckerberg, Soros, Kavala” başlıklı yazısında sorosçuluk söylemini “hayali bir düşman” olarak tanımlayarak Kavala’nın tutukluluğunun devamını “düşmanlığın tadının kaçması” olarak nitelendiriyor. Eğin bu durumun bedelinin Türkiye açısından da ağır olduğunu belirtirken aynı zamanda kimsenin Kavala’yı tanımadığını ancak kendisine birtakım olağanüstü güçler atfedildiğini vurguluyor. Eğin şu cümlelerle yazısını sonlandırıyor: “Yeteri kadar yazılırsa Osman Kavala hakkındaki üretilen hayal edilmiş düşmanlık bir parça azalır mı? Doğrusu dönüp dönüp Osman Kavala hakkında yazmaktan da sıkıldım, çünkü söyleyecek sözlerim hep aynı. Kavala sadece hayırsever bir işadamı ve keşke paralarını Türkiye’de demokrasiyi ilerletmek gibi imkansız bir hedef için değil de kendi keyfine harcasaydı. Değmediğini dört yıldır görmüştür umarım. Gerçi idealist olmanın ne demek olduğunu da şu sözlerden çıkarmak mümkün: “Kazansam da kaybetsem de ilkelerimin arkasında duruyorum. Maalesef çok fazla yerde çok fazla kaybediyorum bu aralar.” Söyleyen George Soros”. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’ın ifadelerinin ardından “Siz Soros’la hangi gerekçeyle fotoğraf çektirdiniz ve aynı masaya oturdunuz? En büyük Sorosçu Erdoğan’dır” sözlerinin sonrasında Korkusuz yazarı Ahmet Takan 2003 yılında Erdoğan ve Soros'un otel odasında "gizlice" buluştuğunu yazmıştı. Osman Kavala’dan cevap var Tüm bunların yanı sıra Erdoğan’ın “artık” söylemine Osman Kavala’nın cevabını da belirtmek lazım: “Son derece esef vericidir ve cumhurbaşkanlığı makamının ciddiyetine uygun düşmemiştir.”

“Sorosçuluk”: Suç mu, hayalî düşmanlık mı?

Ekim 27, 2021

·

Makale

Avrupa'nın gündemi yeniden Kavala

Dün başlayan Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi'nde, Türkiye'ye AİHM'nin Osman Kavala'yı serbest bırakma çağrısını yerine getirmediği için yaptırım uygulanıp uygulanmayacağına karar verilecek. Ne olmuştu? İş insanı Osman Kavala, 2017 yılında Gezi Parkı eylemleri kapsamında "Anayasal düzeni ve hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs" suçuyla gözaltına alınıp mahkemece tutuklandı. Haziran 2018'de AİHM'e başvuran Kavala, Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkını da kullandı; ancak mahkeme başvuruyu reddetti. Aralık 2019'da AİHM, Kavala'nın tutukluluğunun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne aykırı olduğunu belirterek serbest bırakılmasını talep etti. İki ay sonra AİHM'nin kararı uygulandı; ancak Osman Kavala hemen ardından 15 Temmuz darbe girişimiyle ilgili bir dosyadan " siyasal ve askeri casusluk" suçlamasıyla yeniden tutuklandı. 2021'de Kavala'nın yargılandığı Gezi Davası, Çarşı Davası'yla birleştirildi. Yargılama devam ederken Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi bir araya geldiği haziran ve eylül aylarında Türkiye'ye Osman Kavala'yı " tahliye etme" talebini yineledi. 16 Eylül toplantısında Komite, Kavala'nın 30 Kasım'a kadar serbest kalmaması durumunda "ihlal prosedürü" uygulamasına geçileceği uyarısında bulundu. 26 Kasım'da görülen son duruşmada dört yıldır tutuklu bulunan iş insanı Osman Kavala'nın, tutukluluğunun devamına karar verildi. Nasıl yorumlanıyor? Karar kamuoyunda tepki toplarken Bakanlar Komitesi'nin toplantısından çıkacak karar da merakla beklenmeye başladı. Almanya Hükümeti İnsan Hakları ve İnsani Yardım Sorumlusu Bärbel Kofler, AİHM kararına uyulmamasını “üzücü” olarak nitelendirirken " Benim için net olan bir şey var ki o da bu konu ne sadece Osman Kavala'nın şahsıyla ne de sadece Türkiye'yle ilgili değil. Bu konu Avrupa'da insan haklarının genel olarak korunmasıyla ilgilidir.” dedi. Uluslararası Af Örgütü Avrupa Bölgesel Ofisi Direktörü Nils Muižnieks, " Türkiye'nin Osman Kavala'yı cezaevinden tahliye etmemek için öne sürdüğü gerekçeler miadını doldurdu. Türkiye'nin AİHM'in bağlayıcı kararını uygulamayı reddetmesi, Kavala'nın kişi hürriyeti hakkının ihlalidir ve Avrupa'nın insan hakları sisteminin bütünlüğüne yönelik ciddi bir tehdit oluşturmaktadır." ifadelerini kullandı. Duruşma sonrası yapılan basın açıklamasında konuşan iş insanı Osman Kavala'nın eşi ekonomist Prof. Dr. Ayşe Buğra, "4 yıldır aynı kelimelerle aynı karar veriliyor. Savcılar soru sormuyorlar, hangi somut eylemlerle suç işlenmiş sormuyorlar. Endişem bu durumun kanıksanması ve normalleşmesi. Kesinlikle normal kabul edilmemesi gereken bir durum." diye konuştu. Gazeteci Banu Güven, DW Türkçe'deki " Yorum: Erdoğan'ın Kavala davası" başlıklı yazısında Kavala'nın hâlâ tutuklu olmasının bir hak ihlali olduğunu yineleyerek " Erdoğan’ın daha önce birçok hak ihlalinde geri adım attığını gördük." dedi. Güven Rahip Brunson ve gazeteci Deniz Yücel'in davalarına karşı tutumu hatırlatarak şu yorumu yaptı: "Avrupa Konseyi'nin yaptırım sürecinin hızla benzer bir sonuç doğurur mu, Erdoğan'ı "ölümüne" dediği yoldan döndürür mü? Cumhurbaşkanının o günkü risk algısı ve çıkar hesabına bağlı olarak göreceğiz." Olası yaptırımlar neler? 47 ülkenin temsilcileri arasında üçte iki çoğunluk sağlanması hâlinde Türkiye'ye yaptırım belirlenen bir yaptırım uygulanacak. Bu durumda Türkiye, Azerbaycan'dan sonra bu prosedüre tabi tutulan ikinci ülke olacak. Türkiye’nin yaptırımla karşılaşmaması içinse en az 15 ülkenin lehine oy kullanması gerekiyor; ancak bunun “ulaşılması güç bir hedef olduğu” yorumu yapılıyor. Yaptırımların sonucu ne olur? 15 Temmuz döneminden bu yana açılan AİHM davalarının birçoğunun Türkiye aleyhine sonuçlanması ve 2017'de Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'nin "demokratik değerlerden geri adım atılması" nedeniyle Türkiye'yi siyasi denetim sürecine alması Avrupa Konseyi ve Türkiye'nin ilişkilerinin " gerilmesine" yol açtı. Yorumcuların bir kısmı AİHM'nin " göz boyamak" niyetiyle bir yaptırım uygulayacağını ancak bu yaptırımın Kavala'nın serbest bırakılması için herhangi bir teşvike yol açmayacağını değerlendiriyor. Çıkacak yaptırım kararının Türkiye'yle hâlihazırda gergin olan ilişkilerin boyutunu daha ileriye taşıyacağını düşünenler de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın karar her ne olursa olsun Kavala'nın tahliyesine "izin vermeyeceğini" değerlendiriyor. Söz Osman Kavala’da Geçtiğimiz günlerde DW Türkçe'nin sorularını yanıtlayan Osman Kavala, cezaevinde geçirdiği sürecin fiziksel ve ruhsal olarak etkisiyle ilgili soruya "Bir hasar olup olmadığı sanırım normal hayatımı yaşamaya başladığımda anlaşılacak." yanıtını verdi. Kavala AİHM'nin "yaptırım" uygulamasıyla ilgili şunları söyledi: "AİHM'nin tutukluluğumda siyasi etkinin rol oynadığı tespitini de içeren ve derhal serbest bırakılmam gerektiğine hükmeden kararının üzerinden iki yıl geçti. Bu karara rağmen çeşitli yöntemlerle tutukluluğumun sürdürülmesi sadece daha vahim bir hak ihlali yaratmakla kalmıyor, AİHM'nin bireysel başvuru hakkını kullanan üye ülkelerin yurttaşlarının özgürlüklerini koruyabilme gücünü de zaafa uğratıyor. Avrupa Konseyi'nin ihlal prosedürünü başlatma uyarısında bulunacak olmasının, bireysel başvuru mekanizmasının güvenliğini ve etkin işlerliğini korumak için de gerekli olduğunu düşünüyorum."

Avrupa'nın gündemi yeniden Kavala

Aralık 1, 2021

·

Makale

"Sürdürülebilir ekonomik ortaklık"

Birleşik Arap Emirlikleri Abu Dabi Veliaht Prensi Şeyh Muhammed bin Zayed el Nahyan ve Cumhurbaşkanı Erdoğan , Ankara'da bir araya geldi. Görüşmeden sonra Türkiye ve BAE arasında dokuz alanda iş birliği anlaşması imzalandığı duyuruldu. Arka plan: İki ülke Arap Baharı'ndan bugüne Suriye, Libya, Yemen ve Azerbaycan gibi konularda anlaşmazlık yaşamış; BAE'nin Mısır'da Abdülfettah es-Sisi'ye destek vermesi gerginliği artırmıştı. Türkiye, BAE'yi 15 Temmuz darbe girişimine destek vermekle suçlamış; Türkiye'nin Libya ve Suriye'deki varlığı iletişimsizliği derinleştirmişti. İkili ilişkileri normalleştirmek için ilk adım geçtiğimiz eylülde atılmıştı. Neden önemli? Şeyh Muhammed bin Zayed el Nahyan'ın gelişi, BAE'den Türkiye'ye 2016'dan bugüne dek yapılan üst düzey ilk ziyaret olma niteliği taşıyor. Yeni bir dönem mi başlıyor? Şeyh Muhammed bin Zayed el Nahyan'ın ziyaretinin iki ülke arasındaki enerji, borsa ve ticaret gibi alanları da kapsayan stratejik iş birliğini pekiştirdiği yorumları yapılıyor. Türkiye Varlık Fonu ve Abu Dabi Kalkınma Holdingi'nin imzaladığı ve teknoloji yatırımlarının da dâhil olduğunun bilindiği mutabakat zaptının, Türkiye'deki teknoloji firmalarına yatırım yapmak için bir girişim fonunun kurulması gibi ayrıntıları içerdiği belirtiliyor. Anlaşmalar neyi kapsıyor? İş birliğinin lojistik sektörüne de yayıldığı ve Abu Dabi Liman Şirketi'yle de mutabakat muhtırası imzalandığı belirtildi. Abu Dabi Kalkınma Holdingi ve Cumhurbaşkanlığı Yatırım Ofisi bir başka anlaşmada bir araya gelirken çevre, tarım ve gümrük alanında farklı iş birliklerine imza atıldı. Bloomberg, Abu Dabi Menkul Kıymetler Borsası ve Borsa İstanbul'un iş birliğine ilişkin bir anlaşmanın daha imzalandığını aktardı. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası ve Birleşik Arap Emirlikleri Merkez Bankası'nın da bir mutabakat zaptı imzaladığı bildirildi. Sürdürülebilir ekonomik ortaklık: Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu'nun gelecek ay Abu Dabi'ye ziyarette bulunacağı duyuruldu. Çavuşoğlu, görüşmenin verimli geçtiğini ifade etti. BAE'nin Ekonomi Bakanı Abdulla bin Touq al-Mari, iki ülke arasında sürdürülebilir ekonomik ortalığa dayanan "yeni bir dönemin başladığını" söyledi. Nasıl değerlendiriliyor? Doların, tarihte ilk kez 13,5'i görmesinden sonra Ankara'nın zor bir dönemden geçen ekonomiyi canlandırmak için dış yatırıma önem verdiği belirtiliyor. BAE'den gelen yatırımların Türkiye için "yaşam koridoru" yaratıp yaratmayacağı sorusu da öne çıkıyor. BAE'nin İran karşısında yalnız kalmak istemediği de ileri sürülüyor. İki ülkenin ekonomik uzlaşmaya varması, kimi yorumlara göre Ankara'nın geçmişteki anlaşmazlıkları geride bırakmaya hazır olduğuna da işaret ediyor. Ekonomik çıkmaz: Avrupa Dış İlişkiler Konseyi'nin Körfez uzmanı Cinzia Bianco; Erdoğan'ın azalan popülaritesinin ve Türkiye'nin içinde bulunduğu ekonomik çıkmazın Ankara'nın BAE konusunda fikir değiştirmesine neden olduğunu düşünüyor. Yatırımcılar endişeli mi? Middle East Eye'ın Abu Dabi merkezli bir kaynağa dayandırdığı haberine göre, yatırımcıların kurdaki dalgalamalardan rahatsız olduğu ve satın almayı planladıkları sektörlerin ucuzlamasından endişe duydukları iddia ediliyor. Öte yandan Abu Dabi Kalkınma Holdingi Yönetim Kurulu Başkanı Mohamed Hasan Al Suwaidi'nin "BAE Türkiye'ye yatırım yapmak üzere, 10 milyar dolarlık bir fon ayırmıştır." sözleri yatırımcıların çekince duymadığını, aksine yeni yatırımların da kapıda olduğunu gösteriyor.

"Sürdürülebilir ekonomik ortaklık"

Kasım 25, 2021

·

Makale

Politika mı deney mi?

Dün TL'nin değer kaybı %20'ye yaklaştı; Dolar/TL 13,50 seviyesini aşarken Avro/TL 15,20'ye kadar çıktı. Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan TCMB'nin politika faizini düşürmesini olumlu karşıladığını belirterek yeni ekonomi politikası hakkında şu ifadeleri kullanmıştı: "Yüksek faiz-düşük kur kısır döngüsü yerine yatırım, üretim, istihdam, ihracat odaklı ekonomi politikamızla ülkemiz için en doğru olanı yapmakta kararlıyız. Kurdaki yükselişe bağlı fiyat artışı yatırım, üretim ve istihdamı doğrudan etkilemez. Kurdaki rekabet gücü yatırım, üretim ve istihdamda artışa yol açar. Ülkemizi bunca tuzaktan, badireden nasıl çıkardıysak Allah'ın yardımı ve milletimizin desteğiyle bu ekonomik Kurtuluş Savaşı'ndan da zaferle çıkartacağız." Dolar neden bu kadar hızlı yükseliyor? TL'nin hızlı düşüşü ve doların ani yükselişinde ana etken olarak Erdoğan’ın yatırım ortamı için TCMB'yi faiz indirimine " zorlaması" görülüyor . Bir yandan dünyada enflasyon kaynaklı faiz artırımları yapılırken Türkiye'de sürekli faiz indirimine gidilmesi de TL'yi en fazla değer kaybeden para birimlerinin zirvesine yerleştiriyor. Ayrıca resmî rakamlara göre %20 olan enflasyona karşılık faizin %15'e düşürülmüş olması da nedenlerden biri. Erdoğan ne düşünüyor? Erdoğan ve hükümet yetkilileri son dönemde ekonomi politikasında bir nevi değişikliğe giderek faiz indirimiyle kur artışını destekleyip ülkeye yapılacak yatırımları ve ihracatı artırmayı böylece cari açığı düşürmeyi ve enflasyonu azaltmayı hedefliyor. Ekonomist Mahfi Eğilmez yetkililerin senaryosunu şöyle anlatıyor: "Bu uygulama sonucunda cari açığın düşeceğini, kurun yüksekliğinin bir çeşit ithal ikamesi yaratarak yerli üretimi artıracağını savunuyorlar. Kurgulanan bu gelişme gerçekleşirse enflasyon üzerindeki kur baskısı azalacak, sonuçta enflasyon düşecek." Bir adım geriden: Eylül ayından bu yana TCMB faiz indirimini %19'dan %15'e kadar düşürdü. Bu süreçte enflasyonda beklenen düşüşün sağlanamamasının ardından TCMB Başkanı Kavcıoğlu çekirdek enflasyona "ağırlık vereceklerini" açıkladı; ancak çekirdek enflasyonda da beklenen düşüş gerçekleşmedi. Bu gelişmelerin üzerine Kavcıoğlu geçtiğimiz ay "faizi düşürerek kurun yükselmesine izin vereceklerini bunun cari açığı gerileteceğini ve bu yolla enflasyonda düşüş gerçekleşmesini beklediklerini" ifade etti. Kamuoyunun hükümetin yeni ekonomi politikasını ilk kez bu açıklamayla öğrendiğini vurgulayan Eğilmez, Kavcıoğlu'nun bu açıklamasının daha sonra hükümet tarafından da dile getirilmeye başladığını belirterek "Ne var ki herhangi bir ekonomi politikası metninde yer almadığı için bu söylenenlerin gerçekten bilerek izlenen bir politika mı yoksa ortaya çıkan sonuçlara göre uyumlandırılmış bir söylem mi olduğu konusu aydınlanmadı." diyor. Nasıl yorumlanıyor? Hükümetin "yeni ekonomi politikası" ekonomistler tarafından genel olarak eleştiriliyor ve tepki topluyor. Eleştirilerin temel nedenini Erdoğan'ın "faiz inerse enflasyon da iner" bakış açısı oluşturuyor. Birçok alan uzmanı, bu görüşü " sıra dışı" olarak yorumluyor. Ayrıca "kur artışıyla yatırımın artacağı" beklentisi de eleştirilen bir diğer önerme olarak karşımıza çıkıyor. Yatırımların yalnızca kur artışına bağlı olmadığı özellikle siyasi istikrar, piyasa güveni ve risk unsuru gibi faktörlerin de bu konuda önemli ana etkenler olduğu hatırlatılıyor. Deney: Ekonomist Timothy Ash yaşananları "Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın büyük ve başarısız ekonomi politikası deneyi" olarak tanımlıyor. Medya Günlüğü yazarı İsmail Boy, "Dolarda ne oluyor?" başlıklı yazısında hükümetin Merkez Bankası'na "piyasalara sakın müdahale etme" talimatı vermiş gibi göründüğünü, bu şekilde dövizi tamamen serbest bırakarak yükselebildiği kadar yükselmesine göz yumup ihracatta artış, ithalatta azalış yaratılacağının düşünüldüğünü ifade ediyor. Bu şekilde "cari açığın kapatılacağının" değerlendirildiğini belirten Boy, bunun ne kadar gerçekleşebilir olduğunu soruyor ve "kur artışı ile ihracat artışı arasında direkt bir ilişki olmadığını" kanıtlayarak sorunun cevabını veriyor. Eğilmez yazısının sonundaki değerlendirmede "Faiz ve kur üzerine ekonomi politikası kurulmaz. Ekonomi politikasının amacı nedenleri düzeltmek ve sonuca gitmek olmalıdır. Faiz sonuçtur. Eğer faizi belirli bir noktaya indirmek istiyorsanız politikanızı riskleri düşürmek üzerine kurmanız gerekir." diyor. Ekonomist Özgür Demirtaş, "Size Yalvarıyorum artık hata yapmayın. Faiz düşünce enflasyon patlar. Faiz kendiliğinden değil de emirle düşünce: Dolar, euro, altın, emlak, arsa, her türlü mal fiyatı fırlar. Öyle olunca bunları elinde tutan zenginler daha zengin, malı mülkü olmayan fakirler daha fakir olur." ifadelerini kullanıyor. İktisatçı Yalçın Karatepe, "Kriz aşamasından çöküşe geçiş çok hızlı oluyor" derken eski TCMB Başekonomisti Hakan Kara, "Dalgalı kur rejiminde ikinci kez serbest düşüş yaşamayı başaran ülke olarak tarih geçiyoruz. Sadece ve sadece temelsiz bir ısrar uğruna. Yanıldığınızı kabul etmek de bir erdemdir. Çok geç olmadan lütfen bu ısrardan dönün." diye tepki gösteriyor.

Politika mı deney mi?

Kasım 24, 2021

·

Makale

Yılın son faiz kararı

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, 2021'in son Para Politikası Kurulu toplantısında politika faizini 100 baz puan indirimle %14 olarak belirledi. Beklentiler, 100 baz puanlık indirim yapılması yönünde ortaklaşıyordu. Neler olmuştu? Tüketici fiyatlarında Kasım 2021'de yıllık bazda %21,31 artış görülmüştü. Enflasyon, üç yılın zirvesine çıkmıştı. 18 Kasım'da açıklanan faiz kararının ardından 11,30'un üzerini gören dolar/TL, bugün karardan önce 15,10 seviyelerindeydi. Bu süreçte Cumhurbaşkanı Erdoğan "faiz sebep, enflasyon netice" söylemini yinelemiş; "yüksek faiz döngüsü yerine yatırım, üretim, istihdam, ihracat, büyüme odaklı" bir ekonomi politikası izlediklerini söylemişti. Ekonomist Timothy Ash , yeni politikayı "Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın büyük ve başarısız ekonomi politikası deneyi" olarak tanımlamış; ekonomist Mahfi Eğilmez de "herhangi bir ekonomi politikası metninde yer almadığı için bu söylenenlerin gerçekten bilerek izlenen bir politika mı yoksa ortaya çıkan sonuçlara göre uyumlandırılmış bir söylem mi olduğu konusu aydınlanmadı" yorumunda bulunmuştu. 23 Kasım'da dolar/TL 13,5'i görmüş, TCMB vatandaşları "gerçekçi olmayan ve iktisadi temellerden tamamen uzak değerlerde" yapılacak işlemlerden doğacak kayıplar konusunda uyarmıştı. TCMB; 1, 3, 10 ve 13 Aralık tarihlerinde, 13 gün içinde dört kez döviz piyasasına doğrudan satım yoluyla toplamda yaklaşık 4 milyar dolar düzeyinde olduğu tahmin edilen müdahalelerde bulunsa da müdahalelerin etkileri kısıtlı kalmıştı. Aralık ayının başında Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan'ın yerine Nureddin Nebati getirilmişti. Son olarak dün gece bakan yardımcılığı ve genel müdürlük seviyesinde bazı görev değişiklikleri gerçekleşmişti. Türk lirası, dolar karşısında yıl başından bu yana %50'nin üzerinde değer kaybetti. İlk yorumlar

Yılın son faiz kararı

Aralık 16, 2021

·

Makale

Medyada "fon" tartışması

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından çarşamba akşamı yayımlanan bir açıklamada "Türkiye'de faaliyet gösteren bazı medya kuruluşlarına yabancı ülkelerden fon sağlandığına dair haberlere ilişkin, ‘Yeni kisveler altında beşinci kol faaliyetlerine müsaade etmeyiz.’" ifadeleri kullanıldı. İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un açıklamasında "Yabancı devletlerin veya kuruluşların fonlarıyla ülkemizde faaliyet gösteren medya kuruluşlarına yönelik bir düzenleme ihtiyacı olduğu açıktır." ifadelerine yer verildi ve "ihtiyaç duyulan düzenlemelerin en kısa sürede tamamlanacağı" belirtildi. Tartışmalar nasıl başladı? Tartışmalar, Odatv’nin Türkiye’den Medyascope, Serbestiyet, 140Journos ve P24 gibi medya kuruluşlarının ABD merkezli Chrest Foundation'dan destek aldığını haberleştirmesiyle başladı. Daha önce Türkiye’den Anadolu Kültür Derneği, Hrant Dink Vakfı, İKSV, Sabancı Üniversitesi, EDAM gibi organizasyonlara da destek veren vakfın internet sitesinde açık olarak bulunan bilgilerden derlenen haberde Ruşen Çakır’ın sahibi olduğu Medyascope öne çıkarıldı ve Medyascope’un 2016-2020 yılları arasında aldığı toplam desteğin 476.720 dolar olduğu yazıldı. Odatv’nin haberi; soL Haber, Yeniçağ, Ulusal, Yeni Akit, İnternet Haber gibi platformlarda da yer aldı. Bir adım geriden: Afganistan'dan Türkiye'ye göçle ilgili gelişmelerin ardından yükselen tartışmalarda "fonlanan" gazetecilerin, akademisyenlerin ve sivil toplum kuruluşlarının göçmenlerle ilgili "pozitif bir algı yarattığı" iddia edilmişti. 19 Temmuz'da altay horda isimli bir kullanıcının ekşisözlük'te açtığı "mülteci güzellemesi yapan satılmış akademisyenler" başlığında Ruşen Çakır'ın ve Nevşin Mengü'nün isimleri yer alıyordu. Tartışmaların odağındaki Medyascope'un künye sayfasında Chrest Vakfı, European Endowment For Democracy, Heinrich Böll Stiftung ve Sida gibi kuruluşlar tarafından desteklendiği açık bir şekilde belirtiliyor. Medyascope'un aldığı hibelerin amacı, vakfın internet sitesinde " Tarafsız, ana akım haber yapımcılığı ve yayıncılığı" ve "Tarafsız ana akım haber üretimi, yayını ve genç gazetecilere yönelik eğitimler" olarak ifade ediliyor. Medya nasıl hayatta kalıyor? RSF'in 2021 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi, 180 ülkenin %73'ünde gazeteciliğin tamamen ya da kısmen engellendiğini gösteriyor. Yine RSF'in Medya Sahiplik Monitörü kapsamında gerçekleştirdiği araştırmalar, medya kuruluşlarının belirli sermaye sahiplerinin elinde toplanmasını tanımlayan yatay yoğunlaşma için Türkiye'de yazılı basın ve internet medyasında sırasıyla %60 ve %83 oranlarını kaydediyor. Bu sahiplik ilişkilerinde taraf olmayan medya kuruluşlarının varlıklarını sürdürebilmesi reklam gelirlerine, kitle fonlamaya, aboneliklere ya da fonlara dayanıyor. Artan siyasi baskılar, cezalar ve reklam ambargoları birçok medya kuruluşunu zora sokuyor. Tehditler arttıkça demokrasi, doğal olarak kamu yararı gözeterek yayın yapma gayretinde olan ve hâlihazırda finansal güçlükler çeken medya kuruluşları da fon sağlayıcıların ilgi duyduğu konulardan biri hâline geliyor. Türkiye’de ise AB, BM, uluslararası sivil toplum kuruluşları gibi organizasyonların verdiği fonlardan faydalanan STK'lar ve medya kuruluşları eleştiriliyor. Filiz Gazi'nin Duvar için geçtiğimiz yıl hazırladığı özel haber fon tartışmalarının birçok boyutuna değiniyor. Kimler, ne dedi? Yakın zamanda Sınır Tanımayan Gazeteciler'in (RSF) yönetim kuruluna üye olarak seçilen Kadri Gürsel, "Türkiye’de bağımsız medyanın, iktidarın reklam ambargoları karşısında fon desteği bulmadan yaşayamayacağı açık iken, @Medyascopetv fon desteği aldığı kuruluşları sitesinde zaten ilan etmiş iken “#Medyascope’a bu saldırı neden şimdi?” diye sormak lazım" yorumunda bulundu. Orta Doğu Enstitüsü Türkiye programının kurucu direktörü Gönül Tol ise "Medyascope gibi toplumsal yönelimli, kar amacı gütmeyen, kamu yararı gözeten platformlar Türkiye gibi ülkeler için hayati öneme sahip. Dünyanın her yerinde bu tür platformlar şahsi bağışlarla ve vakıfların verdiği fonlarla finanse ediliyor. Amerika’nın PBS, NPR gibi en tarafsız en saygıdeğer medya kuruluşları bu şekilde finanse ediliyor ve tam da bu sebeple CNN gibi, Foxnews gibi yanlı yayınlardan uzaklar." yorumunu paylaştı. Belgesel sinemacı ve yazar Ümit Kıvanç ise Duvar'daki yazısında "Yurtdışından destek almaya “ihanetin belgesi” muamelesi yapılırsa Türkiye’de sivil toplum faaliyetleri alanının ne hâle geleceğini zihnimizde canlandırabiliyor muyuz? Ya da bir anda doğrudan ceza sahasına dalıp şöyle sorayım: Medyascope’un var olması mı iyi olmaması mı?" ifadelerine yer verdi. Geçtiğimiz günlerde TRT Yönetim Kurulu'na atanan Hilal Kaplan; haberi, "Bunun sadece bir kaynaktan aldıkları fon olduğunu belirtmekte fayda var. "Özgür" basın, bunu da yazın" notuyla paylaştı.

Medyada "fon" tartışması

Temmuz 23, 2021

·

Makale

Yeni anayasa tartışması

Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, grup toplantısında bir kez daha siyasi partilere yeni anayasa teklifi konusunda beraber çalışma çağrısı yaptı. Ne olmuştu: Erdoğan, kabine toplantısı sonrası yaptığı açıklamada “Türkiye'de sorunların kaynağının 1960'tan beri darbeciler tarafından yapılan anayasalar olduğunu” vurgulayarak yeni bir anayasanın sinyalini vermişti. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu’na yapmış olduğu ziyarette yeni anayasaya dair yorumlarını paylaştı . Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın açıklamalarını samimi bulmadığını belirterek "Bu tartışmayı başlatabilmeniz için önce var olan anayasaya uymanız gerekir," dedi. Karamollaoğlu ise daha sonra görüş bildireceğini iletti. Görüşmenin ardından parti grup toplantısında konuşan Karamollaoğlu, "Yeni Anayasa için 1921 ruhu ortaya konacaksa 1. Meclis'in ruhu Türkiye'de tekrar hayata geçirilmelidir,” ifadesini kullandı. Şartlar: Anayasa değişikliğinin yapılması için 360 milletvekilinin onayının ardından referandum ile halk iradesine sunulması veya referanduma ihtiyaç olmadan 400 milletvekilinin kabulü gerekiyor. Şu anda Cumhur İttifakı'nın oyları, anayasa değişikliği teklifi için yeterli olsa da referandum veya kabul için yeterli değil. İttifakın diğer partileri de yanına çekmesi gerekiyor. Bu nedenle beraber çalışmak için ciddi çağrılar yapılıyor. Yol haritası: AK Parti Grup Başkanvekili Muhammet Emin Akbaşoğlu, dört aşamalı bir yol haritasının söz konusu olduğunu, ilk olarak “Yeni Anayasa Bilim Kurulu” oluşturulacağını, taslak metnin bütün muhalefet partileri ve sivil toplum kuruluşlarıyla mutlaka enine boyuna tartışılacağını, 600 milletvekilinin tamamının bu teklife “evet” demesi durumunda dahi mutlaka referanduma sunulacağını söyledi . Akbaşoğlu, muhalefet partilerinin bu konuya ilgisiz kalmaları durumunda çalışmaların Cumhur İttifakı tarafından yürütüleceğini ekledi. Akademiden tepkiler: Anayasa Hukuku Doçenti Tolga Şirin , Medyascope’ta yayınlanan bir programda “Realist açıdan anayasa yürürlükte değil… Anayasanın yürürlüğe konulmasına ihtiyacımız var… Anayasa yürürlüğe girmeden de anayasada değişiklik yapamazsınız,” ifadelerini kullandı . Anayasa Hukuku Profesörü Kemal Gözler ise “Tali kurucu iktidarın yeni bir anayasa yapamayacağını; sadece mevcut bir anayasada, yine o anayasanın öngördüğü usule uyarak değişiklik yapabileceğini söyleyebiliriz. Uzun lafın kısası, tali kurucu iktidar, anayasa tarafından kurulmuş bir iktidar olarak anayasayı ilga edip, yerine yeni bir anayasa yapamaz,” diyerek teknik olarak bunun mümkün olmadığını belirtti. Cumhuriyet’in haberine göre AK Parti’nin MHP ile birlikte yapmak istediği; sonrasında muhalefet partilerine sunacağı anayasa taslağında cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile ilgili taviz verilmeyecek. Cumhurbaşkanı seçimlerinde ilk turda geçerli olan %50 artı 1 oy oranı şartı geçerliliğini koruyacak. Muhalefetin bugüne kadar yapmış olduğu değişim ve seçim çağrılarının ise en güçlü temeli “güçlendirilmiş parlamenter sistemin" getirilmesi noktasında hemfikir olmalarıydı. Cumhur İttifakı'nın yeni hükümet sisteminden taviz vermemesi; Anayasa ilk dört maddenin tartışılıyor olması ve 1921 Anayasası’na atıf yapılması yeni bir muhalefet yaratabilir gibi duruyor. 1921 Anayasası üzerinden yalnızca kuvvetler birliği tartışmaları değil laiklik tartışmaları da yükselerek devam ediyor. Bu durum ise muhalefete sağ partileri yanına almak için meşruiyet zemini oluşturuyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan , yeni anayasa ihtiyacından söz ederken darbe anayasasının olumsuzluklarını yineleyerek bu çağrıyı yaptı; ancak bu anayasa, bugüne kadar on dokuz kez değişikliğe uğradı ve anayasanın neredeyse %60’tan fazlası değiştirildi. Anayasa'nın darbe döneminden kalan ögeleri, özellikle 2001 ve 2004 yıllarında değiştirilmiş; hatta cuntayı koruyan bazı hükümler de 2010 yılında kaldırılmıştı. Diğer yandan, en köklü değişiklik üzerinden dört yıl bile geçmedi. Anayasa, kuruluş tarihi ile nitelendirildikçe de darbe anayasası olması üzerinden geliştirilen yeni arayışlar değişmeyecek gibi görünüyor.

Yeni anayasa tartışması

Mart 10, 2021

·

Makale

Emekli amirallerin bildirisi

104 emekli amiralin “son zamanlarda gerek Kanal İstanbul, gerekse uluslararası antlaşmaların iptali yetkisi kapsamında Montrö Sözleşmesi'nin tartışmaya açılması endişe ile karşılanmaktadır . Montrö, Türkiye'nin herhangi bir savaşta, savaşan taraflardan birinin yanında istemeden savaşa girmesini önleyen bir sözleşmedir”, “TSK ve Deniz Kuvvetlerimizi Atatürk'ün çizdiği çağdaş rotadan uzaklaşmış gösterme çabalarını kınıyor ve tüm varlığımızla karşı çıkıyoruz” gibi ifadelere yer verilen bir bildiri yayımlaması siyasetin gündemine oturdu. Bir adım geriden: Geçtiğimiz haftalarda TBMM Başkanı Mustafa Şentop'un “Cumhurbaşkanı’nın teknik olarak Montrö’yü feshedebileceğini” söylemesinin yanı sıra üniformalı ve sarıklı bir amiralin namaz kıldığı görüntüler yayımlanmıştı. Soruşturma: Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, bildiri hakkında "devletin egemenliğine, birliğine ve Anayasa düzenine karşı suçları” düzenleyen TCK’nın 316. maddesi kapsamında soruşturma başlattı. Aralarında hükümetin Doğu Akdeniz politikasının temelini oluşturan “Mavi Vatan” doktrininin önde gelenlerinden, FETÖ kumpası Balyoz davasında hapis yatan emekli Amiral Cem Gürdeniz’in de olduğu 10 imzacı gözaltına alındı ve evleri arandı. Yaşları daha ileri 4 kişi ifadeye çağrıldı. Soruşturmada bildirinin hazırlanma sürecinden, yayımlanan son içeriğinden, yayımlanacağı tarih ve saatten haberdar olup olmadıklarının sorulacağı, muvazzaf subaylarla bağlantıların araştırılacağı ve yeni gözaltılar olabileceği öğrenildi. Bildiriye imza atan emekli askerlerin lojman ve koruma hakları iptal edildi. Diğer bildiriler: Daha önce 126 emekli büyükelçi “Kanal İstanbul’un Montrö’yü tartışmaya açacağını” ifade eden bir bildiri yayımlamıştı. Dün, bildiride ismi yer alan eski MHP milletvekili Ertuğrul Kumcuoğlu partisinden kesin ihraç talebiyle disipline sevk edildi. Ayrıca 1976-1984 yılları arasında Deniz Lisesi ve Deniz Harp Okulu’nda eğitim almış "Deniz Aslanları” adlı bir grup da “çeşitli tarikat ve cemaat faaliyetlerine alenen ve resmi üniforma ile katılma cüreti gösteren Silahlı Kuvvetler personelinin görüntüleri kaygı verici gelişmelerdir” cümlelerinin kullanıldığı bir bildiri yayımlamıştı. Bildiride imzacı olarak gösterilen 10'dan fazla isim ise imzacı olmadığını açıkladı. Öte yandan, dün de 96 eski milletvekili “Kişi ya da kurumların ülke çıkarları söz konusu olduğunda, görüş açıklamalarından daha doğal ne olabilir? Darbecilik suçlamalarını kınıyoruz. Montrö Sözleşmesi’nin tartışılmaya açılmasını doğru bulmuyoruz.” ifadelerine yer verilen bir bildiri paylaştı. Erdoğan’ın açıklaması: Bildiriyi “art niyetli, ifade özgürlüğü kapsamının dışında ve darbe imalı” olarak tanımlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “milletin seçtiği yönetimi tehdit etme cüretini gösterenlere hadlerinin yine milletimizle gösterileceğini”, “sarıklı amiralin münferit bir olay olduğunu ve sıcak bakmadıklarını”, “Montrö’den çıkmak gibi bir niyet olmadığını, Kanal İstanbul’un Türkiye’yi Montrö'deki sınırlamaların dışında tamamen kendi egemenliğinde bir alternatife kavuşturacağını” söyledi. “İhtiyaç ortaya çıkarsa, ülkemizi daha iyisine kavuşturmak üzere her sözleşmenin gözden geçirilebileceğini” ifade eden Cumhurbaşkanı Erdoğan, “işin merkezinde olan” CHP’yi “demokrasiden yana tavır almaya” çağırdı ve tartışmanın “sivil anayasaya geçişin ispatı” olduğunu vurguladı. Tepkiler: Millî Savunma Bakanı Hulusi Akar “bildirinin demokrasiye zarar vereceğini, askerî personelin motivasyonunu olumsuz etkileyeceğini, düşmanları sevindireceğini” söyledi. Bildirinin darbe çağrıştırdığını söyleyen pek çok hükümet üyesi çok sert tepki gösterirken 910 dernek, 408 vakıf, 27 üniversite, 114 oda, 550 sendika ve 46 federasyon bildiriye ilişkin suç duyurusunda bulundu. MHP lideri Devlet Bahçeli de “muhtıra tarzındaki bildiriye imza atan vesayetçi amirallerin rütbelerinin sökülmesi” çağrısı yaptı. Öte yandan, Bahçeli’nin 2004’te 313 generale "siyasi iktidarı uyarmaları" için mektup yazdığı haberi yeniden gündem oldu. Muhalefetten tepkiler: CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu "Bu sahte gündemler tutmaz. Halkımızın tek gerçek gündemi sofrasıdır" açıklamasında bulunmuş, İYİ Parti lideri Meral Akşener, pazar günü bildiriyi “zevzeklik” olarak tanımlarken ekonomik sorunların konuşulması gerektiğini, iktidara bildirinin “üzerinde tepinme” şansı doğduğunu söylemişti. Akşener dün ise “şekil olarak yanlış bulduğu” bildiriye imza atanlar hakkında verilen gözaltı kararlarını eleştirdi ve “muhalefete hakaret eden kamu görevlilerinin zevzekliklerinin de gözaltına alınarak soruşturulmasının takipçisi olacaklarını” belirtti. “Askerlerin siyasete yönelik hadsiz müdahaleleriyle dolu acı hafızanın depreştirilmemesi” çağrısı yapan DEVA Partisi lideri Ali Babacan hükümetin Kanal İstanbul tartışmasını lehine çevirmek için bu bildiriyi kullanabileceğini söyledi. Bildiriyi “kötü niyetli bir sorumsuzluk” olarak tanımlayan Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu ise “Montrö konusunda Türkiye’nin ve Boğazların geleceğini riske edecek hiçbir adım atmama” çağrısı yaptı. Saadet Partisi lideri Temel Karamollaoğlu da bildiri yöntemini eleştirirken ifade özgürlüğü hatırlatması yaptı. İddia: Gazeteci Rasim Ozan Kütahyalı, “6 Şubat’ta yayımlanan ve askeriyedeki tayin ve terfilerde Milli Savunma Bakanlığı’nı yetkili kılan kararnamenin ulusalcı subaylarda tasfiye paniği yarattığını, emekli amirallerin muvazzaf askerler tarafından dolduruşa getirildiğini”, konunun Montrö’yle ilgisi olmadığını iddia etti. NATO’culuk tartışması: Her ne kadar Vatan Partisi lideri Doğu Perinçek “bildirinin Atlantik kaynaklı olduğunu” söylese ve Sabah gazetesi yazarı Hilal Kaplan “NATO'culara geçit verilmeyeceğini” ifade etse de Birgün gazetesi hükümetin Montrö’ye yönelik tutumunu “Biden’a selam çakmak” olarak yorumladı. Cumhuriyet gazetesi de son haftalarda Rusya ile savaşın eşiğine gelen Ukrayna’ya açık ABD desteğini ve Montrö’nün ABD donanmasının boğazdan geçmesine engel olduğunu hatırlattı. Ne olacak? Gazete Duvar yazarı Ümit Kıvanç, “bildirinin iktidara verebileceği esas zararın koalisyon ortakları arasında yaratacağı şüphe, tedirginlik ve güvensizlik ortamı” olabileceğini söylerken gazeteci Murat Yetkin , “ Erdoğan’ın bildiriden çıkan mağdur söyleminin rüzgârıyla erken seçime gidebileceğini ya da muhalefeti susturacak yeni önlemlere başvurabileceğini” belirtti. Sabah yazarı Hasan Basri Yalçın ise “her türlü muhtıra denemesinin darbeci zihniyetin ve dış bağlantının göstergesi olduğunu, dış bağlantıyı yakında göreceğimizi” savundu.

Emekli amirallerin bildirisi

Nisan 6, 2021

·

Makale

İttifakların geleceği

24 Haziran 2018’deki son genel seçimin üzerinden iki buçuk yıl geçti. Yani iki genel seçim arasındaki dönemin tam ortasındayız. Güncel anketlerin geneli, seçimin hiçbir aday ve parti için garanti olmayacağını, %1 oy oranının bile çok büyük farklar yaratabileceğini gösteriyor. Bu da ittifaklara dair tartışmaları hızlandırıyor. Erdoğan’ın görüşmeleri: 2018’de hükümetin ikna çabalarına rağmen Millet İttifakı’nda yer alan ve %1,30 oy alan Saadet Partisi, 2019 yerel seçimlerine kendi adaylarıyla girmişti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Saadet Partisi Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Oğuzhan Asiltürk’ü evinde ziyaret etmesi, Cumhur İttifakı’nın genişlemeye çalıştığı yorumlarına sebep oldu. Erdoğan, “Benim bu ziyaretim hem bir nezaket hem de bu ittifak meselesinde bir seçim ittifakı mı olur geleceğe yönelik, biz terörle mücadele verirken her türlü desteğin bizim yanımızda olması lazım.” sözleriyle niyetini belli etti. Hürriyet gazetesi yazarı Abdülkadir Selvi, “Millî Görüş’ün manevi lideri” olarak tanımladığı Asiltürk’ün, “parti lideri Temel Karamollaoğlu’nun üslubunu sert bulduğu, CHP ile fazla angaje olduğunu düşünebileceği” iddiasında bulundu. Görüşmenin ardından Karamollaoğlu, Asiltürk ile arasında fikir ayrılığı olmadığını, “ ittifak konusunu konuşmak için erken olduğunu” söyledi. Partinin eski lideri Mustafa Kamalak, “tabanın AK Parti ile ittifak konusundan rahatsız olduğunu ”, parti sözcüsü Birol Aydın da “raydan çıkmış trene binmeyeceklerini” ifade etti. Demokratik Sol Parti Genel Başkanı Önder Aksakal da Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan randevu alarak bir görüşme gerçekleştirdi. Aksakal, “şimdiden kendilerini herhangi bir ittifakla bağlamayacaklarını, başka ittifak yapılarının da ortaya çıkabileceğini” dile getirdi. Erdoğan, Büyük Birlik Partisi ve Hür Dava Partisi ile de görüşmelerde bulunmuştu. Diğer tartışmalar: Geçtiğimiz haftalarda Demokrat Parti’nin Millet İttifakı’ndan ayrılacağı ve seçime tek başına gireceği iddia edildi. Partinin Genel Başkanı Gültekin Uysal, “"Demokrat Parti’nin bir yere gittiği yok! Durduğumuz yerde duruyoruz.” açıklamasında bulundu. Yeni kurulan Türkiye Değişim Partisi’nin lideri Mustafa Sarıgül “herhangi bir ittifakta yer almayacaklarını” açıklamıştı. Memleket Hareketi’ni partileştirmesi beklenen Muharrem İnce ise “Millet İttifakı’nın içinde olduklarını ama yola çıkarken ittifakla yola çıkmayacaklarını” söylemişti. Hükümete yönelik eleştirilerinin tonunu giderek sertleştiren DEVA Partisi ve Gelecek Partisi de Millet İttifakı’nda yer alacaklarına dair henüz bir garanti vermedi. Üçüncü ittifak iddiası: İYİ Parti’nin birkaç defa Cumhur İttifakı saflarına davet edildiği akıllardayken Milliyet gazetesi, CHP Parti Meclisi’nde “İYİ Parti’nin HDP ile yakınlık üzerinden sıkıştırılabileceği ve bunun üçüncü bir ittifakın oluşmasına ortam hazırlayabileceğine” dair endişelerin oluştuğunu öne sürdü. Akşam gazetesi de CHP’den kaynaklara dayanarak “İYİ Parti’nin CHP-HDP yakınlaşması sebebiyle üçüncü bir ittifak kurulmasına öncülük edebileceğini” iddia etti. Bu gelişmeler üzerine CHP ve İYİ Parti “ilk genel seçimlerde Millet İttifakı iktidarı kurulacağını”, partilerin “ilkeli ve kararlı” yürüyüşünün devam ettiğini belirten bir ortak açıklama yaptı. Cumhur İttifakı’nda çatlak iddiası: Cumhuriyet gazetesi yazarı Mustafa Balbay, AK Parti ile MHP arasında üç temel çatlak olduğunu iddia etti. Balbay, AK Parti’nin MHP’den gelen HDP’nin kapatılması çağrısına katılmamasının, İYİ Parti’yi Cumhur İttifakı’na çağırmasının ve İYİ Parti’nin hassasiyetleri doğrultusunda parlamenter sisteme dönüş konusunda adım atma ihtimali bulunmasının MHP’yi rahatsız ettiğini ve Cumhur İttifakı’nın geleceğini tartışmaya açtığını iddia etti. MHP lideri Devlet Bahçeli ise iddiaları “hayal ürünü” olarak nitelendirdi ve “Cumhur İttifakı’nı bozmayı hiçbir şartta aklından geçirmeyeceğini” ifade etti. Kanun değişikliği iddiası: Sabah gazetesi yazarı Mahmut Övür, hükümetin seçim yasası reformu kapsamında dar veya daraltılmış bölge sistemi, barajın %5'e düşürülmesi, ittifak içi baraj getirilmesi ve milletvekillerinin parti değiştirmelerinin zorlaştırılması gibi seçenekleri gündemine aldığını iddia etti. Övür, ayrıca parti genel başkanlarının parti üyelerinin oylarıyla seçilmesini sağlayan bir değişiklik de yapılabileceğini, bunun Muharrem İnce'yi yeniden CHP liderliği yarışına sokabileceğini öne sürdü. Cumhuriyet gazetesinde yer alan bir haberde ise hükümetteki düşüncenin dar bölge sisteminin HDP ve CHP'nin daha çok vekil çıkarmasına sebebiyet vereceği, barajın düşürülmesinin de muhalefet partilerinin öne çıkmasını sağlayabileceği şeklinde olduğu, dolayısıyla hükümetin reforma sıcak bakmadığı iddia edildi. Aktörler üzerinden siyaset: Oksijen gazetesi yazarı araştırmacı Bekir Ağırdır, iktidarın reel sorunlar sebebiyle azalmakta olan seçmen kitlesini ikna edemediğini kabullendiğini ve seçim stratejisini kitleleri ikna etmek yerine aktörler ve partiler üzerinden kurguladığını ifade ediyor. Artan reel sorunların kutuplaşmayı azalttığını ifade eden Ağırdır, “tüm seçmenlerin kimlikleriyle ilişkilendirdikleri partiyle ve diğer kimliklerle ilişkisini sorguladığı" bir dönemden geçtiğimizi söylüyor ve “deprem etkisi üretecek bir değişim” bekliyor. Partilerin ittifak stratejilerinde değişikliğe gitmesi hâlinde siyasetin geleceğini seçmenlerin partilerine olan sadakat seviyesi belirleyecek gibi duruyor.

İttifakların geleceği

Mart 10, 2021

·

Makale

50+1 kaçış mı, kurtuluş mu?

Siyasette net açıklamalar olmamakla birlikte erken seçim iddiaları sürüyor. Ekonomide verilen kararlar ve hem hükümet hem de muhalefet kanadının söylemleri iddiaları güçlendiriyor. Tüm bunların anketler üzerinde yansımaları da açıkça görünüyor. PİAR Araştırma Şirketi, Türkiye’nin 26 ilinde 2 bin 520 katılımcıyla gerçekleştirdiği son seçim anketi sonuçlarını geçtiğimiz günlerde paylaştı. Ankete göre kararsızlar dağıtılınca AK Parti'nin oy oranı %30,6, CHP %26,6, MHP %8,7, HDP %11,5, İYİ Parti %12,4, DEVA Partisi %6,0 ve Saadet Partisi ise %1,3 oy oranına ulaştı. Anketin sonuçları AK Parti ve ittifakı MHP’nin ise oy oranlarının ciddi oranda düştüğü şeklinde yorumlandı. Oy düşüşü yeni alternatifler mi aratıyor? Oy oranlarının anketlerdeki düşüşünün hükümet kanadında bir karşılığı olmadığını Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan geçtiğimiz haftalarda "Özellikle son dönemde ortaya atılan anketlerin kimler tarafından ne amaçla yapıldığı ortadadır. Bu tür anketlerle manipülasyonlardan ciddi anlamda bıktık.” sözleriyle belirtmişti. Ancak son haftalarda Cumhur İttifakı’nın seçimle ilgili farklı yöntemleri değerlendirmesinden bu ifadelerin çok da geçerli olmadığı çıkarılabiliyor. Neler oluyor? Erken seçim olmasa dahi seçim tarihinin yaklaştığı bir gerçek. Buna yönelik yalnızca Cumhur İttifakı değil Millet İttifakı ve diğer partilerin de çalışmaları bulunuyor. 6 parti koalisyonu: CHP, İYİ Parti, Gelecek Partisi, DEVA Partisi, Saadet Partisi ve Demokrat Parti’nin temsilcileri geçtiğimiz ay bir araya gelerek "Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem" vaadi üzerine bir seçim çalışması gerçekleştirdiklerini açıklamıştı. Partilerin bu konu üzerine çalışmalarının sürdüğü ve ayrıntılı olarak her konuda fikir birliği sağlamaya çalıştığı biliniyor. Baraj düşürme: Buna karşılık hükümet partisi AK Parti ve ittifakı MHP’nin de farklı çalışmaları bulunuyor. Eylül ayında Cumhur İttifakı yeni seçim yasası çalışmaları kapsamında %10 olan seçim barajının %7’ye düşürülmesi konusunda anlaştıklarını açıklamıştı. Hatta barajın daha da indirilebileceği söylenmiş; daha sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan yaptığı açıklamayla %7 üzerinde net bir anlaşma sağlandığını açıklamıştı. Yeni tartışma: 50+1 Cumhurbaşkanı Erdoğan'la 10 Kasım’da görüşen Saadet Partisi lideri Temel Karamollaoğlu görüşmenin ardından cumhurbaşkanının “50+1’in mahsurlu olduğunu anladık. 50+1’i o zaman bu kadar sıkı bir şeye bağlamamamız gerekirmiş. Onun farkına vardık” ifadelerini kullandığını söyledi. Bu ifadeler uygulamanın değiştirilebileceği sinyalinin verildiği şeklinde yorumlandı. 50+1 nedir? Bu sistem Türkiye’de 2017’deki anayasa değişikliğiyle kabul edildi ve 2018'de uygulandı. Basitçe, özellikle Başkanlık sistemiyle yönetilen ülkelerin seçimlerinde uygulanan, başkan adayının seçmenin yarısının oyunu alması ve üzerine bir oy daha alarak çoğunluğu sağlaması kuralı olarak açıklanabilir. Başkanlık sisteminin çoğunluğu gerektirmesi nedeniyle uygulandığı belirtilir. %50+1’in sağlanamaması durumundaysa 15 gün sonra ikinci tur seçimi yapılır. Daha önce ne oldu? 2018 yılında gerçekleşen seçimlerde Cumhur İttifakı adayı Recep Tayyip Erdoğan %52,59 oy oranıyla çoğunluğu sağlayarak Cumhurbaşkanı olmuştu. Neden eleştiriliyor? Başkanlık sisteminin başlı başına eleştirilmesinin yanı sıra 50+1 kuralı da yoğun olarak eleştirilen bir metot. “Demokratik olarak çoğunluğun sağlanması” olarak görülse de Türkiye’yi kaosa sürükleyeceğine dair bir görüş de hâkim. Sözcü Gazetesi yazarı Aytunç Erkin’e konuşan Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu Üyesi Cemil Çiçek kuralla ilgili şu eleştiriyi yaptı: “Anayasa toplantısında 50 +1'in hem bugün hem de gelecekte önemli sıkıntılara sebebiyet vereceğini ve Türkiye'yi bir kaosa sürükleyeceğini söyledim yine söylüyorum… İktidarın da tereddütleri var muhalefetin de. Çünkü, bir partinin desteğine ihtiyaç var. (Örneğin %50+1'i aşmak için kapatma davası açılmış bir partinin desteği gerekiyor.) Diyelim ki, parlamenter sistem doğrudur. Ama Haziran 2023'teki seçim bugünkü sisteme göre yapılacak... Meclis'te 360 çoğunluk elde edilemedi. Parlamenter sistemi isteyenler 320'de kaldı. O zaman ne olacak? 5 yıl bu sistemle gidilecek. Bu sistemle Türkiye 5 sene bir belirsizliğe girmiş olacak.” Dün Sözcü yazarı Deniz Zeyrek ise yazısında, AK Parti’de önemli görevlerde bulunan hukukçu tanıdığının bu konu hakkındaki görüşlerini paylaştı. Zeyrek yazısında tanıdığının şu ifadelerine yer verdi: "Başkanlık sistemi dendi mi %50+1 şarttır. Başkanlık sistemi çoğunluk gerektirir. %30'la başkan seçilmez bu nisbi temsildir ve sadece parlamenter sistemde olur. Başkanlık sistemini savunuyorsanız %50+1'i yakalayamayınca kaybedeceğinizi bilmelisiniz. Demokrasi dâhilerin değil, makullerin rejimidir… Bizim cari sistem, teorik temellerinden koptu ve Başkanlık sistemi değil Başkancı sistem oldu.” Neden değiştirilmek isteniyor? Başkanlık sistemiyle getirilen bu kuralın “değiştirilmek istenmesi” yorumunun farklı nedenleri bulunuyor. İlk olarak Cumhur İttifakı’nın seçimde bu çoğunluğu sağlayamama düşüncesinin bulunduğu değerlendiriliyor. Bunun sonucundaysa ya ikinci tura kalınacağı ya da farklı partilerle ittifak arayışı içine girileceği yorumları yapılıyor. Geçtiğimiz hafta Saadet Partisi lideri ve Cumhurbaşkanı’nın görüşmesi de olası ittifak olarak yorumlanmıştı. Öte yandan hükümetin asıl endişesinin rakibi Millet İttifakı değil, 6 partinin son dönemde kurduğu koalisyon olduğu da söylenebilir. Yukarıdaki anketten de yola çıkıldığında olası bir senaryoda 6 partinin ortak vaatlerle ortak aday çıkarması; %50’nin üzerinde bir oy çoğunluğuyla ilk turda seçimi kazanmasını sağlayabilir. Bu da iktidar ve ittifakının büyük kaybı olarak tarihe geçebilir. Siyasilerin tepkileri AK Parti Erzurum Milletvekili İbrahim Aydemir, “%50+1 suni birtakım ittifakların önünü açıyor. İki dünya bir araya gelse birleşmeleri mümkün olmayanlar bir araya geliyorlar. Karşı tarafa kaybettirme adına yapıyorlar. Kazanma değil kaybettirme esaslı… Bu suni yapı da zeminde bir bozulmaya sebebiyet veriyor” dedi. AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik "Önümüzdeki seçimlere bu sistemle gidilecek. Yakınanların önerilerinin görülmesi lazım" dedi. HDP Grup Başkanvekili Hakkı Saruhan Oluç, “ ‘%50 1’i sorundur’ diyorsanız kaybedişinizin itirafını yapıyorsunuz. Tutturamazsınız 50 1’i. İktidar kurduğu tuzağa yakalandı” yorumu yaptı. CHP Genel Başkan Yardımcısı Muharrem Erkek, "Erdoğan aslında bir tükenmişlik sendromunu da ifade ediyor. Saray iktidarı tükendi. Sistemleri de iflas etti, kendileri de iflas etti. Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı, %50+1’in çok üzerinde oy alarak Türkiye’nin 13’üncü cumhurbaşkanı olacak” diye konuştu. DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, "Şu andaki iktidar, oyunun mevcut kurallarına göre yeniden seçilemeyeceğinin farkında varmış olmalı ki kuralları değiştirerek ‘acaba tekrar seçilebilir miyimin’ hesabına girmiş durumda." yorumunu yaptı. Değişiklik olabilir mi? Yaklaşık 2 yıl önce de bu konu hakkında birtakım tartışmalar çıkmış, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu dönemde, “%50+1’in %40+1’e çekilmesine yeşil ışık yaktığı” ancak ittifakı MHP’nin buna karşı çıktığı söylenmişti. 2 yıl sonra, bugünkü resme bakıldığında kural değişiminin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini MHP’nin değerlendirmelerinin ardından öğreneceğimizi söylemek mümkün.

50+1 kaçış mı, kurtuluş mu?

Kasım 16, 2021

·

Makale

Kanal İstanbul tartışmaları, yeniden

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum ; TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'ndaki görüşmelerinde milletvekillerinin Kanal İstanbul konusundaki soru ve eleştirilerine yanıt verirken "Kanal İstanbul'u kime sordunuz diyenlere cevabımız şu; milletimize sorduk. Cumhurbaşkanımızın milletinin onayına sunduğu, milletin de onay verdiği büyük bir projedir. Kanal İstanbul, boğazımızın özgürlük projesidir. %52'si yeşil alanlardan oluşan Türkiye'nin en çevreci şehircilik projesidir." ifadelerini kullandı. CHP Genel Başkan Yardımcısı Seyit Torun, Kurum'un açıklamalarına "Ne zaman halka sordunuz da onay aldınız? Sayın Bakan bir onay arıyorsa şunu bilmelidir: İstanbul halkı, son seçimlerde, 800 bin oy farkıyla Kanal İstanbul'a hayır demiştir.” ifadeleriyle yanıt verdi. Muhalefetin hamleleri İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı (İBB) Ekrem İmamoğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "güvenlik taleplerinin karşılanmaması" gerekçesiyle katılım göstermediği Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Zirvesi'nde Race to Zero başlıklı panele katıldı. İmamoğlu, panel kapsamında BM Genel Sekreteri António Guterres ve Londra Belediye Başkanı Sadık Khan 'la görüştü. İmamoğlu, "İstanbul'a dayatılan" Kanal İstanbul projesini pek çok açıdan kentin güvenliği için en ciddi risk kabul ettiklerini, bu projenin Birleşmiş Milletler Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları kapsamındaki 17 prensibe karşı olduğunu söyledi. İmamoğlu, finans kuruluşları dâhil dünya ölçeğinde tüm aktörlerle dayanışma çağrısında bulundu. Yaz başında iktidara gelmeleri hâlinde Kanal İstanbul ihalesine girecek şirketlerin "ağır bedeller ödeyeceğine" dikkat çeken CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, geçtiğimiz günlerde tüm büyükelçilere gönderdiği mektupta "Ülkenizdeki yatırımcılar, Kanal İstanbul gibi her yönüyle dünya iklimine karşı bir hareket olan bu projeyi desteklememelidir." demişti. Arazi satışı Bu tartışmalar sürerken dün Kanal İstanbul'un yapılacağı açıklanan bölgede üç ayrı arazinin HZL Bilişim isimli bir şirkete satışının Erdoğan tarafından onaylandığı öne sürüldü. Arnavutköy bölgesinde yer alan 27,4 dönüm arazinin toplamda 142,8 milyon liraya satıldığı belirtildi. İktisatçı yazar Mustafa Sönmez habere ilişkin "Orada Kanal İstanbul yapılmayacak. Yapılacakmış beklentisini satıyorlar. Orada bir yeni şehir kuruyorlar sadece, ama Kanal İstanbul üzerine hiçbir devlet dokümanında en ufak bir plan program, proje yok. Saray eliyle rant ruleti oynanıyor. Alış satışlardan büyük rantlar kazanılıyor." yorumunda bulundu. Halk ve sivil toplum ne diyor? MetroPOLL araştırma şirketinin haziran ayının sonunda yaptığı ankette Kanal İstanbul'un yapılmasını doğru bulmuyorum diyenlerin oranı %48,6 olarak görülüyor. Projeyi doğru bulan kesimi ise %37,6'lık bir grup oluşturuyor. İBB çatısı altında çalışan İstanbul Planlama Ajansı'nın İstanbul Barometresi 2021 Haziran çalışması ise katılımcıların %71,1'inin Kanal İstanbul projesine İstanbulluların karar vermesi gerektiğini, %62,7'sinin Kanal'dan daha öncelikli sorunlar olduğunu ifade ettiği belirtiliyor. Kazdağları İstanbul Dayanışması da projeye ilişkin herhangi bir referandum ya da plebisit olmadığına dikkat çekiyor ve bir "ekolojik kırım projesi" olan Kanal İstanbul'u insan türünün oylamasına sunmanın etik olmadığını dile getiriyor.

Kanal İstanbul tartışmaları, yeniden

Kasım 13, 2021

·

Makale

İç siyasetin nabzı yükseliyor

İYİ Parti İstanbul İl Başkanı Buğra Kavuncu, dün Halk TV'de gerçekleşecek bir canlı yayın öncesi bir kişinin yumruklu saldırısına uğradı. Saldırının "alçakça ve namertçe" olduğunu söyleyen Kavuncu, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın daha önce söylediği "Bunlar daha iyi günleriniz" gibi sözlerini hatırlatarak bu gibi ifadelerin bir cumhurbaşkanı tarafından kullanılmasının nelere yol açacağının herkes tarafından bilinmesi gerektiğine dikkat çekti. Saldırı sonrasında İYİ Parti temsilcileri başta olmak üzere Kemal Kılıçdaroğlu, Canan Kaftancıoğlu, Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu gibi isimler kınama mesajları paylaştı. Bir adım geriden: İYİ Parti lideri Meral Akşener'in mayıs ayında Rize’ye gerçekleştirdiği bir ziyarette İYİ Partililer ve vatandaşlar arasında arbede yaşanmış, Cumhurbaşkanı Erdoğan da olaya ilişkin "Gelin hanıma gayet güzel ders veriliyor. Daha neler olacak neler... Bunlar iyi günler." demişti. Ayrıca Meral Akşener geçtiğimiz haftalarda Sivas ziyareti sırasında bazı kişilerin sözlü sataşmalarına maruz kalmış ve "FETÖ'cü olmakla" suçlanmıştı. Ağustos ayının başından bu yana yaşanan orman yangınları, sel felaketleri, Afganistan gelişmeleri, sığınmacı tartışmaları, muhalefete saldırılar ve erken seçim çağrılarıyla Türkiye’de iç siyasetin nabzı giderek yükseliyor. Neler oluyor? CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu 16 Temmuz'da yayımladığı bir videoyla iktidara geldiklerinde "Suriyeli misafirleri iki yılda memleketlerine uğurlayacaklarını" söylemişti. O günden bu yana sığınmacılara yönelik vaatleri iletişiminde önemli yer tutan Kılıçdaroğlu, hemen arkasından Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ABD'yle 53 bin Afgan'ın Türkiye'ye alınması konusunda anlaştığını iddia etti. CHP lideri; yangın döneminde Türk Hava Kurumu'yla görüşmesi, 11 CHP'li belediyenin THK uçaklarının masraflarını karşılamak istemesi, İngilizce yayımladığı ve ABD - Avrupa Birliği gibi aktörlere seslendiği paylaşımlar; "trol, küfür, iftira, yalan, saldırı" suçlamaları ve "Sınır namustur" kampanyası gibi hamleleriyle eleştiri yoğunluğunu artırıyor. İYİ Parti lideri Meral Akşener de "Türkiye'de bir devlet krizi olduğunu" savunuyor. Bir süredir Türkiye'nin çeşitli illerine ziyaretler gerçekleştiren Akşener sosyal medya hesabından paylaştığı videolarda ziyaretlerinde halkla ekonomik güçlüklere ilişkin diyaloglarından kesitler paylaşıyor. Akşener Afganistan konusunda da Türk askerinin bölgeden çekilmesi gerektiğini düşünüyor. "Hudut namustur" yazılı pankartlar asan Öfkeli Genç Türkler isimli bir grup gencin hukuki süreçlerini takip eden İYİ Parti İstanbul İl Başkanı Buğra Kavuncu’nun verdiği "yanlarındayız" mesajı, partinin göç politikası karşısındaki tavrını gösteriyor. Gelecek Partisi lideri Ahmet Davutoğlu da geçtiğimiz günlerde yayımladığı "dava damadı bakan yapıp zengin etmek, memleketi üç-beş müteahhide peşkeş çekmekse ben o davayı sattım" gibi ifadeler içeren videosuyla hızlanan iç siyasete dâhil oluyor. İktidarın söylemi değişiyor mu? Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz günlerde "Türkiye'nin Avrupa'nın mülteci ambarı olmak gibi bir görevi, sorumluluğu, mecburiyeti yoktur." dedi. Bu ifadeleri iktidarın daha önceki söylemlerinden farklı bulan Gazeteci Murat Yetkin, bunun sebebinin "muhalefet liderlerinin sığınmacıları geri gönderme vaadinin seçmen gözünde tutmuş olması" olduğunu söylüyor. Yetkin, Afganistan'da yaşanan son gelişmelerle "Afganistan siyaseti çöpe giden Erdoğan'ın sığınmacılar konusunda bir U dönüşüne hazırlandığını" iddia ediyor. Anketler ve beklentiler MetroPOLL araştırma şirketinin Haziran - Temmuz 2021 Türkiye'nin Nabzı araştırmalarına göre Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın görev onayında ilgili periyotta ortalama 1 puanlık bir artış görülüyor. MetroPOLL'ün kurucusu ve yöneticisi Özer Sancar, bu artışı "Diyarbakır seyahatinin Erdoğan'ın popülaritesine etkisi" olarak yorumluyor. Diğer yandan Doç. Dr. Seda Demiralp'in Yetkinreport'ta yaptığı 16 Ağustos tarihli değerlendirme, AK Parti oylarının 2018 seçimlerinden bu yana %12 düştüğünü gösteren Aksoy araştırma şirketinin son anketine atıfta bulunuyor. Demiralp'in değerlendirmesi; iktidar bloğundan kopuşların sebepleri arasında 2016 sonrası yaşanan ekonomik krizi, 2019 yerel seçimlerinde yaşananları ve pandemi sürecini sayıyor. Demiralp kopuşun iklim kriziyle, yangın ve sel felaketleriyle ve bu konuyla ilişkili Kanal İstanbul gibi ısrarlarla süreceğini düşünüyor.

İç siyasetin nabzı yükseliyor

Ağustos 21, 2021

·

Makale

Korku şarkıları susuyor mu?

Diken’den Altan Sancar’ın haberine göre CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun geçtiğimiz haftalarda bürokratlara yönelik söylemleri, “talimatlara karşı direnç” geliştirdi. Habertürk yazarı Muharrem Sarıkaya’nın Kılıçdaroğlu’nun söylemlerinin bürokrasiyi etkilediğine dair haberinin ardından Sancar’a konuşan üst düzey bürokrat “Gelen talimatlar süzgeçten geçirilmeye başlandı, ya uygulanmıyor ya da zamana bırakılıyor” dedi. Ne olmuştu? Kılıçdaroğlu bürokratlara seslenerek “Vazife namına mafyatik düzene hizmet etmeyin, pazartesi itibarıyla durun.” demiş, Cumhurbaşkanı Erdoğan da "Sen nasıl olur da bu ülkenin memurlarını tehdit edersin" diye tepki göstermişti. Hemen ardından: Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz hafta grup toplantısında Kılıçdaroğlu’na yönelik linç girişiminin görüntülerini paylaşmıştı. Bunun üzerine Kılıçdaroğlu ise önce sosyal medyadan yaptığı açıklamayla Erdoğan’ı tiye alarak “Sevgili Şahsım, görüyorum ki muhalefet olmayı iyice kabullenmişsin. 'Oynatalım Uğurcuğum' siyasetinde sana başarılar diliyorum" dedi. Partisinin Genel Merkezi’nde de konuşan Kılıçdaroğlu, şunları söyledi: “Şahıs, bugünkü grup toplantısında uzun uzun benim videolarımı izlettirmiş. Aleni tehditler savurmuş adeta birilerine ‘Yarım kalan işi bitirin’ talimatı vermiş. İşte buradan söylüyorum: Ne senden ne senin şürekândan zerre kadar korkum yok. Sonuna kadar mücadele vereceğim. Bunu bilesin.” Durum ne? 19 yıldır ülkeyi yöneten Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ana muhalefet partisinin lideri Kılıçdaroğlu arasındaki sular uzun zamandır durulmuyor. Erken seçim tartışmaları döneminde iyice alevlenen bu tartışmalara her hafta yeni bir konu ekleniyor. Yakın zamandaki tartışmalarda kamuoyunun dikkatini çeken; tartışmaları artık Kılıçdaroğlu belirliyor, bunun yanında birçok tartışmada da son sözü Kılıçdaroğlu söylüyor. Ana muhalefet partisinin lideri, hükümete hiç olmadığı kadar gür bir sesle sesleniyor. Peki bu nasıl başladı? Başlangıç aslında 19 yıllık iktidarın ardından gelen “değişim” isteğinde yatıyor; ancak bunun yanında iki esas neden de var: “Yerel seçim başarısı” ve “halkın yükselen sesi.” Yerel seçim başarısı 2019 seçimlerinde 21 ilde belediye başkanlığı kazanan CHP, AK Parti’nin yönettiği İstanbul, Ankara, Antalya, Adana gibi nüfusun yoğun olduğu ve seçimler için “önemli” kabul edilen illeri de aldı. Özellikle İstanbul ve Ankara’nın ardından CHP’nin bu seçimlerde büyük başarı gösterdiği konuşuldu. Halkın yükselen sesi Gezi Parkı direnişiyle halk, uzun zamandır kullanamadığı protesto hakkını geri kazanmıştı. Geçen uzun sürenin ardından Kaz Dağları direnişiyle apaçık şekilde yeniden başlayan protestolar Boğaziçi Üniversitesi’ndeki gibi durmayan ve vazgeçilmeyen eylemlere dönüştü. Yangınların ve sellerin meydana geldiği dönemde halkın kolektif ve gürleşen sesi, Türkiye’deki her olay ve durumun bir şekilde siyasete bağlandığını gösterdi. Kadın hareketlerinin “Kadın cinayetleri politiktir” söylemi de bu durumun bir nevi sağlaması. Öğrencilerin, kadınların ve işçilerin yükselen sloganlarının ve renkli pankartlarının yanı sıra sosyal medyada da gördüğümüz sokak röportajları halkın sesini çıkarmaktan korkmadığını gösterdi. Özellikle “Z kuşağı” olarak adlandırılan gençlerin yetişkinlerle yaşadıkları tartışmalarda haklı çıkışları, işsizlerin ve emeklilerin meydanlarda bağırışları her hafta karşımıza çıkan yeni görüntülere dönüştü. Domino etkisi Halkın korkusuzluğu siyasilerin yanı sıra iş dünyasını da etkiledi. Radikal seslenişler, yanlışları apaçık işaret etmeler gördük. Ömer Koç: Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer M. Koç, iyice artan enflasyon baskısının halkı yorduğunu görmenin üzücü olduğu dile getirmişti. TÜSİAD: Geçtiğimiz haftalarda gerçekleştirilen TÜSİAD toplantısında da rapor sunumunda Türkiye hedeflerinde eşitlik, özgürlük ve gelir adaleti vurguları yer almıştı. TÜSİAD Başkanı Simone Kaslowski Türkiye'nin Dünya Adalet Projesi hukukun üstünlüğü endeksinde 139 ülke arasından 117'nci sırada olduğunu belirtmişti. Cesur muhalefet Halkın tepkisi muhalefetin dilini ve bakış açısını da geliştirdi. Özellikle CHP lideri Kılıçdaroğlu bu dönemde “doğru sorunları doğru zamanlarda” dile getirmeye yönelik bir iletişim stratejisi izledi. Yapıcı dili halka seslenişlerini yumuşatırken hükümete tepkileriyse bir adım daha sertleşti. Enflasyon çıkışı: TÜİK’in enflasyonu %19,89 olarak açıklamasının ardından Kılıçdaroğlu, “Halk çarşı pazarda gerçeği net görüyor. Gerçek enflasyon %40'ın üzerinde. Şahsım ve şürekası ülkeyi bitirmeye kararlı ama unuttukları bir şey var. Biz varız ve buradayız. Benim en önemli meselem halkımın sofrasıdır. Bazı önemli adımlar atacağız.” ifadeleriyle halka seslenmişti. Adaylık tartışması: Murat Yetkin’e cumhurbaşkanı adayı hakkında konuşan Kılıçdaroğlu, “Millet İttifakı’nın çatırdadığı” söylemlerine rağmen yaptığı açıklamada “Ben herkese aynı şeyi söylüyorum. Buna Millet İttifakı olarak karar vereceğiz.” dedi. Bu açıklama Kılıçdaroğlu’nun Millet İttifakı konusunda da yapıcı olduğu şeklinde değerlendirildi. CHP neden öne çıkıyor? Bunun nedeni diğer partilerin farklı çatışmalarının bulunması ve ana muhalefet partisinin söylemlerinin doğruluğu olarak değerlendiriliyor. İYİ Parti lideri Meral Akşener uzun süredir gerçekleştirdiği il ziyaretlerinde esnafın sorunlarını dinlemeye ve bunlara yönelik yapıcı çözümler bulmaya çalışıyordu; ancak bu hafta yaşanan “Kürdistan” meselesi nedeniyle tartışma konuları değişti. Meseleye HDP de dâhil olunca muhalefet kanadında ayrı bir çatışma izlendi. Ne olmuştu? Akşener, Siirt ziyaretinde HDP çalışanının yanına gelip "Burası Kürdistan" dediğini ve bu durumda şaşırılacak bir şey olmadığını söyleyerek "Biz aylardır ne diyoruz? 'HDP'yi PKK yanında konumlandırıyoruz' diyoruz." diye konuşmuştu. HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar da buna karşılık “HDP tam da halk içine konumlanmıştır” demişti. Mesajlar: Ayrıca Kılıçdaroğlu’nun grup toplantılarında ve sosyal medyada kullandığı yapıcı dilinin yanı sıra hükümete karşı kinayeli, eleştirel ve soru yöneltici söylemleri de “hesap sorma sırası geldi” mesajı barındırıyor. “Seçim öncesi bir dönemdeyken” bu söylemler “tam zamanında” olarak değerlendiriliyor. Hırçınlaşan hükümet CHP liderinin bu tavrına karşılık hükümetin ve MHP’nin söylemleri de bir o kadar sertleşmiş durumda. Öyle ki Erdoğan'ın Kılıçdaroğlu’na saldırı görüntülerini grup toplantısında göstermesinin bir nevi “Başladığınız işi bitirin” mesajı verdiği değerlendirilmiş ve CHP ile SHP’nin eski genel başkanları Erdoğan hakkında suç duyurusunda bulunmuştu. Ayrıca MHP lideri Bahçeli de grup toplantısında “Kılıçdaroğlu'na kim ne söylüyorsa komik duruma düşüyor. Zihinleri fukara akılları ukaladır.” diye seslenmişti. CHP kabuğunu kırıyor mu? T24 yazarı Aydın Engin “25 Ekim'i 26 Ekim'e bağlayan gecede CHP” başlıklı yazısında CHP’nin tezkereye “hayır” oyu vermesini şöyle değerlendirdi: “Alın size bir soru: CHP, kabuğunu kırıyor mu? ... Sonucu CHP'nin kendini kuşatan, donduran, sosyal demokratlığına köstek olan "devlet partisi" saplantısından kurtuluşuna giden bir adım olarak değerlendirdim. Küçük ama büyük bir adım. Arkası gelir mi? Bu kalıcı bir çizgiye dönüşür mü? Sosyal demokrasinin temel ilkeleri CHP'ye egemen olur mu? Acele etmeyelim. Yoğurdu iyice üfleyelim. Ama CHP'nin böyle bir karara ulaşmasına da, böyle bir adım atmasına da sevinmekten çekinmeyelim.

Korku şarkıları susuyor mu?

Kasım 5, 2021

·

Makale

"Bilek güreşi": Faizde indirim, asgaride artış

2021’in son faiz oranı ve 2022’nin asgari ücreti dün belli oldu. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası, Para Politikası Kurulu toplantısında politika faizini 100 baz puan indirimle %14 olarak belirledi. Bu sırada Dolar/TL 15,60 seviyelerini gördü. Merkez Bankası’nın açıklamasından saatler sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan asgari ücretin 4 bin 250 lira olarak belirlendiğini duyurdu. Faiz indirimi TCMB’nin faiz indirimi kararını açıklamasının ardından kurda yaşanan artış gün içinde de devam etti. Bu satırların yazıldığı saatlerde dolar/TL 15,65’i gördü. Neler oldu? TCMB yaklaşık 4 aydır politika faizinde indirime giderken Cumhurbaşkanı Erdoğan, “faiz sebep, enflasyon neticedir” söylemiyle yeni ekonomi politikasını düşük faiz üzerine kurgulayacaklarını, "yüksek faiz döngüsü yerine yatırım, üretim, istihdam, ihracat, büyüme odaklı" bir ekonomi politikası izleyeceklerini açıkladı. 18 Kasım'da açıklanan faiz kararının ardından 11,30'un üzerini gören dolar/TL, 23 Kasım'da 13,5'i gördü. Tüketici fiyatlarında Kasım 2021'de yıllık bazda %21,31 artış görüldü. Enflasyon, üç yılın zirvesine çıktı. Aralık ayının başında Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan'ın yerine Nureddin Nebati getirildi. Bu sırada TCMB; 1, 3, 10 ve 13 Aralık tarihlerinde, 13 gün içinde dört kez döviz piyasasına doğrudan satım yoluyla yaklaşık 4 milyar dolar düzeyinde olduğu tahmin edilen müdahalelerde bulunsa da etkiler kısıtlı kaldı. Son olarak geçtiğimiz gece bakan yardımcılığı ve genel müdürlük seviyesinde bazı görev değişiklikleri gerçekleşti. Bugün faiz kararından önce dolar/TL 15,10 seviyelerindeydi. Yıl başından bu yana Türk lirası, dolar karşısında %50'nin üzerinde değer kaybetti. Tepkiler "Erdoğan tam gaz inadına ve yanlış yapmakta ısrar ediyor. Sonuçta dolar kuru daha da arttı. Artınca da iğneden ipliğe varana dek her şeye zam geliyor. Anlamadınız mı hâlâ? Yoksulluk ve açlık artıyor. Bu yanlıştan dönün artık, yeter. Faizi düşürmek istiyorsanız bunun yolu talimat değildir.” - DEVA Partisi lideri Ali Babacan "Ya tutarsa modeli" ile düşük faizle enflasyon düşürme saçmalığının gideceği nokta, artık bilinçli olarak ülkeyi batırmaktır. Tek yol #ErkenSeçim!” - CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba "Bu artık bilerek yapılan bir kötülük...Ülkeye çok yazık" - Ekonomi yazarı Uğur Gürses “TCMB: 2022’nin ilk çeyreğinde icat ettiğimiz bu oyunun yarattığı tahribata bakıp devam edip etmemeye karar vereceğiz” - Prof. Dr. Erinç Yeldan "Helal olsun! Memleket batacak diye Reis hiç döner mi sözünden!” - BirGün yazarı Hayri Kozanoğlu Asgari ücret Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun dördüncü toplantısının ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan, asgari ücrette %50,54 seviyesinde bir artış gerçekleştiğini açıkladı. Cumhurbaşkanı ayrıca asgari ücretten alınan gelir ve damga vergisinin kaldırıldığını da bildirdi. Neler oldu? Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun ilk toplantısı 1 Aralık’ta başladı. Asgari ücret görüşmelerinin üçüncü turunun yapıldığı gün, işçi ve işveren tarafları ilk rakamları telaffuz etti. Türk-İş “en az 4 bin TL” derken DİSK taleplerinin 5 bin 200 TL olduğunu açıkladı. TÜİK'in her yıl komisyona sunduğu bekar bir işçinin asgari geçim maliyetine ilişkin hesaplamayı bu yıl açıklamadığı aktarıldı. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin "Enflasyon karşısında emeği koruyacak bir asgari ücret seviyesinin belirlenmesi gerektiği düşüncesiyle hareket ediyoruz." açıklamasını yaptı. Değerlendirmeler CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu “TÜİK’e yaptığım ziyaretin etkileri görülüyor. Asgari ücret olarak verilen rakam eğer yılbaşını alır ve dolar kurundaki yükselmeyi görürsek düşük. O tarihte 384 dolardı net gelir elde ediyordu bir asgari ücretli, aynı kur 15 TL üzerinden esas alınırsa 5760 TL olması lazım. Şimdi 4250 TL net oldu.” dedi. Bu ücreti “yadırgamadıklarını” vurgulayan Kılıçdaroğlu, enflasyon kontrol edilirse asgari ücretli çalışanların biraz nefes alabileceğini söyledi. HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar ise yeni ücretin işçilerin derdine deva olmayacağını söyledi. Sancar bu artışın yetmeyeceğini belirterek "Acil ihtiyaç; asgari ücreti 6.000 TL’ye yükseltmek, işten çıkarmaları yasaklamak, gelir kaybını önleyecek tedbirler almaktır." dedi. Ekonomist Prof. Dr. Özgür Demirtaş, asgari ücret tahmininin doğru çıktığını belirterek, “Şimdi Asgari Ücretliler: 2 ay içinde bu parayla geçen yıla göre çok daha az mal ve hizmet alabildiklerini görecekler… İlk tahminim gerçekleşti. İkinci tahminim de 2-3 ay sonra gerçek olur” dedi. "Bilek güreşi" Al Jazeera’deki “Türkiye’de TL çökerken asgari ücret yükseliyor” başlıklı haberde enflasyonun artışına dikkat çekildi. Enflasyon artışının devam etmesi hâlinde asgari ücrette yapılan zammın etkisinin uzun süreli olmayacağı vurgulandı. Ayrıca haberde seçmenin tercihini etkileyen en önemli unsurlardan birinin asgari ücret olduğu ve hükümetin de bunu bildiği belirtildi. Gazeteci ve yazar Murat Yetkin ise asgari ücretteki yüzdelik artışın ülke tarihinin en yükseği olduğunu; ancak buna rağmen geçtiğimiz yıla göre dolarda düşüş yaşandığını, alım gücünün azaldığını vurguladı. Yetkin bu durumu “Mesele Erdoğan'la ekonomik sistem arasındaki bir bilek güreşine dönüşmüş durumda.” diye yorumladı.

"Bilek güreşi": Faizde indirim, asgaride artış

Aralık 17, 2021

·

Makale

İş dünyasının çıkışları neye işaret ediyor?

Geçtiğimiz hafta Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ömer M. Koç, iyice artan enflasyon baskısının vatandaşları yorduğunu görmenin üzücü olduğu dile getirmiş ve "esaslı bir reform ajandasına sarılarak ülke riskimizi azaltmak zorundayız" demişti. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Başkanı Rifat Hisarcıklıoğlu da "Enflasyon, girdi maliyetlerinin artışı, faizler ve döviz kurlarındaki sıkıntılarımız sürüyor. Böyle bir kriz görmedik." açıklamasını paylaştı. Gıda Perakendecileri Derneği Başkanı Galip Aykaç gıda fiyatlarındaki yüksek artışın sorumlusunun market zincirleri olarak gösterilmesini kabul etmediklerini, zincirlerin fahiş fiyatla damgalanmasının "gerçekten uzak" olduğunu ve üretim, tedarik, lojistik, gümrük ve benzeri maliyetlerin nihai fiyatlara yansıdığını belirtti. En son, Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (TÜSİAD) tarafından derneğin 50'nci kuruluş yılı için hazırlanan Geleceği İnşa başlıklı raporun tanıtım toplantısında verilen mesajlar iş dünyasının güncel ekonomik ve politik gelişmelere yaklaşımına dair ipuçları taşıyor. TÜSİAD toplantısında hangi mesajlar verildi? Gelişmiş ülkelerde kalkınmanın olmazsa olmaz üç temel unsurunun insani gelişme ve yetkinleşme; bilim, teknoloji ve inovasyon; siyasal, ekonomik, toplumsal kurumlar ve kurallar olarak sıralandığı Geleceği İnşa raporunun sunuş metninde ekonomik istikrar ve düşük enflasyon vurgularıyla gelişmiş; AB entegrasyonu ve uluslararası sözleşmelere bağlılık vurgularıyla saygın; eşitlik, özgürlük ve gelir adaleti vurgularıyla adil ve karbon nötr kalkınma ve yeşil ekonomik dönüşüm vurgularıyla çevreci bir Türkiye hedeflerine yer verildi. Cari açığa ve bütçe açığına beceri, bilgi, liyakatli kadro ve yönetişim açığının da eklendiğini söyleyen TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan, "Düşen sadece TL’nin değeri değil, su rezervlerimiz, birbirimize güvenimiz, ihracatımızda yüksek teknolojili ürünlerin payı, mutluluk ve huzurumuz da geriliyor.” dedi. Laiklik ve demokrasiye özellikle vurgu yapan Özilhan hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı, çoğulcu ve katılımcı demokrasi, kuvvetler ayrılığı, şeffaf ve daha az merkeziyetçi kamu yönetimi başlıklarının altını çizerek "Başta Merkez Bankası olmak üzere düzenleyici ve denetleyici kuruluşların bağımsızlığı tartışma dışı olmalıdır" ifadelerini kullandı. TÜSİAD Başkanı Simone Kaslowski yurt dışına göçün altında genç işsizliği, özgürlük alanlarının daralması, güzel bir hayat kurabilme olanaklarının azalması gibi sebeplerin olduğunu hatırlatarak Türkiye'nin Dünya Adalet Projesi hukukun üstünlüğü endeksinde 139 ülke arasından 117'nci sırada olduğunu söyledi. Kişi başına düşen gelirin 13 yıl sonra 2007 seviyesinin altına düştüğünü belirten Kaslowski "Yeni bir Kalkınma anlayışına duyduğumuz ihtiyaç çok açıktır." dedi. Nasıl yorumlanıyor? Özilhan ve Kaslowski'nin konuşmalarında "muhalefetin dozunun gerçekten dikkat çekici seviyede" olduğunu söyleyen T24 yazarı Barış Soydan; laiklik, demokrasi, özgürlük vurgularının değerli olduğunu söylese de "Laiklik ve demokrasi sorununun kaynağı ne, sorumluları kimler?" gibi sorulara yanıt olacak bir öznenin eksikliğine dikkat çekti. BirGün yazarı Hayri Kozanoğlu raporun hiçbir önlem sunmadığını, vergi adaletsizliğini görmezden geldiğini, kurumlar derken sendika ve meslek kuruluşlarını yok saydığını, devlette kadrolaşmayı es geçtiğini, AB'yi ve 2002-2007 dönemini fetişleştirdiğini savundu. Gazete Duvar yazarı Hakkı Özdal, Geleceği İnşa projesini "müstakbel yeni iktidarı da program düzeyinde yönetecek bir hegemonya hamlesi gibi" şeklinde tanımlayarak "Türkiye büyük burjuvazisi fırsatı kaçırmıyor ve yeni döneme siyaseten de öncülük etmeye girişiyor" eleştirisini yaptı. Geniş perspektif TÜSİAD, Erol Bilecik'in başkanlığı döneminde o dönemki Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak tarafından açıklanan Yeni Ekonomi Programı'nın hedeflerini "gerçekçi" olarak nitelemiş ve iş dünyasının program başarısı doğrultusunda seferber olmaya devam edeceğini söylemişti. Şubat 2019'da başkanlığa gelen Kaslowski ise Ekim 2019'da temel hak ve özgürlükler, ifade özgürlüğü, insan hakları gibi vurgular yapmış ve yapısal bir dönüşümü gerçekleştirmek için daha uzun zamana ve reformları gerçekleştirmede kararlılığa ihtiyaç olduğuna dikkat çekmişti. 2019'daki söylem değişikliği dikkate alındığında ekonomi yazarı Uğur Gürses'in "raporda yeni bir şey göremediğine" dair yorumu doğru bir noktaya işaret ediyor. Fakat The Financial Times'ın dikkat çektiği üzere Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı ve politikalarını eleştirmek iş dünyasında sık rastlanan bir durum değil. Ömer Koç, Hisarcıklıoğlu, Aykaç ve TÜSİAD'ın çıkışları birlikte değerlendirildiğinde Doç. Dr. Can Kakışım'ın "Korku duvarı aşılıyor" yorumu da haklılığını koruyor. TÜSİAD toplantısıyla ilgili Aposto! Gündem'e görüş veren Kakışım, şu ifadeleri kullanıyor: TÜSİAD'ın vurguları şaşırtıcı değil çünkü siyasi iktidar uzunca bir süredir sermayedarlar için bile rantabl olmaktan çıktı. Zira ülkenin Batı dünyasından kopuşu ve dışarıya verdiği hukuksuzluk görüntüsü her alana olduğu gibi ekonomiye de negatif yansıyor. Ekonomideki yapısal sorunlar hem iktidarın hem de mevcut sistemin değiştirilmesini zorunlu kılıyor ve anlaşılan TÜSİAD da buna göre pozisyon alıyor. Aslında TÜSİAD'ın geç tepki verdiğini bile söylemek mümkün. Bu gecikme AKP iktidarının otoriterliğinden kaynaklanıyordu. Demek ki iktidarın ömrünün uzun olmadığına dair beklentileri daha cesur davranmalarına zemin hazırladı.

İş dünyasının çıkışları neye işaret ediyor?

Ekim 20, 2021

·

Makale

"Adalet Nöbeti": Gergerlioğlu ve HDP

HDP Kocaeli Milletvekili Gergerlioğlu sosyal medyadan yaptığı bir haber paylaşımı nedeniyle "terör örgütü propagandası" suçlamasıyla 2 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırılmıştı. Yargıtay 16. Ceza Dairesi, yerel mahkeme kararını 19 Şubat'ta onaylamıştı. Gergerlioğlu kararla ilgili tedbir talebinde bulunarak Anayasa Mahkemesi'ne bireysel başvuru yapmış, bireysel başvuru süreci devam ederken tedbir kararı reddedilmiş, TBMM Başkanı Mustafa Şentop ise Gergerlioğlu hakkındaki bireysel başvuru sonucunu beklemeyeceklerini açıklamıştı. Yargıtay'ın onama kararı geçen hafta perşembe günü Meclis'e ulaştı. Ne oldu? Geçtiğimiz hafta çarşamba günü Genel Kurul’da tezkerenin okunmasıyla Gergerlioğlu'nun milletvekilliği düşürülmüş oldu. Kararın okunması sırasında ve sonrasında protestolar gerçekleşti. Meclis Başkanvekili Celal Adan verilen araların ardından Gergerlioğlu'nun dışarı çıkmasını rica ederek idare amirlerini göreve davet etti. AK Partili Meclis İdare Amirleri Alpay Özalan ve Ali Şahin, Gergerlioğlu'nu çıkarmak için Gergerlioğlu etrafında set oluşturan HDP milletvekillerine doğru yöneldi. Bağrışmalar ve itişmeler yaşandı. Adan kavga ve gürültü durumunda genel kurulun kapatılmasını öngören iç tüzük maddesine dayanarak Genel Kurul’u kapattı. HDP vekilleri oturma eylemine devam ederken diğer vekiller Genel Kurul’dan ayrıldı. HDP resmî sosyal medya hesabından yapılan duyuruya göre CHP vekilleri İbrahim Kaboğlu ve Süleyman Bülbül eylemdeki vekilleri ziyaret etti. Gergerlioğlu BBC Türkçe'ye yaptığı açıklamada, Meclis'e "çantasını alıp geldiğini" ve karara direneceğini belirtti. Perşembe sabahı kendi sosyal medya hesabından video yayımlayan Gergerlioğlu, “milletin iradesini ancak millet geri alabilir.” sözleriyle direnişe devam edeceğini bildirdi. "Adalet Nöbeti"nin beşinci gününde Meclis'te gözaltına alınan Gergerlioğlu, ifadesi sonrası bırakıldı. Gergerlioğlu, ifadesinde polislerin kendisini zor kullanarak gözaltına aldığını belirterek “İfade ve ibadet özgürlüğüm ihlal edilmiştir. Güç kullanılmak suretiyle darp edildim” ifadelerini kullandı. Gergerlioğlu, Adalet Nöbeti’ne evinde devam ediyor. Kocaeli Cumhuriyet Başsavcılığı, hükmün infazı için MERNİS adresine çağrı kâğıdı çıkarttı. Çağrı kağıdının tebliğinden itibaren 10 gün içinde teslim olması beklenen Gergerlioğlu’nun teslim olmaması durumunda hakkında yakalama kararı çıkarılacağı belirtildi. “Anayasaya göre milletvekilliği kesin hüküm ile sona ermiş ve milletvekili sıfatı taşımayan bir kişinin Meclis'i eylem alanı olarak kullanmaya kalkması kabul edilemez.” açıklamasında bulunan Şentop, TBMM iç tüzüğüne atıfla "görevlilerin savcılıktan gelen talimatı yerine getirdiğini", "tartışmanın namaz ve abdest üzerinden yürütülmesini FETÖ'cü bir yöntem olarak gördüğünü" ifade etti. HDP kapatma davası: Türkiye’de 13 yıl sonra yeniden parti kapatma davası gündemde. Saatler sonra Yargıtay Başsavcısı, HDP’nin kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesi’nde dava açtı. İddianamede, "Aslında HDP ile PKK/KCK arasında bir fark yoktur. HDP silahlı terör örgütü PKK/KCK'nın siyasi görünümlü bir uzantısıdır," ifadeleri yer aldı. HDP iddianamesinde 687 kişi için 5 yıl süreyle siyaset yasağı talep edildi. Muhalefetten “ Parti kapatmak, vekilin seçilmiş hakkını elinden almak toplumsal barışı bozar” tepkisi geldi. Tepkiler ve yorumlar: Avrupa Parlamentosu’ndan raportör Nacho Sánchez “Bir sosyal medya paylaşımı nedeniyle mahkûm edilmiş olması, parlamentodan atılması ve cezaevine girecek olması, insan haklarına yönelik ciddi bir ihlaldir ve Türkiye'nin parlamenter demokrasisine olan güveni daha da zayıflatan bir başka adımdır,” ifadeleriyle kararı kınadı. ABD Dışişleri Bakanlığı HDP için açılan kapatma davasına yönelik "Türkiye'yi kendi anayasası ve uluslararası yükümlülükleriyle bağdaşır bir şekilde ifade özgürlüğüne saygı duymaya çağırıyoruz" açıklamasını paylaşırken Avrupa Birliği, kapatma davası ve Gergerlioğlu kararları hakkında "son derece endişe duyulduğunu" kaydetti. İnsan Hakları İzleme Örgütü Türkiye Direktörü Webb ise kendi sosyal medya hesabında "Türkiye'de demokrasi ve insan haklarının bu kara gününü kim unutabilecek?" yorumunu yayımladı. Dışişleri Bakanlığı ise tepkilere "dava sürecinde herkesin Anayasa Mahkemesi'nin vereceği kararı beklemek durumunda olduğu ve süreçle ilgili yorum yapmanın hukuka müdahale olduğu" yönündeki açıklamayla yanıt verdi.

"Adalet Nöbeti": Gergerlioğlu ve HDP

Mart 23, 2021

·

Makale

İstanbul Sözleşmesi: Dava, veri, AKPM kararı

Türkiye'nin geçtiğimiz haftalarda Cumhurbaşkanı Kararı'yla çekildiğini duyurduğu İstanbul Sözleşmesi'ne ilişkin dün ve önceki gün bazı gelişmeler yaşandı. CHP'den iptal davası CHP, İstanbul Sözleşmesi'nin feshi kararının iptali için Danıştay'da dava açtı. Genel Başkan Yardımcısı Gülizar Biçer Karaca ve Grup Başkanvekili Özgür Özel'in gerçekleştirdiği ve "yılın ilk üç ayında 88 kadının katledildiğinin" vurgulandığı basın açıklamasında ; "Kararın usul yönünden yok olduğu" "İşlemin anayasaya aykırı olduğu" belirtildi. Soylu'nun paylaşımı İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun; Sözleşme'nin yürürlükte olduğu 13 Şubat - 19 Mart ve Türkiye'nin sözleşmeden çekildiği 19 Mart - 22 Nisan dönemindeki kadın cinayetlerini karşılaştırdığı ve iki dönem arasında "hayatını kaybeden kadın sayısında %26 azalış " görüldüğünü belirttiği gönderi , Emniyet Genel Müdürlüğü Twitter hesabından da paylaşıldı. Avrupa'da "acil gündem" Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi'nin (PACE) Türkiye'yi "acil gündem maddesi" olarak görüştüğü toplantıda Türkiye'de Demokratik Kurumların İşleyişi raporu ve beraberindeki karar tasarısı 16'ya karşı 89 oyla kabul edildi . İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmenin Türkiye için "gerileme" , Avrupa Konseyi için "çok taraflı iş birliğinin zayıflaması" olduğu belirtilen kararla Türkiye, kadına yönelik şiddetle mücadeleyle ilgili uluslararası iş birliğinden faydalanamayacak. - x bullet: AKPM Türk heyeti başkanı AK Parti milletvekili Ahmet Yıldız, "İstanbul Sözleşmesi yanlısı" olduğunu belirterek sözleşmeyi henüz onaylamamış ülkelerin Avrupa parlamenterlerinin Türkiye'yi eleştirmesinden şikâyetini dile getirdi. Rapor ve karar metninde ayrıca parlamenter dokunulmazlığı, yargı bağımsızlığı, ifade özgürlüğü, AİHM kararları, HDP'nin kapatılması talebi gibi konular da yer aldı.

İstanbul Sözleşmesi: Dava, veri, AKPM kararı

Nisan 23, 2021

·

Makale

Adaylık tartışmaları: Şimdiye kadar kim, ne dedi?

Fehmi Koru, 25 Ağustos’taki yazısında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gelecek seçimlerde aday olmama ihtimali bulunduğunu ve bu nedenle parlamenter sisteme geri dönülebileceğini iddia etti. Erdoğan'ın kazanamayacağı bir yarışa girmeyeceğini dile getiren Koru, iktidarın Millet İttifakı'nın adayını öğrenmeye çalıştığını ve buna göre bir yol izleyeceğini öne sürdüğü yazısında şu ifadeleri kullandı: "Anayasal engeli aşıp aday olabilme hakkını kazansa bile Erdoğan aday olmayı düşünmeyebilir... İktidar cephesi Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayının kim olduğunu merak ediyor, ancak esas merak edilmesi gereken Cumhur İttifakı adayının kim olacağı.” Koru’nun yazısından kısa süre sonra MHP lideri Devlet Bahçeli, Millet İttifakı’na atıfta bulunarak "Cumhurbaşkanı ve 28’inci Dönem Milletvekili Genel Seçimleri zamanında yapılacaktır. Cumhur İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı bellidir, o muhterem isim de Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’dır ." açıklamasını yaptı. Bahçeli’nin ittifakının cumhurbaşkanı adayını açıklamasının ardından yeniden "adaylık tartışmaları" başladı. Partilerden “cumhurbaşkanlığı” açıklamaları Millet İttifakı ortak ve kesin bir açıklamada bulunmamasına rağmen başlarda aday adayı olarak Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun isimleri konuşuldu. Hatta iki isim üzerine anketler dahi yapıldı. Ancak kısa süre sonra iki belediye başkanı da iddiaları yalanladı. İmamoğlu, "Hedefim, İstanbul'da tarihin en başarılı belediye başkanı olmaktır, daha ötesi yok." derken Mansur Yavaş da "Böyle bir hedefimiz gerçekten yok. Anket böyle diyor diye aday mı olmam gerekiyor? Zaten böyle bir gündem yok.” ifadelerini kullandı. Millet İttifakı’nda “aday sayısı” krizi "İktidarın ülkeyi yönetemediğini" savunarak erken seçim çağrısı yapan CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun parti örgütlerine olası erken seçim için hazır olmaları çağrısında bulunduğu iddia edildi. Ayrıca Kılıçdaroğlu’nun yaptığı "Millet İttifakı olarak birden fazla adayımız olabilir" açıklaması da kulislerde tartışmalara yol açtı. Kılıçdaroğlu’nun açıklamasının devamı şu şekildeydi: “Kişiye indirmek kadar yanlış bir şey yok. Önce kuralları koymalıyız. Temiz biri olacak, vatandaşlar arasından ayrım yapmayacak, nefsine hâkim olacak, ‘Güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçmeyeceğiz’ demeyecek, yolsuzluklar konusunda dikkat edecek. Aday olacak kişinin devleti bilmesi gerek. Bilen bir insan kurumları geleneklerini bilir. Bizim adayımızı ittifak belirleyecek. Bu konu erken bir konu.” “Tekil” tepkisi: İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Cihan Paçacı, "Tekil konuşuyor, vaatleri ortaklaşa kararlaştırıp açıklamalıyız" diyerek Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarına tepki gösterdi. İYİ Parti lideri Meral Akşener de cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda, “Kendim için toz zerresi kadar plan yapmıyorum. Türkiye’nin önünü tıkayacak şahıs ben olmayacağım. Ortak bir adayla gidilmenin faydalı olduğuna inanıyorum. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Millet İttifakı tek aday çıkarmalı ve HDP kendi ayrı aday çıkarmalıdır." dedi. HDP’den “üçüncü yol” önerisi HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, “Kurulması gereken ittifak barış ittifakıdır. Herkes barış ittifakı üzerinde çalışmalı ve bu ittifakı hayata geçirmelidir" dedi. Ayrıca 27 Eylül’de Demokrasi Tutum Belgesi’ni açıklayacaklarını duyuran HDP'nin, bu açıklamada Millet İttifakı ve Cumhur İttifakı dışında üçüncü bir yol çizme isteğini vurgulayacağı ileri sürüldü. DEVA Partisi lideri Ali Babacan ise adaylık tartışmalarıyla ilgili, “Her siyasi partinin genel başkanı doğal bir adaydır. Seçilmek için mevcut anayasa 50+1 istiyor. Dolayısıyla biz ne yapacağız; seçim yaklaşınca ittifakla ilgili kararımızı vereceğiz" dedi. Memleket Partisi lideri Muharrem İnce de "Benim için 'Genel başkan cumhurbaşkanı adayı olmak istiyor' diyorlar. İstiyor muyum? Evet istiyorum. Açıklıyorum; aday adayıyım" diyerek adaylığını resmî şekilde duyuran ilk siyasi oldu. Değerlendirmeler ve tepkiler Her gün bir siyasinin adaylık hakkında yaptığı açıklamalar köşe yazarlarının da köşelerinde sık sık değerlendirme konuları olarak yer aldı. Habertürk yazarı Muharrem Sarıkaya, “Tekil dağınıklık” isimli yazısında Millet İttifakı’nın bu zamana kadar sandık ittifakının yanı sıra söylem ittifakını da kurduğunu, “parlamenter sistem” hedefiyle bünyesel konsolidasyon sağlamanın yanı sıra aynı ideali savunan yeni kurulan partileri de yanına çektiğini; ancak Cumhur İttifakı'nın birliği dağıtmak için Millet İttifakı bileşenlerini sürekli olarak “adayınız kim” minderine çekmeye çalıştığını söyledi. Sarıkaya “Şu kadarını söyleyeyim bunda da başarılı oldu. Millet İttifakı bileşenleri arasındaki bütünlük dağıldı, mesele adaylık tartışması üzerinde dağınıklığa dönüştü.” dedi. Cumhuriyet yazarı Bedri Baykam ise "Millet İttifakı’na düşen, kimin aday olması gerektiği konusunda iç rekabetlere girmeden, elinde bulundurduğu her noktada en iyi hizmeti vermek... İktidar ve yandaşları, gerek performanslarındaki olası hataları, gerek Akşener-HDP-Saadet Partisi hattındaki potansiyel cızırtıları sonuna kadar kullanmak istiyor. Kılıçdaroğlu’nun bu orkestrasyonu özen ve dikkatle yürütmesi lazım, ki bugüne kadar bu ince görevi başarıyla götürdü. Kimin aday olacağı ise en fazla son altı ayın işi" diyor. Anketler ne diyor? Avrasya Araştırma’nın Başkanı Kemal Özkiraz’ın paylaştığı eylül ayı etap 1 anketinde “İttifak dışında kalan partilerin seçmenleri cumhurbaşkanlığı seçimlerinde nasıl hareket edecekler?” sorusuna HDP seçmeninin %62,2’si “Muhalefetin desteklenmesi hâlinde parti politikasına uyacağını” söyledi. “Muhalefet desteklense de Cumhurbaşkanı Erdoğan’a oy veririm" diyen kişi oranı %0,4 oldu. Yöneylem Araştırma Merkezi'nin araştırması, Erdoğan'a "asla oy vermeyeceğini" söyleyenlerin oranının %57 olduğunu gösterdi. Seçim anketinde partilerin oy oranları kararsızlar dağıtıldıktan sonra aşağıdaki gibi bulundu:

Adaylık tartışmaları: Şimdiye kadar kim, ne dedi?

Eylül 20, 2021

·

Makale

"Güçlendirilmiş parlamenter sistem" tartışmaları

Eylül ayının sonlarında katıldığı bir Halk TV yayınında "Ben cumhurbaşkanı adayı değilim, ben başbakanlığa adayım." diyen İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, partisinin dün gerçekleşen grup toplantısında da benzer ifadeleri yineledi. İttifak olarak bir Cumhurbaşkanı adayı göstereceklerini ve bu adayın da Türkiye'nin 13'üncü cumhurbaşkanı olacağını söyleyen Akşener, "Biz yeni bir Sayın Erdoğan seçmeyeceğiz. Çünkü biz biliyoruz ki aday göstereceğimiz kişi, dünyanın en becerikli, en muteber insanı bile olsa, Türkiye bu ucube sistemle yönetilemez." dedi. Sorunun bir "sistem sorunu" olduğunu vurgulayan Akşener; cumhurbaşkanının bir partiden taraf olmasının, kuvvetler ayrılığının ortadan kaldırılıp tüm yetkinin tek bir kişide toplanmasının sorun olduğunu belirterek "bu sistemin milletimize yükten başka bir şey getirmediğine ibretle şahit oluyoruz" ifadelerini kullandı. Kimler, ne dedi? Cumhurbaşkanı Erdoğan Akşener'in "hayali bir makama talip olduğunu" söyleyerek başbakan adaylığı tartışmalarına "HDP tarafı Hanımefendi'nin cumhurbaşkanlığı adaylığını asla kabul etmeyeceğini zaten açıklamıştır. Yani bir anlamda HDP, Millet İttifakı'ndaki gizli ortaklık hakkını kullanarak bu Hanımefendi'yi veto etmiştir." ifadeleriyle yanıt verdi. Cumhurbaşkanı ayrıca Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi avantajlarının ne kadar kritik olduğunun salgın döneminde görüldüğünü söylerken "küçük revizyonlarla düzeltilebilecek tali meseleler" olarak tanımladığı "eksikler, aksaklıklar, düzeltmesi gereken hususlar" konusunda "kapsamlı çalışmaların ellerinde mevcut olduğunu" ifade etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, diğer partilere de kendi hazırlıklarını en kısa sürede kamuoyuyla paylaşmaları çağrısında bulunarak "Türkiye'nin ilk sivil anayasası" vurgusu yaptı. TBMM Başkanı Mustafa Şentop Haziran 2021'de, güçlendirilmiş, iyileştirilmiş parlamenter sistem önerisinin "anayasa değişikliğiyle mümkün olabilecek bir şey" olduğunu vurgulamış, "somut öneriler içeren metinlerin ortaya çıkması gerektiğini" söylemişti. Şentop ayrıca "güçlendirilmiş parlamenter sistem tartışmalarının 2023 seçimlerinden sonra sona ereceğini" ifade etmişti. İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Bahadır Erdem, BBC Türkçe'den Ayşe Sayın'ın haberinde Akşener'in bunu daha önce de söylediğini, parti olarak görevlerinin "ülkeyi tek adam rejiminden kurtararak güçlü bir parlamenter sisteme döndürmek" olduğunu belirtmişti. Altı partinin toplantıları Bir yandan CHP, İYİ Parti, Saadet Partisi, Demokrat Parti, Gelecek Partisi ve DEVA Partisi "güçlendirilmiş parlamenter sistemin temel ilkelerini" belirlemek üzere ortak bir metin arayışı kapsamındaki toplantılarını sürdürüyor. CHP Genel Başkan Yardımcısı Muharrem Erkek, geçtiğimiz günlerde TBMM'de gerçekleşen toplantının ardından "ortak bir metin oluştuğunu ve Genel Başkanlara sunulacağını" dile getirdi. İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Bahadır Erdem de "ortak ilkelerde aynı şeyleri düşündüklerini, ortak metnin ortaya çıkmasının önümüzdeki yıl başını bulacağının tahmin edildiğini" söyledi. BBC Türkçe'den Ayşe Sayın'ın haberine göre partiler; Partili cumhurbaşkanlığına son verilmesi, Hakim ve Savcılar Kurulu, Anayasa Mahkemesi, Sayıştay gibi kurumların yürütmenin etkisinde kalmaması için güçlendirilmesi, Basın özgürlüğü, siyasi etik gibi başlıklarda yasal düzenlemeler yapılması gibi konularda ilkesel olarak uzlaşıyor. Sabancı Üniversitesi'nden doktor öğretim üyesi Berk Esen, "çok zor bir görev üstlenen" muhalefetin yol haritasını paylaşmasının siyasi dinamikleri temelden değiştireceğini ve "Türkiye'nin hızla Erdoğan sonrası döneme doğru ilerlediğini" söylüyor. CHS'nin Türkiye için iyi olmadığının fark edilmesinde geç kalındığını, altı muhalefet partisinin uzlaşmaya varmış olmasının önemli olduğunu söyleyen siyaset bilimci Nuray Mert, birbirinden bağımsız olmasa da " Seçim nasıl alınacak, hangi adayla gidilecek?" gibi soruların hâlâ olduğunu, kısmen şimdilik formülün ortaya çıkmış olmasını, Türkiye'nin neye ihtiyacının olduğunun belirlenmesini önemsediğini belirtiyor. Gazete Duvar'dan Kemal Can, muhalefetin ortak metinle erken seçim baskısını da artırmayı düşündüğünü belirtiyor. İktidarın sistem tartışmasının önünü kesmek için kullanacağı anayasa hamlesinin de muhalefet tarafından erken "bloklandığını" düşünen Can, güçlendirilmiş parlamenter sistemin neyi güçlendireceğini tartışmak için yeterli zaman kalması için üzerine konuşulmaya başlanabilir bir çerçevenin hızla üretilmesini temenni ediyor.

"Güçlendirilmiş parlamenter sistem" tartışmaları

Ekim 18, 2021

·

Makale

Validebağ’da neler oluyor?

Validebağ Savunması inisiyatifi dün sabah saatlerinde Validebağ Korusu'nun büyük kapılarının araç girişine müsaade edecek biçimde açılmış durumda olduğuna, 40-50 civarı kolluk kuvveti unsurunun da çevrede bulunduğuna dair bir paylaşım yaparak "desteğinizi bekliyoruz" şeklinde çağrıda bulundu. Sonrasında Validebağ Korusu'na iş makineleriyle gelindiği ve Validebağ sakinlerininin itirazlarına rağmen koruya kum ve moloz döküldüğü paylaşıldı. Bölgedeki gerilim ve bölge sakinlerinin nöbeti akşam saatlerine kadar sürdü. Kimler, ne diyor? Validebağ Gönüllüleri'nin açıklamasında aşağıdaki ifadelere yer veriliyor: "Üsküdar Belediyesi sabahın 5’inde onlarca polis eşliğinde kepçe ve kamyonlarla koruya girdi. Molozlar ve kumlar döken işçilere Validebağ nöbetçileri direniyor. Hukukçu başkan Hilmi Türkmen polis eşliğinde hukuk ve doğa katliamı yapıyor!” Üsküdar Belediye Başkanı Hilmi Türkmen ise yapılan işlemin "halkın talebi" doğrultusunda "betonlaşan, yürümeyi imkânsız kılan yolun doğal toprakla düzenlenmesi" olduğunu savunuyor. Koruya moloz dökülmediğini söyleyen belediye, korunun "Sadece bizim olsun kimse gelmesin diyen küçük bir grubun algı operasyonuna kurban edilmeyeceğini" belirtiyor. Validebağ Korusu'nda dün yaşananları Aposto!'yla paylaşan Avukat Onur Cingil ise "Bu moloz değil, bu kum diyorlar. İçinden çıkan şeyler, asfalt parçaları, büyük taşlar, çok fazla cam çıktı. Elektrik kablosu falan çıktı içinden. Bildiğiniz inşaat molozu." ifadelerini kullanıyor. Cingil ayrıca "küçük bir grup" eleştirilerine "Validebağ Korusu zaten halkın. Bir zümre var evet, o zümre burayı ranta açmak istiyor. Biz istiyoruz zaten halkın kalsın." ifadeleriyle yanıt veriyor. Problem? Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğü'nün kararında "yapılacak uygulamanın doğal sit alanı veya tabiat varlığını etkileyecek bir müdahale içermesi hâlinde ise konuya ilişkin ilgili TVK Bölge Komisyonu izni/görüşü alınmadan herhangi bir uygulama yapılmaması" ifadesi yer alıyor. Dava süreçlerinin devam ettiğini ve üç ayrı yürütmeyi durdurma kararı olduğunu vurgulayan anayasa profesörü ve CHP İstanbul Milletvekili İbrahim Kaboğlu anayasa hükmü gereği yargı süreci sonuçlanıncaya kadar Validebağ Korusu’na herhangi bir müdahalede bulunulamayacağını söylüyor ve Üsküdar Belediyesi yetkililerini "Anayasa'ya saygıya" çağırıyor. Neden önemli? İstanbul'da şehir içinde 1. Derece Tarihî ve Doğal Sit Alanı statüsündeki son koru olma özelliğini taşıyan ve 354 dönümlük bir alana yayılan Validebağ Korusu'nun korunması için verilen mücadelenin 1996'dan bu yana sürdüğü biliniyor. Validebağ Savunması'nın 2021'de hazırladığı rapora göre Üsküdar Altunizade mahallesindeki Validebağ Korusu 130 kuş, 31 kelebek, 200 otsu bitki türüne ve 101 tür ağaç, ağaççık ve çalıya ev sahipliği yapıyor. Dün gerçekleşen forumdan. | Nidal Aras Arka plan 1980 darbesi sonrasında arazisinin daraltıldığı ve 90'lı yıllarda yapılaşma tehdidiyle karşı karşıya kaldığı söylenen Validebağ Korusu'nun korunması için 2001'den bu yana Validebağ Gönüllüleri Derneği adı altında faaliyet gösteren bölge sakinleri, imar planı üzerindeki değişikliklere direniyor. 2014'ün ekim ve kasım aylarında Üsküdar Belediyesi tarafından Validebağ Korusu sınırında başlanan camii inşaatı, koruyu yapılaşma tehdidiyle karşı karşıya bırakması nedeniyle protestolara neden olmuştu. 2018'de İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından hazırlanan "Millet Bahçesi" projesinin "korunun doğal dokusunu yok ederek basit, yapılandırılmış peyzajla Validebağ'ı tahrip edeceği ve canlı yaşamına zarar vereceği" gerekçeleriyle projeye karşı 11 bin imza toplanmış ve dava açılmıştı. 2019 Şubat'ta "projelendirme süreci ve tahsis işlemleri tamamlanamadığından" proje durdurulmuştu. 2020 Mayıs'ta ise Validebağ Korusu'nun 261 bin metrekarelik alanı Millî Emlak tarafından "bakım ve düzenleme" yapılmak üzere Üsküdar Belediyesi'ne tahsis edildi. Bölge sakinleri bu gibi gelişmelerin ardından nöbet başlattı. 2021 Mayıs'ta ortaya çıkan bilirkişi raporunda "çocuk oyun alanı, fitness alanı ve lüks kaplama malzemelerinin koruyu park düzeyine düşüreceği, yoğun inşaat sürecinin korudaki ekosistemi olumsuz yönde etkileyerek çöküşüne neden olacağı" vurgulandı. Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum'un projeye 21 Haziran'da başlanacağını duyurmasının ardından yeni bir nöbet başladı ve Haziran 2021'de İstanbul 6. İdare Mahkemesi proje planları hakkında yürütmeyi durdurma kararı verdi. Şimdi ne olacak? İstanbul Büyükşehir Belediyesi İmar ve Şehircilik Daire Başkanı Gürkan Akgün koruda yapılan uygulamanın suç kapsamına girdiğini vurgulayarak suç duyurularının yapılacağını belirtti. Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Yönetim Kurulu Üyesi Mücella Yapıcı da durumun "hukuka, yaşama, insan haklarına meydan okumak" olduğunu belirterek yetkililer hakkında suç duyurusunda bulunacaklarını açıkladı.

Validebağ’da neler oluyor?

Eylül 22, 2021

·

Makale

Nisan 25, 2024

·

Hikaye

Metro simgesi ve "hizmeti ayrıştırma" tartışması

Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu geçtiğimiz günlerde Twitter hesabından "İstanbul'da metronun yeni simgesi!" notuyla İstanbul'da metro simgesinin U olarak görüldüğü bir görsel paylaşmıştı. İstanbul Büyükşehir Belediye Sözcüsü Murat Ongun da bu paylaşımı alıntılamış ve aşağıdaki ifadeleri kullanmıştı. “Sayın bakan, İstanbul’daki metronun simgesi 1992’den beri M’dir. Siz İBB’de görevdeyken de öyleydi, İstanbul’da en çok metro yapılan bu dönemde de M olarak kalacak. Hizmet İstanbul’a hizmettir, ayrıştırmak hiç hoş değil.” Bakan Karaismailoğlu'dan dün başka açıklamalar geldi. Adil Karaismailoğlu ne söyledi? Bakan Karaismailoğlu dün U ve M harflerinin kafa karışıklığı yaratıp yaratmayacağına ilişkin bir soruya "Niye karışsın ki? Altında metro yazıyor zaten. Biz işin kendisine odaklanalım. İstanbul'da yedi tane büyük metro işi yapıyoruz. 103 kilometre, bunun Türk lirası karşılığı 60 milyar liradır ama karşı taraf hiçbir iş yapmadı. Sırf algı operasyonları yapan bir yönetim var. O yüzden bundan rahatsız oldular. İstanbul dünyanın aynı anda en çok metro yapılan şehri. Ama bunları da Ulaştırma Bakanlığı yapıyor. Bunu herkesin bilmesi lâzım. Hiç kimsenin emek hırsızlığı yapmaması lâzım." yanıtını verdi. Bakan’ın açıklamaları aşağıdaki ifadelerle devam etti. "Tepki vereceklerine ellerindeki işleri yapsınlar. Bir an önce ellerindeki metroları bitirsinler. Yaptıkları bir tane metro projesi, tamamladıkları bir tane metro projesi var mı? Onlara baksınlar." Gazete Duvar'dan Aynur Tekin'in haberine göre UAB tarafından yürütülen projelerle kesişen İBB'nin işlettiği metro hatlarının olduğuna dikkat çekerek uygulamanın pratiğe geçmesinin zor olduğunu düşünen İBB Sözcüsü Murat Ongun konuyla ilgili "Belediye devletin rakibi değil ki sonuçta. Belediye de devletin bir parçası. Bu bir hizmet meselesidir. Burada yurttaşlar bunu Ulaştırma Bakanlığı mı yapmış İstanbul Büyükşehir Belediyesi mi yapmış diye bakmaz, hizmet var mı diye bakar. Mesele budur.” ifadelerini kullandı. İmamoğlu ve merkezî yönetim İBB yönetimi, ana muhalefet ve muhalif medya; Ekrem İmamoğlu'nun önerdiği projelerin büyükşehir belediye meclisinde AK Parti grubu tarafından engellendiğini savunuyor. İBB'nin İstanbul'a bin yeni taksi plakası teklifinin reddine, 300 yeni otobüs alımı için bulunan dış kredinin 9 aydır hükümet onayı beklediğine, İBB'nin Haydarpaşa ve Sirkeci garları ihalesine katılmasının engellendiğine, Halk Ekmek büfelerinin sayısının artırılmasına yönelik girişimlerin reddedildiğine, Taksim Meydanı projesinin 2 No'lu Koruma Kurulu gündemine 208 gündür alınmadığına dikkat çekiliyor. AK Parti yetkilileri ise İBB yönetimini "bahane üretmekle, asıl işlerini dahi yürütemez hâlde olmakla" suçluyor ve İBB meclisinde AK Parti grubunun engel çıkardığına yönelik iddiaları reddediyor. Perspektif Şehir planlama ve yerel yönetimler uzmanı Prof. Dr. Savaş Zafer Şahin, orman yangınları döneminde katıldığı bir canlı yayında Türkiye'deki yerel yönetim sistematiğinin içinde çok sert ve gündeliği etkileyen, hiçbir zaman gerçek sorunların üzerine gidemeyen bir yerel yönetim yapısı ortaya çıkaran bir siyasi girdi olduğunu savunuyor. Özellikle yangınlar döneminde yerel yönetimlerle merkezî hükümet arasında yaşanan sorumlu arama tartışmalarının ve eş güdümsüzlük iddialarının köklerinin sekiz yıl önce değişen Büyükşehir Yasası'na dayanabileceğine işaret ediyor. Örneğin Ankara'nın değişiklikten önce 8 bin kilometrekare olan hizmet sorumluluğunun yasayla ekolojik hassas bölgeleri, kırsal alanları, tarım üretiminin sürdüğü yerleri de içeren 24 bin kilometrekareye çıktığını; böylesine büyük genişlemelerin büyükşehir belediyelerini devasa bir hizmet yükümlülüğüyle karşı karşıya bıraktığını ifade ediyor. Yasanın "yerelde aşırı merkezîleşme getirdiğini, büyükşehir-merkezî idare, büyükşehir-ilçe, ilçe-ilçe ilişkilerini yok saydığını, ya da yetkiyi bir tarafa atarak çözmeye çalıştığını" söyleyen Şahin, yasanın "baştan siyasi öngörü yasası olduğunu ve değişikliklerin hep siyasi duruma göre yapıldığını" savunuyor. Şahin, daha etkin kaynak kullanımı ve çözümler için Türkiye'deki bütün kamu hizmetlerinin dünyadaki örneklerle karşılaştırılarak çalışılacağı bir yapıyı öneriyor.

Metro simgesi ve "hizmeti ayrıştırma" tartışması

Eylül 9, 2021

·

Makale

Seçim yasası tartışmaları

Geçtiğimiz hafta hem Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hem MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, yeni seçim yasası çalışmaları kapsamında hâlâ %10 olan seçim barajının %7 olarak netleştiğini açıkladı. Ne olmuştu? 2018 seçimleri sonrası AK Parti içinde %7 ve %5 seçim barajları farklı nedenlerden dolayı destekleniyordu. İttifaklar nedeniyle seçim barajının anlamı kalmadığı, tersine o dönemde barajı geçmesi için muhalif seçmeni HDP'ye yönelttiği, bu nedenle barajın %7’ye düşürülüp bu seçmenlerin asıl partilerine döndürülebileceği değerlendiriliyordu. Öte yandan muhalefet bloğunu parçalayıp küçük partileri tek başına seçime girme ya da farklı ittifaklar oluşturmaya itme ihtimali değerlendirilerek barajın %5'e indirilebileceği ve “daraltılmış bölge” seçim sistemi oluşturulabileceği konuşuluyordu. Daraltılmış bölge sistemi: Bu sistem, illerin 5-7 milletvekili çıkaracak şekilde nüfusa göre düzenlenerek seçim çevrelerine ayrılmasından oluşuyor. Ülke genelinde barajı aşan partiler, oy oranlarına göre bölgelerde vekilleri paylaşıyor. Sistemin büyük partiler ve bölgesel olarak güçlü olan partiler için avantajlı olduğu biliniyor. Artısı; milletvekilleri adaylığı sürecinde genel merkez onayları yerine halkın görüşlerinin göz önünde bulundurulması ve böylece milletvekilleriyle seçmen arasındaki mesafenin kapanması. Daraltılmış bölge seçim sisteminin tartışıldığı dönemde MHP'nin, barajın otomatik olarak yükselmesi nedeniyle ülke genelinde AK Parti ve CHP ile Doğu kesiminde HDP'nin daha fazla milletvekili çıkaracağı endişesiyle bu sisteme karşı çıktığı ve bunun yerine “ittifak içi barajı” savunduğu belirtildi. İttifak içi baraj: İttifak kuran partilere de belirli bir yüzdeyi aşmaları şartı getirilmesine ittifak içi baraj deniyor. Tartışmalar sürerken AK Parti, mayıs ayında seçim barajı konusunda %5 ve %7 olmak üzere iki seçenekli öneriyi MHP'ye sundu. Yorumlar Barajın %7 olmasına karar verilmesinin ardından AK Parti ve MHP'nin “karşılıklı olarak ittifak içi baraj ve daraltılmış bölge taleplerinden vazgeçtiği” yorumu yapıldı. "%7 dahi olsa temsilde adalet ciddi boyutta zedeleniyor. Bu düşünce tam bir demokrasi ayıbıdır. Özellikle hem bu sistemi (Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi) savunup hem de barajı hâlâ savunmak çok derin bir çelişki." - CHP Hukuk ve Seçim İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Muharrem Erkek "Baraj tartışmalarının kaynağı Türkiye’yi antidemokratik bir düzenlemeden kurtarmak değil. Bizce asıl amaç, oyları %7’lere düşen MHP’ye bir can simidi uzatmaktır. 'Bunun altına da düşer mi, değerlendiriyoruz' derken 'MHP’nin oyları bunun altına düşerse biz barajı bunun altına da çekeriz' demek istiyor." - HDP Seçim İşlerinden Sorumlu Eş Sözcü Batman Milletvekili Rüştü Tiryaki "Başkanlıkla yönetilen hangi ülkede baraj var? Başkanlık sisteminde baraj olmamalı. Darbe anayasasının ürünü kanunlardan kurtulmak lazım." - BBP Genel Başkanı Mustafa Destici Diğer değişiklikler Seçim yasasında yapılması planlanan değişiklikler barajla sınırlı değil; buna göre siyasi partilerin Hazine yardımından yararlanabilmeleri için %3 oy alma zorunlulukları devam edecek. Ayrıca siyasi partiler seçimlerde en az 20 milletvekili çıkarmaları hâlinde yine grup kurabilecekler; ancak seçimden sonra, seçildikleri partiden ayrılarak başka bir partiye geçmeleri hâlinde, 20 sandalyeye ulaşılsa bile bu partiler grup kurmuş sayılmayacak ve seçime girme yeterliliğini sağlamış olmayacak. Bir adım geriden: 2018 seçimlerinde İYİ Parti'nin seçime girmesini garantiye almak için CHP'den 15 milletvekilinin İYİ Parti’ye geçmesi o dönemde çok konuşulmuş; MHP lideri Bahçeli, "milletvekili transferinin önlenmesi" çağrısı yapmıştı. Alınan yeni karar; kimi yorumlara göre Bahçeli'nin çağrısının dikkate alındığını gösterdi. Barajın etkisi Hâlâ %10 olan seçim barajı, 80 darbesi döneminde düzenlenen anayasayla hayata geçirildi. “Darbe yasası” olarak adlandırılan anayasada yer alan bu maddenin kaldırılması neredeyse her partinin vaatlerindendi; ancak hiçbir zaman gerçekleştirilmedi. Bir yandan darbe döneminde karar alınması nedeniyle tepki toplayan yasa; diğer yandan toplumun “çok sesli” kimliğinin meclise taşınamaması nedeniyle eleştiriliyor. Öte yandan, Cumhur İttifakı'nda, özellikle büyükşehirlerdeki sol görüşlü seçmenin "HDP barajı geçmeli" düşüncesiyle oy verdiği ve bu nedenle %10'luk barajın HDP'ye fayda sağladığının, bu nedenle barajı %7'ye düşürülmesiyle TİP, EMEP gibi partilerin barajı geçmek için seçmenlerini harekete geçireceği ve bunun da HDP’nin oyunun düşebileceğinin değerlendirildiği belirtildi. BirGün’e konuşan s iyaset bilimci Fatih Yaşlı , hükümetin artık en büyük kozunun seçim sandığı olmadığının farkında olduğunu ve bu nedenle seçim sistemini kendi lehine olacak şekilde düzenlemeye çalıştığını söyledi. Hükümetin önce baro yasasını ardından seçim yasasını değiştirdiğini hatırlatan Yaşlı, sosyal medya yasasının da dâhil olacağının söylendiğini belirterek “Tüm bunları üst üste koyduğumuzda görmemiz gereken şey ise seçimlerin ne zaman yapılacağından ziyade, hangi koşullarda yapılacağının önemli olduğu.” diyor.

Seçim yasası tartışmaları

Eylül 6, 2021

·

Makale

İstanbul’un kronikleşen sorunu: Taksi

İstanbul Büyükşehir Belediyesi 'nin İstanbul'a 1.000 adet yeni taksi kazandırılmasına yönelik teklifi Ulaşım Koordinasyon Müdürlüğü’nde (UKOME) sekizinci kez reddedildi. Neler olmuştu? İlk etapta belediye mülkiyetinde işletilecek 1.000 yeni taksinin hizmete alınmasını öngören teklif, geçtiğimiz ay gerçekleşen toplantıda da sunulmuş ve reddedilmişti. Diğer yandan İBB'nin taksi dolmuşların ve minibüslerin taksiye dönüştürülmesini öngören teklifi ise birkaç ret kararının ardından geçtiğimiz ay kabul edilmişti. İstanbul Taksiciler Odası Başkanı Eyup Aksu, geçtiğimiz ayki toplantı öncesinde "taksi sayısında sorun varmış gibi görünmesinin nedeninin taksinin ucuz olması nedeniyle toplu taşıma yerine tercih edilmesi" olduğunu söylemiş ve "eski haberlerin UKOME toplantıları öncesinde ısıtılıp sunulduğunu, bunun bir algı operasyonu olduğunu" ifade etmişti. Hürriyet'te yer alan habere göre Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı ise dünkü toplantı öncesinde "müşteri memnuniyetini esas alarak söz konusu şikâyetleri ortadan kaldıracak olanın İBB olduğunu, konunun taksi sayısı değil hizmet kalitesi olduğunu" söyledi. İstanbul'da son taksi plakasının verildiği tarih olduğu söylenen 1991’de şehrin nüfusunun 7,5 milyon olduğu biliniyor. 1966'dan bu yana nüfus 15 milyonun üzerine çıksa da şehirdeki taksi sayısı 17.395'ten öteye geçmiyor. Bu durumda bugün en az 800 İstanbulluya 1 taksi düşüyor. Eyup Aksu ise İzmir'de taksi başına düşen kişi sayısının İstanbul'a kıyasla %37 fazla olduğunu fakat bu konunun gündeme gelmediğini, 10 bin yeni taksi plakası da çıkarılsa sorunu çözmeyeceğini, tarifelerin yükselmesi gerektiğini, denetim ve teknolojiyle şikâyetlerin azalacağını savunuyor. İBB ise ücretsiz olarak İ-Taksi monte edilen taksi sayısının 14 bin 800 olduğunu vurgulayarak teknoloji sorunu olmadığını, denetim konusunda da İBB Meclisi'nin engelleyici olduğunu söylüyor. Twitter - Nezih Onur Kuru Problem nerede? Geçtiğimiz günlerde HalkTV'den Hazar Dost; özel haberinde normal şartlarda 20-25 lira civarında tutacak Taksim-Eminönü güzergâhına 70-80 lira civarında bir ücret biçildiğini, ücretlerin taksimetre açılmadan belirlendiğini, trafik gibi gerekçelerle yolcuların istedikleri yerde indirilmediğini yazmıştı. Sivil polisler tarafından gerçekleştirilen denetimlerde de taksicilerin emniyet kemeri kullanmama, sürüş esnasında telefonla konuşma, araçta sigara içme gibi eylemler gerçekleştirdiği; taksimetre açmadan, İngilizce konuşanlara daha yüksek fiyatlar söylediği tespit edilmişti. Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı da "turistleri müşteri olarak seçme, güzergâhın dışına çıkarak dolaştırma, pazarlık usulü çalışma, taksimetre hilesine başvurma, sahte para verme, yetersiz güvenlik, araç çağırma güçlüğü, dijitalleşmede geri kalma, kısıtlı ödeme imkânları, kısa mesafe yolcu alınmaması" gibi problemler belirlemişti. Taksi plakalarının çoğunluğunun "plaka ağaları" olarak adlandırılan galericilerin elinde olduğu, esas problemin bu olduğu söyleniyor. Israr neden, çözüm ne? İstanbul Büyükşehir Belediyesi, teklifin hükümet temsilcilerinin çoğunlukta olduğu UKOME'den dönmesinin siyasi bir karar olduğunu savunuyor. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu da "Sokağa çıkın sorun. Bu neyin inadı, ısrarı? Tek dert 'İmamoğlu bunu yapmasın'" diyor. Bir adım geriden: 2020’nin başında yapılan değişiklikle daha önce kamu kurumlarının 10 kişiyle temsil edildiği UKOME'de kamu kurumu temsili 14 kişiye çıkarılmıştı. Bu durum, İBB'yi kurulda azınlık durumuna geçirmişti. 2021'de ulaşımla ilgili şikâyetlerin %60'ının taksilerle ilgili olduğunu söyleyen İBB Ulaştırma Daire Başkanı Utku Cihan, İBB'nin taksi projesinin problemlere çözüm olacağını düşünüyor.

İstanbul’un kronikleşen sorunu: Taksi

Ağustos 27, 2021

·

Makale

Boğaziçi kabul etmiyor, vazgeçmiyor

Geçtiğimiz günlerde gece saatlerinde Resmî Gazete’de yayımlanan kararla Prof. Dr. Mehmet Naci İnci, hâlihazırda vekâleten bulunduğu Boğaziçi Üniversite rektörlüğü görevine atandı. Boğaziçi Üniversitesi akademisyenlerinin yaptığı oylamada rektör adaylığını kamuoyuyla paylaşan 19 aday arasında desteklenmeyen ve güvenoyu alamayan 2 adaydan biri olan İnci’nin atanması, hem akademisyenlerin hem öğrencilerin tepkisini topladı. Naci İnci kimdir? Fiber optik, nano partiküller, kuantum bilişimi ve kuantum kriptografisi gibi konular üzerine çalışan İnci, Marmara Üniversitesi Fizik Bölümü mezunu. 2005 yılında Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü’nde profesör olan İnci, 2014-2018 arasında da bölüm başkanlığı yaptı. Ne olmuştu? 1 Ocak 2021 tarihli kararnameyle Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğüne Melih Bulu getirilmişti. Rektörün seçimle belirlenmesi gerektiğini savunan öğrenci ve akademisyenler, kararı aylarca protesto etmişti. Eylemler sırasında birçok öğrenci gözaltına alınmış, bazıları elektronik kelepçe takılarak ev hapsi cezasına çarptırılmıştı. Akademisyenlerin ve öğrenciler protestoları devam ederken yaklaşık 6 ay sonra Bulu, yine bir kararname ile görevden alınmıştı. Bulu’nun yerine rektör yardımcısı olan Prof. Dr. Mehmet Naci İnci, vekâleten atanmıştı. Rektörlük için 2 Ağustos’a kadar sürecek adaylık başvurusu ilanı yayımlanmıştı. Akademisyen ve öğrencilere soruşturma Rektör yardımcılığı döneminde çok sayıda öğrenci ve akademisyen hakkında soruşturma açan İnci, Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü öğretim görevlisi Feyzi Erçin’in işine son vermişti. İnci, rektörlüğe geldiğinde de 2007’den bu yana Boğaziçi Üniversitesi’nde çalışan ve ayrıca BÜLGBTİ+ akademik danışmanı olan, yine aynı bölümde görevli Can Candan’ı "on iki saat ders verme yükümlülüğünün yalnızca altı saatini yerine getirebilme ve hakkında üniversite yöneticilerine hakarette bulunma iddiasıyla açılan soruşturmanın devam ediyor olması" gerekçeleriyle görevden aldı. Görevden alma kararına Boğaziçi Üniversitesi akademisyenler, yayımladıkları açıklamada "Akademisyenlerimizin bu şekilde görevden alınması, ne hukukla ne de üniversite senatomuzun 2012 yılında belirlediği ilkelerle bağdaşmaktadır" ifadeleriyle tepki gösterdi. Desteklenmeyen iki adaydan biri Başvuru sürecinde Boğaziçi Üniversitesi’nden 19 tam zamanlı profesör, rektör adayı olduklarını açıkladı. Akademisyenlerin kurduğu Oylama Koordinasyon Komisyonu, yayımladığı açıklamayla yalnızca adaylığını Boğaziçi Üniversitesi bileşenlerine ilan eden ve üniversitede tam zamanlı çalışan 19 ismin çevrim içi sistem üzerinden oylandığını duyurdu. 746 seçmenin %82’sinin katıldığı oylamanın sonucunda Melih Bulu döneminde rektör yardımcılığı görevine getirilen Prof. Dr. Gürkan S. Kumbaroğlu %93 karşı oyla, hâlihazırda vekâleten rektörlük görevini yürüten Prof. Dr. M. Naci İnci de %95 karşı oyla Boğaziçi akademisyenlerinin desteklemediği iki aday oldu. "#KabulEtmiyoruzVazgeçmiyor" Tüm gelişmelerin ardından İnci’nin rektör olarak atanması üzerine akademisyenler ve öğrenciler mücadelelerini sürdüreceklerini vurgulayarak "#KabulEtmiyoruzVazgeçmiyoruz" dedi. Boğaziçi Üniversitesi akademisyenleri yayımladıkları ortak açıklamada, kabul etmedikleri temel hususların atama sürecin üniversitenin ilgili kurullarının muhatap alınmaması, kurumun idaresinin hiçe sayılması ve kararın şeffaf olmayan bir şekilde alınması olduğunu vurguladı. "Mülakat yapılmadı, soyadı düzeltildi" Atamanın ardından birçok akademisyen YÖK’ün diğer 17 adayı mülakata bile çağırmadığını belirtti. Boğaziçi Üniversitesi’nden öğretim üyesi Birkan Yılmaz yaptığı bir paylaşımla sürecin tamamını anlatarak YÖK’ün mülakata çağırmamasının yanı sıra bazı adayları son başvuru tarihinin ertesi gününde arayıp soyadlarının büyük harfle yazılmaması nedeniyle yeniden form doldurup göndermelerinin istendiğini söyledi. Yılmaz paylaşımının sonunda, "Üniversite neden özerk ve özgür olmalı diye anlatmaya devam edeceğiz; kaliteli eğitim hakkı için, liyakat ile yönetilen bir ülke için, üretebilen bir ülke için" dedi.

Boğaziçi kabul etmiyor, vazgeçmiyor

Ağustos 23, 2021

·

Makale

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın KKTC ziyareti

Mayıs ayında KKTC ziyaretini "Kuzey Kıbrıs'tan vereceğimiz mesajlar sadece adayı değil, tüm dünyayı ilgilendiriyor." ifadeleriyle duyuran Cumhurbaşkanı Erdoğan, pazartesi günü KKTC meclisinde gerçekleşen oturumda Metehan bölgesinde 500 dönümlük bir arazide cumhurbaşkanlığı, parlamento binaları ve millet bahçesi inşaatına başlanacağını duyurdu. Kaygılar Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın KKTC ziyaretinde vereceği mesajların "Kıbrıs sorununu derinleştirecek içerikte olabileceği" olasılığının Yunanistan ve GKRY başta olmak üzere AB'yi kaygılandırdığı yorumları yapılıyordu. Mesajların "iki devletli çözüm" üzerine yoğunlaşacağı düşünceleri, Türkiye'nin bölgede gerçekleşecek hidrokarbon arama faaliyetleri konusunda bir takvim açıklaması, Maraş açılımına yönelik mesajlar ve Geçitkale havaalanının kalıcı bir askerî üsse dönüştürülmesi olasılığı endişe unsurları arasındaydı. Harekâtın yıl dönümünde verilen mesajlar Dün, Kıbrıs Barış Harekâtı'nın 47'nci yıl dönümünde düzenlenen Barış ve Özgürlük Bayramı töreninde konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kıbrıs sorununun çözümü sürecinde Rum tarafınının "gerçeklerden kopuk, maksimalist, samimiyetsiz ve şımarık yaklaşımını sürdürdüğünü", "Kıbrıs Türkü'nün azınlık olarak görme, eşitlik temelinde çözümü reddetme gafletinden bir türlü uyanamadıklarını" söyledi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Avrupa Birliği'ne de aşağıdaki ifadelerle seslendi: "Bunlarda demokratlık yok. Avrupa Birliği mali, idari noktada Kuzey Kıbrıs'a desteklerini verecekti, verdi mi? Hayır vermedi? Niye? Bunların hayatı yalan üzerine kurulu. Dürüst değiller. Geçen gün beni arıyorlar, söyledikleri şu ‘Duyduk ki ayın 20'sinde Kuzey Kıbrıs'ta konuşma yapacakmışsın. Herhalde orada rahatsızlık verici bir konuşma olmaz.' Bunun iznini herhalde sizden alacak değiliz." Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Maraş bölgesi hakkında "Mülkiyet haklarına riayet edilerek yürütülen çalışmalar ışığında artık Maraş'ta herkesin yararına olacak yeni bir dönemin kapıları açılacaktır." açıklamasını "tek taraflı karar" olarak niteleyen ve "endişelerini" dile getiren AB Yüksek Temsilcisi Josep Borrell'e Dışişleri Bakanlığı'nın yanıtında, " AB'nin Kıbrıs konusunda GKRY ve Yunanistan'ın sözcülüğünü ve avukatlığını yapmaktan öteye geçmeyen tutumuyla Kıbrıs meselesinin çözümünde hiçbir olumlu rol oynaması mümkün değildir." ifadelerine yer verildi. Görüşmelerde son durum • Taraflar, 2021 ilkbaharın Cenevre'de gayriresmî görüşmelerin sonucunda Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri António Gutteres "Kıbrıs sorununun çözümü için resmî görüşmelerin başlamasına yeterli ortak zemin bulamadık" açıklamasında bulunmuştu. • AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, temmuz ayının başında Kıbrıs'ta iki devletli bir çözümü "hiçbir zaman kabul etmeyeceklerini" ifade etmişti. • En son 2017'de yapılan resmî görüşmeler sırasında garantör devletlerin adadaki askerî varlığında ortak nokta bulunamamıştı. Türkiye ise daha sonraki süreçte federasyon modelini müzakere etmeyeceğini açıklamıştı. • GKRY, "siyasi eşitlik temelinde iki toplumlu ve iki kesimli federasyon" talep ediyor. KKTC yönetimi ise "eşit haklara sahip egemen iki devlet" modelini savunuyor. Birkaç adım geriden • KKTC'de Ekim 2020'de gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçimlerinde %58,29’la KKTC tarihinin en düşük katılım oranının görüldüğü birinci turdan bir sonuç alınamamış; ilk turda en yüksek oyu alan iki aday olan Ersin Tatar ve Mustafa Akıncı'nın yarıştığı ikinci turun galibi Ersin Tatar olmuştu. • Seçimin ardından "bu normal şartlarda yapılmış bir seçim dersek gerçeği söylemiş olmayız" diyen Mustafa Akıncı 45 yıllık siyasi hayatını noktalamış; Ersin Tatar ise Cumhurbaşkanı Erdoğan'a ve yardımcısı Fuat Oktay'a teşekkür etmişti. • KKTC'de hukukçu, akademisyen, iş insanı ve aktivistlerden oluşan bir grup tarafından hazırlanan raporda Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı'nın, Millî İstihbarat Teşkilâtı'nın ve Lefkoşa Büyükelçiliği'nin seçimi Ersin Tatar'ın kazanması için çalıştığı iddia edilmişti. Mustafa Akıncı rapor için "eksiği var, fazlası yok" yorumunda bulunmuştu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın KKTC ziyareti

Temmuz 21, 2021

·

Makale

Tütün üretiminde yetki şartı tartışmaları

CHP Adıyaman milletvekili Abdurrahman Tutdere; Adıyaman'da tütün üretimine getirilen şartları protesto ederken gözaltına alınan 16 tütün üreticisinden 10'unun "keyfî bir kararla" tutuklandığını sosyal medya hesabından duyurdu. Tutuklamalar, “suç işlemeye alenen tahrik, kanuna aykırı toplantı ve yürüyüşlere silahsız katılarak ihtara rağmen dağılmama, kamu kurumu faaliyetini cebir ve şiddet kullanarak engelleme” gerekçeleri ve "kaçma şüphesi" ile gerçekleşti. Neler yaşandı? • Tütün üretimini "yetki belgesi" şartına bağlayan ve tütün üretme yetkisini en az 250 üreticinin bir araya geldiği kooperatiflere veren düzenleme 1 Temmuz'da yürürlüğe girdi. • Tütün üreticileri geçtiğimiz haftalarda Adıyaman'da, Malatya'da ve Bingöl'de protestolar gerçekleştirmişti. • Geçtiğimiz hafta perşembe günü CHP'nin TBMM'ye sunduğu tütün üreticilerinin sorunları hakkında araştırma önergesinin AK Parti ve MHP oylarıyla reddedilmesinin ardından mecliste gerginlik yaşanmıştı. • CHP Adıyaman milletvekili Abdurrahman Tutdere, geçtiğimiz hafta Adıyaman'da protestoya katılan çiftçilerin sabah saat 5'te evlerinden gözaltına alındığını duyurmuştu. Düzenleme ne diyor? 2017'nin kasım ayında Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu'nda yapılan ve 3 yıl ertelenen değişiklik, yetki belgesi almadan tütün ticareti yapanlara 3 yıldan 6 yıla kadar hapis cezası verilmesini öngörüyordu. Aralık 2020'de Tarım ve Orman Bakanlığı tarafından yayımlanan bir yönetmelikle tütün üretimi, Temmuz 2021'e dek en az 250 tütün üreticisi gerçek kişinin Tütün Üretim ve Pazarlama Kooperatifleri kurması şartına bağlandı. Kanun bu ayın başında yürürlüğe girdi. Muhalefet ne diyor? Konuyu yakından takip eden ve "Bakanlığın bir yönetmeliği üç yılda çıkarabildiğine" dikkat çeken CHP Adıyaman milletvekili Abdurrahman Tutdere; pandemi koşullarında tütün üreticisine 6 ayda kooperatifleşme süreci tanınmasının adil olmadığını savunuyor. Altı aylık sürenin iki ayının sokağa çıkma yasağıyla geçtiğinin altını çizen Tutdere, yasanın yürürlük tarihinin ertelenmesini talep ediyor. HDP Parti Meclisi Üyesi İzzet Karadağ ise kooperatiflerin üreticiyi korumayacağını, bu durumun köylüleri endişelendirdiğini ifade ediyor. Karadağ'a göre kooperatiflerin nasıl işletileceği, ürünün nasıl fiyatlandırılacağı, taban fiyatın ne olacağı gibi sorular belirsizlik yaratıyor. Yasanın üreticiye kooperatif dışında bir seçenek bırakmayacağını belirten Karadağ, "kooperatif üzerinden bir kesime rant sağlanacağı" iddiasında bulunuyor. Şimdi ne olacak? AK Parti’nin yasanın yürürlük tarihini 6 ay ertelemek için bir torba teklif çalışması yaptığı belirtiliyor. Sözcü'den Ahmet Kaya'nın haberine göre Tutdere de düzenlemenin ertelenmesine yönelik teklifin görüşüleceğini, iki güne yasalaşacağını, fakat konuyla ilgili "kalıcı tedbirlerle çözüme kavuşturulmasını sağlayacak yasal düzenlemelere" ihtiyaç duyulduğunu belirtiyor.

Tütün üretiminde yetki şartı tartışmaları

Temmuz 13, 2021

·

Makale

Akbank'ın en zor 48 saati

Akbank'ta iki gün önce sabah saatlerinde başlayan mobil ve internet bankacılığı servislerine erişimde yaşanan kesintiler, dün gün boyu sürdü. Akbank uzun süre Twitter Türkiye gündeminin üst sıralarında yer aldı ve ekşisözlük'te "akbank" başlığına bini aşkın gönderi girildi. Neler yaşandı? • 6 Temmuz 12.51’de Akbank Twitter hesabından "Sistemlerimizde yavaşlama ve kesintiler yaşanmaktadır. İlgili birimlerimiz konuyla ilgili çalışmaktadır." açıklaması paylaşıldı. • 6 Temmuz 15.21'de; sosyal medyada durumun bir siber saldırıdan kaynaklandığına dair iddiaların yayılmasının ardından Akbank "Bugün bankamız sistemlerinde yaşanan yavaşlama ve kesintilerin siber saldırı nedeniyle olduğuna dair kamuoyuna yansıyan haberler gerçeği yansıtmamaktadır. Bankamızda hiçbir güvenlik sorunu bulunmamaktadır." paylaşımı yaptı. • Dün 10.05'te yayımlanan açıklamada siber saldırı iddiaları tekrar yalanlandı ve bankanın "ana bilgisayarındaki teknik sorundan kaynaklanan kesintilerin sürdüğü, tüm hizmet kanallarının bu sorundan etkilendiği, ilgili birimlerin ve teknoloji iş ortaklarının çözüm için çalışmalarını sürdürdüğü" paylaşıldı. Akbank, bu mesajla müşterilerin yaşadığı mağduriyetlerin giderilmesi için aldığı önlemleri de duyurdu. Bu kapsamda ekstre ödemesi 6 Temmuz olan kredi kartlarının son ödeme tarihinin bir gün ötelendiği, kredi vadesi ya da taksit tarihi 6 Temmuz olan krediler için o gün faiz işletilmeyeceği/işletilen faizin geri ödeneceği, müşterilere herhangi bir gecikme faizi yansıtılmayacağı belirtildi. • Dün 16.15'te paylaşılan açıklamada ise "Sistemlerimizi önümüzdeki saatlerde kademeli olarak devreye almayı hedefliyoruz." ifadesi yer aldı. • Banka dün 21.11'de ATM'lerin hizmet vermeye başladığını, 22.01'de de Müşteri İletişim Merkezi'nin devreye girdiğini açıkladı. • Gece 01.57'de paylaşılan mesajda ise Akbank İnternet ve Akbank Mobil'in de devreye girdiği belirtildi. Tahminler ve görüşler Sosyal medyada konunun uzmanlarınca yapılan paylaşımlarda, problemin bir "mainframe" arızası olduğu belirtiliyor. Mainframe tabiri, milyonlarca kullanıcıya eş zamanlı hizmet verebilen büyük bilgisayarları tanımlıyor. Teknoloji yazarı Aytun Çelebi'nin aktardığı üzere Akbank'ta yaşanan kesinti, IBM'in ürünü olan Db2 veri tabanındaki ve mainframe'deki bir arızadan kaynaklanıyor. Habertürk'te yer alan habere göre geçtiğimiz pazarı pazartesiye bağlayan gece yapılmak istenen bir güncelleme sırasında başlayan problem, güncellemenin geri alınmasıyla daha da büyüyor. Zira mainframe sunucularda bir sistemin başarısız olmasının, tüm sistemi erişilemez hâle gelmesine sebep olan SPOF (single-point-of-failure) oluşturduğu belirtiliyor. BDDK yönetmeliği 15 Mart 2020'de Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren BDDK yönetmeliğinde "Birincil sistemlerin tamamen devre dışı kaldığı felaket senaryolarında dahi bankanın en geç yirmi dört saat içerisinde faaliyetlerini yeniden sürdürebiliyor olması esastır." ifadesine yer veriliyor. Akbank'taki hizmet kesintisinin ise 30 saatin üzerinde olduğu biliniyor.

Akbank'ın en zor 48 saati

Temmuz 8, 2021

·

Makale

Pandemi ve nefretin kıskacında LGBTİ+’lar

Marsel Tuğkan Gündoğdu Lezbiyen, gey, biseksüel, trans ve interseksler (LGBTİ+) sosyal hizmetlere ve sağlık hizmetlerine erişmede, istihdam ve eğitim konularında en büyük engellere sahip toplumsal gruplardan biriyken küresel çapta dünyayı etkileyen Covid-19 pandemisi, bu anlamda alınan önlemler ve buna karşın verilen hizmetler bakımından, LGBTİ+’ları toplumda çok daha dezavantajlı bir yere konumlanmalarına sebep oldu. Hizmetlere erişim, hedef göstermeler ve nefret kampanyaları Pandemi karşısında başta Sağlık Bakanlığı ve Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın LGBTİ+’lar özelinde herhangi bir planlaması olmadı. Dahası; siyasi iktidar temsilcileri, onun atadığı kamu görevlileri ve iktidar destekli medya kuruluşları, yer yer pandemiyle de ilişkilendirerek LGBTİ+’ları açıkça hedef gösterdi. Türkiye’de ilk vakanın görülmesinin üzerinden 45 gün geçmişken, 24 Nisan 2020 tarihinde Türkiye’deki bütün camilerde aynı anda yayınlanan bir Cuma hutbesinde Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, "eşcinselliğin hastalıkları beraberinde getirmesi" ifadesiyle LGBTİ+’ları ve HIV ile yaşayanları hedef gösterdi ve toplumu bu gruplarla mücadele etmeye çağırdı. Diyanet İşleri Başkanı’nın ilk olmayan bu hedef göstermesi pandemi koşullarında ve giderek kutuplaşmanın da etkisiyle sokağa hızlıca yansıdı. Osmaniye’de Keyf-i Künefe isimli bir tatlıcı, mekân girişine “LGBT’ye kapalıyız” yazısı astı. İstanbul’un Beylikdüzü ilçesinde ve Maçka Parkı’nda cinsel yönelim sebebiyle iki farklı nefret saldırısı gerçekleşti. Sosyal Politika, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği’nin (SPoD) pandeminin ilk üç ayını değerlendirdiği Pandemi Raporu’na göre , Diyanet İşleri Başkanı’nın açıklamasını izleyen ilk 45 günde SPoD’un danışma hattına gelen çağrılarda, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılık ve şiddet konulu başvurularda %100 artış oldu ve hukuk ve adalet erişim başvuruları iki katına çıktı. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın hedef göstermesini kınayan barolar hakkında soruşturmalar açıldı; sosyal medyada LGBTİ+’lara karşın pek çok nefret kampanyası gerçekleşti. Yine pandemi döneminde, BBC Türkçe'ye açıklama yapan üst düzey bir RTÜK yetkilisi Netflix Türkiye yapımı Aşk 101 dizisindeki eş cinsel bir karakterin senaryodan çıkarılmasını "İkili görüşmelerle o karakter konusundaki sıkıntı giderilmiştir" cümleleriyle ifade etti. İstanbul Bayram Sokak’ta yaşayan trans kadınlar “pandemi tedbirleri” gerekçesiyle polis tarafından gözaltına alındı, hem sokak hem de evleri mühürlendi. SPoD’un Şubat 2021 tarihinde yayımladığı ve Türkiye’nin farklı coğrafyalarından toplamda 856 LGBTİ+’nın katıldığı anketten yola çıkarak hazırladığı LGBTİ+’ların Sosyal Hizmetlere Erişim Raporu’nda , LGBTİ+’ların büyük bir çoğunluğunun sunulan sosyal hizmetlerden haberdar olmadığı, haberdar olanların da hizmetlere erişimde c insel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli pek çok bariyerle karşılaştığı saptandı. Yine aynı raporda LGBTİ+’ların büyük bir çoğunluğunun hizmetler ve sosyal yardımlarla ilgili herhangi bir sorunla karşılaşıldığında başvurabilecek yerler olmadığını ve pandemi sürecinde LGBTİ+’ların özel ihtiyaçlarına yönelik çalışmaların kurum ve kuruluşlar tarafından gerçekleştirilmediğini düşündüğü yer aldı. Boğaziçi protestoları ve LGBTİ+’lar 2021 yılının ilk günlerinde Cumhurbaşkanı tarafından Melih Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atanmasıyla başlayan protestolar sürerken LGBTİ+’lar bir anda hedef gösterilen bir grup hâline geldi. Protestoların parçası olan anonim bir resim sergisi için üretilen bir kolaj görselinin sosyal medyaya düşmesinden sonra başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun ve CHP Sözcüsü Faik Öztrak’ın da dâhil olduğu devletin en yüksek kademelerinde görev yapanlar ve siyasiler LGBTİ+’lara karşın yürütülen nefret kampanyası ve hedef göstermelere dâhil oldu . Hedef göstermeleri takiben Anadolu Gençlik Derneği Beyazıt Meydanı’nda nefret saikli bir gösteri düzenledi, Mil-Diyanet Sendikası İçişleri Bakanlığı’na "LGBTİ+ örgütlerinin kapatılması" talebiyle bir dilekçe sundu . Protestolar bir aya yakındır sürerken 1 Şubat 2021 tarihinde Boğaziçi Üniversitesi’ne atanmış Rektör Melih Bulu, üniversite içinde yıllardır faaliyet gösteren Boğaziçi LGBTİ+ Çalışmaları Kulübü’nü kapattı. Bu kararı ilk olarak Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun kendi Twitter hesabından duyurdu. Temmuz 2020’den bu yana ara ara gündeme gelen, İstanbul Sözleşmesi olarak da bilinen Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi tartışmalarının merkezinde de LGBTİ+’lar vardı. 20 Mart 2021 tarihinde sabaha karşı Resmî Gazete’de yayımlanan kararın ardından Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın resmî internet sitesinden hem Türkçe hem de İngilizce yapılan açıklamada, sözleşmeden çıkma gerekçesi olarak “Türkiye’nin toplumsal ve ailevi değerleriyle bağdaşmayan eşcinselliği normalleştirmeye çalışan bir kesim tarafından manipüle edilmesi” gösterildi. 25 Mart 2021 tarihinde Boğaziçi Üniversitesi’nde sadece gökkuşağı bayrağı taşıdığı için dört öğrenci gözaltına alındı. Aynı gün Fırat Delikanlı kullanıcı adlı bir şahıs Instagram’da eş cinsel bir kişiye saldırdığı ve işkence uyguladığı görüntüleri yayımladı. Yazarın yorumu 2015’teki İstanbul LGBTİ+ Onur Yürüyüşü’ne yönelik gerçekleşen ilk polis müdahalesinden bu yana siyasi iktidar, onun atadığı bürokratlar ve desteklediği medya kuruluşları ısrarlı ve şiddeti artırarak LGBTİ+’ları hedef göstermeye ve LGBTİ+’lara karşı ayrımcı ve düşmanlaştırıcı politikalarının dozunu artırmaya devam ediyor. Kaos GL Derneği tarafından yapılan başvuru sonucu 2019'da kaldırıldığı duyurulsa da 2017’de başkent Ankara’da LGBTİ+ temalı etkinliklere getirilen süresiz yasaktan bu yana neredeyse bütün onur yürüyüşleri valilikler ve kaymakamlıklarca yasaklanıyor. Şu anda ülke genelinde herhangi bir LGBTİ+ temalı etkinlik, film gösterimi, panel ve organizasyonun yapılıp yapılamayacağına dair derin endişeler mevcut. LGBTİ+’lar nefret söylemlerinin tetiklediği saldırıların hedefi olurken LGBTİ+ hak savunucuları ve örgütleri, kendilerini nefretin hakim olduğu çetin şartlarda çalışırken buluyor. İstanbul Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat bölümü mezunu olan Marsel Tuğkan Gündoğdu, aynı üniversitede Sosyal Projeler ve STK Yönetimi alanında yüksek lisansına devam etmektedir. Sosyal Politika, Cinsiyet Kimliği ve Cinsel Yönelim Çalışmaları Derneği (SPoD) ve Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Yönetim Kurulu üyesidir. Aynı zamanda Avrupa Birliği Sivil Düşün Programında Program Destek Uzmanı olarak çalışmaktadır ve Aposto! platformunda Purgatorio adında Türkiye’den ve dünyadan sivil toplum ve insan haklarına dair gelişmeleri uzman görüşleriyle derlediği bir bülten hazırlamaktadır.

Pandemi ve nefretin kıskacında LGBTİ+’lar

Nisan 1, 2021

·

Makale

Nisan 25, 2024

·

Hikaye

Sedat Peker - Süleyman Soylu tartışmaları

Organize suç örgütü kurduğu suçlamasıyla hakkında arama ve tutuklama kararı bulunan Sedat Peker, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile arasında aracılık yaptığı iddialarını reddeden Hadi Özışık ile görüşme videosunu sosyal medyadan yayımladı. Ne olmuştu: 2 Mayıs’ta yayımladığı video ile kendisinin yalan ifadelerle suçlandığını belirten Sedat Peker o günden sonra yayımladığı diğer beş video ile toplam 20 milyon izlenmeye ulaştı. 9 Nisan’da ailesinin yaşadığı konut da dâhil olmak üzere beş farklı ilde 121 adrese operasyon düzenlenerek baskın yapılması ve bu baskında kendisinin yurt dışında olduğu bilinmesine rağmen eşi ve çocuklarının evine silahla girilmesine tepki olarak bu videoları çekmeye karar verdiğini söyleyen Peker, açıklama yapmak için bugüne dek beklemesinin sebebinin ise ailesinin güvenliğini sağlamak olduğunu ifade ediyor. İddialar: Videolarda Mehmet Ağar, Tolga Ağar ve Süleyman Soylu ile ilgili suçlamalarda bulunan Peker kendisi için kullanılan “suç örgütü lideri” ifadesinin bir karalama kampanyası olduğunu iddia ediyor. Videolarda eski İçişleri Bakanı, Adalet Bakanı ve Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’ın oğlu olan milletvekili Tolga Ağar’ın Kazakistan vatandaşı Yeldana Kaharman isimli kadına tecavüz ettiğini iddia eden Peker, Mehmet Ağar’ı da olayın üzerini kapatmakla suçluyor. Soylu’ya yönelik iddialarda da bulunan Peker, Soylu’nun kendisine yönelik hazırlanan dosyadan haberdar olduğunu ve kendisiyle zaman zaman başkaları aracılığı ile iletişim kurduğunu ifade ediyor. Bu kişilerden birinin de Hadi Özışık olduğunu söyleyen Sedat Peker sonrasında Hadi Özışık'ın yalanlaması üzerine onunla olan görüşme videosunu da sosyal medya hesapları aracılığı ile yayımladı. Soylu’dan cevap: Süleyman Soylu iddialara yanıt olarak Peker'e "İddianı, iftiranı, her şeyin açığa çıkması için yargıya taşıyorum. Ben adalete teslimim. Sen de operasyon faresi gibi kaçma, ülkene gel adalete teslim ol" ifadesinde bulundu. Ayrıca Peker’in bu açıklamaları yaparken muhalefet liderlerinin bu sözleri siyaset malzemesi yapacağına güvendiğini de belirtti.. Peker ise yayınlandığı beşinci videoda bu sözlere "Büyük konuşma. Parça parça yapacağım, her hafta canını bir kere yakacağım. Öyle ya, sen benim dönüş biletimdin. Sen benim bütün bahislerimi üzerine oynadığım jokerdin. Bizi yaktın," diyerek cevap verdi. Bunun üzerine Soylu, Peker’in iddialarının araştırılması için Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına başvurdu. Ayrıca Peker hakkında hakaret ve iftira iddiasıyla suç duyurusunda bulundu. Diğer tepkiler: Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın ve AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik de sosyal medyalarından yaptıkları açıklamalar ile İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu hedef alan sözleri kınadı. CHP Grup Başkanvekili Engin Özkoç, Soylu’nun açıklamalarına cevap olarak ise “Senin muhatabın yarattığın mafyalardır. Şimdi onlarla savaşıyorsun. Siyasetin saygın isimlerinden bahsederken ağzını yıka. Sen Genel Başkanı olduğun partiyi bırakıp, makam uğruna başkalarına biat ettin. Bir kere devletinin yanında ol, makamı bırak, çık topluma gerçekleri açıkla,” dedi. Gelecek Partisi Genel Başkanı Selçuk Özdağ ise Soylu’yu istifa etmeye çağırdı.

Sedat Peker - Süleyman Soylu tartışmaları

Mayıs 20, 2021

·

Makale

Nisan 25, 2024

·

Hikaye

Peker'in iddiaları ve Soylu'nun yayını

Organize suç örgütü lideri olmak suçuyla aranan Sedat Peker'in iddiaları ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun açıklamaları dün de Türkiye'nin gündemindeydi. Son gelişmeler BBC'nin haberi: BBC Türkçe, üst düzey bir hükümet yetkilisine dayandırdığı haberinde İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun Sedat Peker'in evinin aranmasıyla ilgili "doğruları söylemediğini" iddia etti. Haberdeki kaynak, Peker'in Mehmet Ağar'ın Yalıkavak Marina'ya "çökmesiyle" ilgili iddialarını doğruladı ve Peker hakkında kırmızı bülten çıkarma sürecinin Interpol'de tıkandığını ifade etti. Aynı kaynak, Peker'in iddialarının AK Parti'de "ciddi bir kriz" yarattığını söyledi ve "partide herkesin Cumhurbaşkanı’nın takınacağı tutumu beklediğini; sürecin Soylu'nun istifasına ve Cumhur İttifakı'nın zorunlu koşullarının ortadan kalkmasına neden olabileceğini" belirtti. Barolardan suç duyurusu: İzmir Barosu, "siyaset ve mafya arasındaki kirli ilişkilerin aydınlatılması ve faillerin cezalandırılması" istemiyle Sedat Peker, Süleyman Soylu, Mehmet Ağar, Tolga Ağar ve Erkam Yıldırım hakkında suç duyurusunda bulundu . Diyarbakır Barosu da 1990'lardaki faili meçhul cinayetlerin aydınlatılması için soruşturma yürütülmesini talep etti . Yıldırım'ın açıklamaları : Oğlu Erkam Yıldırım, Sedat Peker tarafından Venezuela ile Türkiye arasında uyuşturucu rotası oluşturmakla suçlanan eski Başbakan Binali Yıldırım, ikinci açıklamasında "hakkını hukuki yoldan arayacağını" söyledi. CHP'nin başvurusu: CHP milletvekilleri, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun “Sedat Peker’den 10 bin dolar alan” bir siyasetçi olduğunu yönündeki açıklamasının aydınlatılması için TBMM Başkanlığına başvuruda bulundu. Muhalefet partileri dün de Bakan Soylu'yu istifaya davet etti. Tezcan'a soruşturma: Ankara JİTEM davasında eski İçişleri Bakanı Mehmet Ağar'ın da aralarında bulunduğu sanıklar hakkındaki beraat kararlarını bozan mahkeme heyetinin kişisel bilgilerini paylaşan Fatih Tezcan hakkında soruşturma başlatıldı . Habertürk yayını Bakan Soylu, dün akşam katıldığı televizyon programında Peker'in iddialarını "saçma" olarak nitelendirdi ve ortada "kirli bir plan" olduğunu söyledi. Soylu, Peker'in geçmişte "akademisyenlerin kanıyla duş alacağım" demesinin hükümetin aleyhine olduğunu; Feyzi İşbaşaran'ın darp edilmesiyle ve Hürriyet'in basılmasıyla ilgili bilgi sahibi olmadığını; Sedat Peker'in kardeşinin gözaltına alınma sebebinin ruhsatsız silah bulundurmak olduğunu; ancak aslında Kutlu Adalı soruşturmasından alınması gerektiğini; Kutlu Adalı cinayetiyle ilgili en ufak açık varsa hemen devreye girilmesi gerektiğini; Peker'in yurt dışına çıkmasının hukuki sorumlusunun kendisi olmadığını söyledi. Soylu, Mehmet Ağar'ı 48 saat içinde Yalıkavak Marina'daki görevini devretmeye çağırdı ve istifa etmeyi düşünmediğini söyledi. Öte yandan Soylu, "10 bin dolar alan AK Partili kim?" sorusuna "Ben bir siyasetçi dedim partisini söylemedim. Ben işin bir parçasını söyledim. Biraz daha ötesi var. Savcıya gideceğim ve söyleyeceğim," cevabını verdi. Soylu, Hadi Özışık'ın kendisini hayal kırıklığına uğrattığına dair sözlerini tekrarladı; yazının başında bahsi geçen BBC Türkçe haberi sorulunca da BBC Türkçe'yi "dezenformasyon kanalı" olarak tanımladı. Peker'in iddiaları Canlı yayın boyunca Twitter'da aktif olan Peker, Soylu'nun kendisi hakkındaki tecavüz iddiasını yalanladı. Peker, "Soylu'nun Cumhurbaşkanı olacağı projeyi çöp ettiğini"; Kanla ilgili söylediği sözlerin "o dönemde hükümetin lehine olduğunu çünkü o zaman korku iklimi yaratmak gerektiğini"; Soylu'nun kendisine çok yardım ettiğini ve kendisinden çok yardım istediğini; Soylu'nun kendisi hakkındaki koruma kararını üç yıl boyunca uzattığını söyledi. Diğer tepkiler Af Örgütü: Uluslararası Af Örgütü, Bakan Soylu'nun yayında Türkiye'de işkence tespiti olmadığına dair sözlerine karşı "işkence, kötü muamele ve zorla kaybetme iddialarının olduğunu" açıkladı . Canan Kaftancıoğlu: CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu, yayında Bakan Soylu'nun tehdit olmadığı gerekçesiyle korumalarını kaldırdığı ifadelerine karşı "Yalancı! Madem tehdit yoktu (kendisinden daha büyük tehdit yok bu arada) öncesinde ne diye yakın ardından özel koruma statüsüne alınmışım?" cümlelerini paylaştı. Gürsel Tekin: CHP İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin Bakan Soylu'nun, Sedat Peker'le arasında ilişki olduğuna yönelik iddialarını yalanladı ve Soylu'nun "özür dilemek zorunda olduğunu" söyledi .

Peker'in iddiaları ve Soylu'nun yayını

Mayıs 25, 2021

·

Makale