aposto-logo
TR
TREN
Bültenler
Radyo
Üyelik

Bültenler

Radyo

Aposto Üyelik

Aposto Hakkında

Kategoriler

Olimpiyatlar

Olimpiyat Oyunları'nın geçmişi, bugünü ve geleceği.

66 Hikâye

Uçmak için doğmuş: Armand Duplantis

Atletizm denince aklınıza ilk hangi isim geliyor? Karşınızda buna talip biri var. 21 yaşındaki sırıkla atlamacı Armand Duplantis’i yetenek, uygun koşullar, çok çalışma, hep daha iyisini yapma hırsı ve gözü karalığın birleşimiyle tanımlamak mümkün. Bir haftada iki kere dünya rekoru kırabilecek potansiyele sahip bir sporcu. Üstelik pistte oldukça rahat ve sempatik. 2020 yılında “Yılın Erkek Atleti” seçilen Duplantis’in birkaç yıl içinde atletizmde Bolt’tan boşalan “yıldız” koltuğuna oturacağını düşünenlerin sayısı hiç de az değil. Bize yine arkamıza yaslanıp bir “tüm zamanların en iyisi”nin doğuşunu izlemek düşüyor. Arka bahçede yıldız yetiştirmek Armand “Mundo” Duplantis’in zor bir hayatı olmamış. Annesi İsveç vatandaşı eski bir heptatlet ve voleybolcu, babası ABD vatandaşı bir sırıkla atlamacı, kardeşleri de kendisi gibi sporcu. ABD'de doğan Armand, arka bahçesinde sırıkla atlama pisti olan bir evde, 3 yaşında tanışmış bu sporla. Aslında tüm koşullar onun lehine işlemiş diyebiliriz. Duplantis alt yaş gruplarında pek çok rekor kırarak bu günlerin sinyalini vermiş . Dünya çapındaki ilk derecesini yedi yaşında kaydettikten sonra 10 yaşında 3,86 metre atlayarak bir önceki 11 ve 12 yaş rekorlarını bile geride bırakmış. 1999 doğumlu genç atlet hâlâ 7-12 yaş arası dünya derecelerini elinde bulunduruyor. Hem ABD hem de İsveç vatandaşlığı bulunan Duplantis, 2015’te İsveç adına yarışmayı seçiyor. Şubat 2017’de 5,75m atlayarak gençlerde Dünya Salon Rekoru’nu kırıyor. Nisanda açık havada 5,90m atlıyor. Her yarışa rekor için çıkıyor 2018’e gençlerde Dünya Salon Rekoru’nu 5,83’e çekerek başlıyor. 2018 Avrupa Atletizm Şampiyonası’nda , henüz 18 yaşındayken 6,05 atlayarak tarihteki en iyi beşinci, açık havadaki en iyi ikinci dereceyi elde ediyor ve altı metreyi geçen en genç atlet oluyor. 2019 Dünya Şampiyonası’nda ikincilikte kalıyor. 2020’deki ilk yarışında salonda 6,00m atlıyor ve sonraki üç denemesine dünya rekoru 6,17 için çıkıyor. ikinci denemesinde barı geçse de düşüşe geçtiği sırada bara kolu çarpıyor ve bu rekoru kıramıyor. Yalnızca dört gün sonra Polonya’nın Torun şehrinde Dünya Atletizm Salon Turu’nda, Renaud Lavilennie’e ait bu altı yıllık rekoru kırmayı başarıyor. Ve bu dünya rekorundan bir hafta sonra Glasgow’da rekoru 6,18’e çekiyor. Kaynak: Sporcu Her alanda bir numara Bir haftada iki kere kırdığı dünya rekoru ona sadece iki hafta yetiyor ve bu kez Fransa’da 6,19’u deniyor ancak başarılı olamıyor. Uluslarası Atletizm Federasyonları Birliği (IAAF) sırıkla atlamada rekorları salon/açık hava diye ayırmadığı için aslında 6,18 ile rekor Duplantis’in elinde. Ancak genç atlet bir rekoru daha gözüne kestiriyor: Sırıkla atlamanın efsane ismi Sergey Bubka’nın 26 yıllık açık hava rekoru. Pandemi koşullarında seyircisiz olarak gerçekleştirilen Roma’daki Diamond League müsabakalarında Duplantis, ikinci hakkında 6,15 atlayarak bu rekoru da eline geçiriyor. Yapıcı rekabet Sırıkla atlama rekabetin oldukça yoğun olduğu bir dal. Olimpiyat Şampiyonu ve dünya rekortmeni Renaud Lavillenie, iki-kere Dünya Şampiyonu Sam Kendricks ve Dünya Şampiyonaları’nda üç madalya sahibi Piotr Lisek, Armand Duplantis ile bu rekabetin içinde bulunuyor. Olimpiyat Oyunları’nın resmî internet sitesine verdikleri röportajda bu sporcular sırıkla atlama ve aralarındaki rekabetle ilgili harika açıklamalar yapıyor. Öncelikle sırıkla atlamada 6 metreyi geçebilmek hâlâ heyecanını kaybetmiş bir durum değil. Bunu, “altın bir bariyeri aşıp özel bir kulübe girmek” gibi tanımlıyorlar. Bu özel kulüpte birbirlerinin varlığı onları daha yükseğe çıkmak için motive ediyor. Kaynak: Sporcu Ne kadar yükseğe çıkabilir? Duplantis’in çıtayı çektiği nokta işleri farklı bir zemine taşımış durumda. Yılın başında Lozan’da Sam Kendricks 6,02 atlamasına rağmen Duplantis’i geçemedi. Kendricks bu yenilgiyi “Bu beni tarihteki en yükseğe atlayan kaybeden yaptı” sözleriyle açıklıyor. Üç isim de Mondo’da bundan daha fazlası olduğu konusunda hemfikir. Birkaç yıl içinde 6,20 gibi derecelere şaşırmayacaklarını, 6,25, hatta 6,30’u zorlayabileceğini söylüyorlar. Genç atletin heyecan verici hikâyesi Born To Fly ismiyle belgesel hâline getirilmeye başlandı bile. 26 yıllık rekorunu kırdığı Segey Bubka da “Bugün böyle bir sporcudan bahsettiğimiz için çok mutluyum. Çok önemli işler yapıyor ve onu canlı izlemek istiyorum,” sözleriyle Duplantis’in atletizm dünyasında yarattığı heyecana ortak oluyor.

Uçmak için doğmuş: Armand Duplantis

Mart 10, 2021

·

Makale

Saliselerin peşinde: Emre Sakçı

Hareketli bir çocuk olmasından dolayı enerjisini atması için ailesinin henüz üç yaşındayken yüzmeye yönlendirdiği Emre Sakçı, su fobisinin tutkuya dönüşmesiyle çıktığı serüvende artık bir olimpiyat yolcusu. Yüzme açısından imkânları çok da geniş olmayan memleketi İzmir’den yetişen başarılı sporcu, büyürken fiziğinin kendisine yaşattığı dezavantajların ve karşılaştığı engellerin aksine inanarak çalışmaya devam etmişti . Şimdi ise antrenman yapıp bu kadar rekorun üzerine daha nasıl gelişebilir derken zaferin tatlı keyfine kapılmadan çıktığı her yarışta adım adım hedeflerine doğru yüzüyor. Nereden nereye? 2005 yılında Ege Üniversitesi Yüzme Kulübü’nde başladığı yüzme macerasına 2010’da başarılarının katlanarak arttığı Fenerbahçe’de devam eden Emre Sakçı , 15 yaşında millî takıma seçilerek yükselişiyle Türkiye’ye yüzme branşında ivme katan sporculardan. Son zamanlardaki başarılarıyla Emre’nin ismini duysak da kendisi 2013’te ilk Türkiye rekorunun ve 2015 Turkcell Açık Yaş Kısa Kulvar Şampiyonası’nda 50 metre kurbağalamada kırılan Dünya Gençler rekorunun sahibi. Bu rekorları, geçtiğimiz yıl Glasgow’da gerçekleşen Avrupa Kısa Kulvar Şampiyonası’nda ikinci olup Türkiye’ye bu kategoride ilk madalyasını kazandırarak devam ettiren sporcunun başarısının tesadüf değil, azim ve potansiyel ürünü olduğu anlaşılabiliyor. Kaynak: Sporcu Uluslararası Yüzme Ligi (ISL) Sporcuların davetle katıldığı, ülkelerine bağlı olmaksızın takımlara ayrılarak finale doğru puan sıralamalarıyla yükseldikleri bir turnuva olan Uluslararası Yüzme Ligi’nde Sakçı, “Demir Leydi” Katinka Hosszú’nun kaptanlığını yaptığı “Iron” takımında yer aldı. 50 metre kurbağalamada çıktığı ilk yarışta 25.74’lük derecesiyle birinci oldu ve güzel bir başlangıçla Türkiye rekorunu kırdı. Sonraki yarışında 50 metreyi 25.50 ile yüzerek Avrupa rekorunu kırdı. Üçüncü yarışta yine kendi derecesini geliştirerek sudan çıkan Sakçı, Avrupa rekorunu 25.29 ile tekrar kırdı. Adam Peaty, Caeleb Dressel gibi karşılaştığı rekortmen rakiplerini geride bıraktı . Bu stilde dünyanın en hızlı ikinci yüzücüsü olarak rekora sadece 4 salise uzak kaldı ve bizlere de saliselerin bu sporda ne kadar kritik olduğunu göstermiş oldu. Emre Sakçı, bu yıl Budapeşte’de düzenlenen yarışlarda kendini olimpiyat görmüş rakiplerine 10 galibiyet ve üç rekor ile tanıttı. Serbest stilde Türkiye rekorlarına sahip millî sporcu, bu turnuvada da yeteneklerini sadece kurbağalamada değil, kendi branşı olmayan kelebek ve serbest stilde de sergiledi. Birincilikleri ve takım yarışlarındaki performansıyla, takımının yarı finalde yer almasına katkı sağlayarak bireysel bir spor gibi düşünülen yüzme branşında sporcuların birbirini tamamlamasının önemini gösterdi. Kaynak: Mike Lewis/Ola Vista Photography Fark yaratmak Çıktığı yarışlarda su altı tekniğini şampiyon yüzücü Michael Phelps’in de yaptığı gibi başlangıçta ve dönüşlerinde optimum seviyede kullanan Sakçı, hız ve enerji verimliliği konusunda rakiplerinden daha avantajlı bir konumda yüzüyor. Su üzerindeyken sadece kol ve bacaklarıyla suyu iterek ilerlerken su altında balık gibi süzülerek tüm vücuduyla daha büyük bir itme kuvveti sayesinde kurbağalamada uzun boyunun ona kaybettirdiği zamanı geri kazanıyor denilebilir. Olimpiyat yolunda Fenerbahçe Yüzme Antrenörü Türker Oktay, pandemiden ötürü antrenmanlarına eski tempoda devam edememesine rağmen, olimpiyat hazırlığı döneminde Uluslararası Yüzme Ligi’ndeki başarısının Emre Sakçı’ya öz güven kattığını söyledi . Sporcusuyla emeklerinin karşılığını almanın haklı gururunu yaşarken Türkiye'de bir yüzme kültürü oluşturulması gerektiğini de ekledi. Ardından gelen gençlere hem öz güveni hem de başarılarıyla örnek bir sporcu olan Emre Sakçı , karşılarına çıkan zorluklarda pes etmemeleri gerektiğini belirtiyor. “Tek bir kişi olmasın, kültürümüz olsun. Nice farklı isimlerde insanlar çıksın, değerimiz bir Naim olmasın, bir Emre olmasın.” diyerek farklılıkların üstüne giderek fark yaratmanın Türkiye’de yüzme kültürünü oluşturacağına ve bu disiplinle başarıların artacağına inanıyor . Millî yüzücünün olimpiyatlardaki hedefi, olimpiyat elemelerini geçebilen fakat şu zamana kadar sekiz sporcunun çıktığı finallerde yer alamayan Türkiye'ye bir ilki yaşatmak için yarı final ve finalden sonra madalyaya yüzmek. Kaynak: Sporcu Demet Tümkaya, TEVİTÖL mezunu ve şu anda Koç Üniversitesi'nde Kimya-Biyoloji Mühendisliği ve Bilgisayar Mühendisliği okuyor. Teknoloji ve spora ilgi duyan Demet, Aposto! bünyesinde yüzme ve voleybol üzerine yazılar yazıyor.

Saliselerin peşinde: Emre Sakçı

Mart 10, 2021

·

Makale

19 yıl artı 50 saniye

Dünya şampiyonluğunu kazandıktan sonra kendisine altın madalyayı getiren o 50 saniyelik seri sorulduğunda, İbrahim Çolak’ın verdiği yanıt çok konuşulmuştu: “Ben dünya şampiyonluğu getiren o 50 saniye için 19 yıldır çalışıyorum.” Bu cevap İbrahim Çolak’ın kariyerini de çok güzel özetliyor aslında. Beş yaşında başladığı cimnastik sporunda emeği ve yeteneğiyle Türkiye’ye pek çok ilki yaşatan İbrahim Çolak’ın önünde şimdi en büyük hedefi duruyor. Tokyo Olimpiyatları’nda Türkiye'nin en büyük madalya umutlarından biri olan İbrahim için hedef halka aletinde altın madalya. Bir Dünya Şampiyonu nasıl yetişir? Anne ve babasının spora ilgisi ve amcası Erkan Çolak’ın da eski bir cimnastikçi olması sebebiyle İbrahim Çolak adeta bu sporun içine doğmuş. Beş yaşında başladığı cimnastik sporu onun için başlarda bir oyun alanıyken yarışmacı gruba seçilmesiyle işler değişmiş ve cimnastik, hayatının büyük bir bölümünü kaplamaya başlamış. İzmir’de millî takıma pek çok sporcu yetiştiren Şavkar Spor Kulübü’nün sporcusu olan İbrahim, en baştan bu yana antrenörü Yılmaz Göktekin ile çalışıyor. Yılmaz Hoca, o dönemlerde salon yetersizliği gibi zorlayıcı koşullarda pes etmeyerek sporcularının antrenman yapabilmesi için sanayi sitesindeki bir hangarı bile kullanmış ve İbrahim Çolak gibi sporcuları yetiştirerek bugünkü başarıda önemli pay sahibi olmuş isimlerden biri. Kaynak: Sporcu Adını tarihe kazımak İbrahim Çolak’ın uluslararası ilk büyük yarışması 2011’de Trabzon’da düzenlenen Avrupa Gençlik Olimpiyatları olmuştu. Burada halka aletinde elde ettiği üçüncülükle Türkiye’ye EYOF’ta madalya getiren ilk sporcu unvanını kazanan İbrahim için bu henüz ilklerin başlangıcıydı. 2013 yılında Akdeniz Oyunları’nda aldığı gümüş madalya, Türkiye’nin Akdeniz Oyunları’ndaki ilk madalyasıydı. 2015 Avrupa Oyunları’nda bronz, 2018 Avrupa Şampiyonası’nda gümüş madalya kazanan İbrahim Çolak’ın akıllarımıza kazınan performansı ise 2019 yılında Stuttgart’ta düzenlenen Dünya Şampiyonası’nda geldi. Nefes almadan izlediğimiz o 50 saniyelik kusursuz performansı İbrahim Çolak’ı nihayet kürsünün en tepesine çıkarırken Türkiye cimnastik tarihine de adını Dünya Şampiyonaları’nda madalya kazanan ilk cimnastikçi olarak altın harflerle yazdırdı. İbrahim Çolak’ın 2017’de Avustralya’da düzenlenen Dünya Kupası’nda halka aletinde yaptığı hareket “ The Colak ” olarak literatüre girdi, “The Colak 2” ise hazırlık aşamasında. Kaynak: Anadolu Ajansı Cimnastiğin yeni yüzleri Kendisi de eski bir cimnastikçi olan Suat Çelen’in heyecanı ve istekliliği, cimnastik sporuna yapılan yatırımlar ve yetenekli bir jenerasyonun bir araya gelmesiyle yükselişe geçen Türkiye cimnastiğinin vitrininde İbrahim Çolak ile takım arkadaşları Ahmet Önder ve Ferhat Arıcan yer alıyor. Bu isimler başarılarının yanı sıra cimnastiğin pazarlama değerini de artırıyor. İbrahim Çolak 2020 yılında Gillette-Milliyet Spor Ödülleri Altınyıldız Classics Özel Ödülü, GQ Yılın Sporcusu ve Mustafa Koç Spor Ödülü, Smart Scoring Parlayan Yıldız ödüllerini kazanarak cimnastik sporunun görünürlüğünün ve konuşulmasının artmasını sağladı. Hayaller inananlarındır Genç yaşında bütün bu başarılara imza atan, adını hem Türkiye hem de dünya jimnastik tarihine yazdıran İbrahim Çolak’ın önünde şimdi en büyük hedefi var. Tokyo Olimpiyatları’nda en büyük madalya umutlarımızdan biri olan İbrahim’in hedefi halka aletinde altın madalya olacak. Şubat 2020’de bir omuz sakatlığı yaşayan ve ameliyat olan İbrahim için olimpiyatların ertelenmesi bir yandan da bir avantaj. Mersin’de düzenlenen Avrupa Şampiyonası’nda halka aletinde 15 puanla kazandığı altın madalyayla olimpiyat yolunda hedeflerine emin adımlarla yürüyor. Tüm bu hayallerin gerçekleşmesinde sporcuların yeteneği, takım ruhu ve federasyonun desteği kadar öne çıkan, İbrahim’in ve antrenörü Yılmaz Göktekin’in ısrarla üzerinde durduğu bir nokta var: “Önce inanmak, sonra çok ama çok çalışmak.”

19 yıl artı 50 saniye

Mart 10, 2021

·

Makale

Türkiye'nin kadın voleybolu iklimi

Türkiye’nin 1927 yılında Fenerbahçe'yle başlayan voleybol serüveni, gittikçe gençleşen takımların hem ulusal hem uluslararası başarılarıyla taçlanıyor. Voleybolu, ismini çok duyduğumuz deneyimli sporcular sayesinde takip ediyoruz ve onların ardından da başarılı takımlarda, altyapılarda yetenekli sporcular yetişiyor. Oluşan genç millî takımlar da en iyi şekilde mücadele ederek formanın hakkını veriyor. Altyapıdan yetişenler Gündemdeki başarılara bakıldığında altyapının katkısı yadsınamaz denilebilir. Fabrika Voleybol ile Türkiye’nin birçok yerinde başlayan voleybol okulları, Türkiye voleyboluna net bir ivme kazandırdı. Özellikle U16 ve U17 takımlarının başarıları da 2013 yılında verilen kuruluş kararının yerinde olduğunu kanıtlar nitelikte. Misli.com Sultanlar Ligi'nde de neredeyse tüm takımların yaş ortalamalarının 25’in altında olması dikkatlerden kaçmıyor. Voleybol denince akla ilk gelen isimlerin ardından yetişen sporcular da millî takımlarda yer alarak rol modellerini aratmıyor. Takımlar da genç yetenekler için altyapı çalışmalarını ihmal etmiyor ve maçlarda da şans vererek onları destekliyor. Eczacıbaşı VitrA ve Es Voleybol ortaklığında altyapı niteliğindeki “Geleceğe Smaç” projesi pandemi nedeniyle çalışmalarına bir süre ara verdikten sonra artık dijitale taşınarak e-voleybol ismiyle devam ediyor. Genç millî takımlardan yükselişler Pandemiyle tüm takımların sportif faaliyetlerine ara verdiği bir dönemden sonra millî takımlar iyi dönüşler yaptı. Geçen yıl U16 Avrupa Şampiyonu olan U17 kız millî takımı finale kadar namağlup gelse de finalde Rusya’ya yenilerek Avrupa ikincisi oldu. U19 kız millî takımı ise yine Avrupa Şampiyonası'ndan birincilikle döndü ve İpar Kurt en değerli oyuncu (MVP) seçildi . U19 antrenörü Şahin Çatma, şampiyonlukların takıma motivasyon kattığını belirterek yeni başarılara odaklandıklarını söylerken yeni jenerasyondan önemli sporcuların gelecek vadettiğini de ekledi. “Filenin Sultanları” Pandemi dönemi başarılarına yer vermişken FIVB Dünya sıralamasında beşinci sıraya yükselen “Filenin Sultanları”na da değinmeden olmaz. 2016’dan bu yana Giovanni Guidetti yönetiminde azim ve istikrarıyla kendini gösteren takım, 2019 Avrupa Şampiyonası’nın ardından Avrupa Kıta Elemeleri’nde zorlu gruptan çıkarak finalde etkili smaçları ve dengeli paslarıyla set vermeden Almanya rövanşını kazandı. Her sporcunun rüyası olan 2020 Tokyo Olimpiyatları biletini aldı. “Filenin Sultanları”nın hedefi, 2012’den sonra taraftarların da desteğiyle tarih yazmak. Sultanlar, olimpiyat elemelerinde takımın en skorer oyuncusu Meryem Boz’un en değerli oyuncu seçilmesiyle, hedefe doğru adımları atmaya başladı diyebiliriz. Deneyimli isimlerden Naz Aydemir Akyol ve üç yıllık bir emeğin karşılığını aldıklarını ifade eden Eda Erdem Dündar’ın da ikinci olimpiyat deneyimi olacak. Kaynak: TVF Olimpiyatların ertelenmesiyle 2021 yılında Uluslar Ligi ve Avrupa Şampiyonası ile üç turnuvada yer alacak olan millîleri TVF Başkanı Akif Üstündağ’a göre yoğun bir takvim bekliyor. Liderin motivasyonu Sultanlar Ligi’nde çıktığı tüm maçları kazanan lider Vakıfbank, geçtiğimiz günlerde Guinness Rekorlar kitabına ikinci kez adını yazdırarak FIVB Kulüpler Dünya şampiyonasında en çok kazanan takım unvanını aldı. Vakıfbank, ilk kez 2014’te yaklaşık iki yıllık bir zaman içinde 73 maç serisiyle “üst üste en çok resmî maç kazanan takım” olarak rekor kırmıştı Kaynak: NTV Spor Kaptan Melis Gürkaynak gibi altyapıdan gelen genç oyuncularla, şimdiye dek üç FIVB Kulüpler Dünya Şampiyonası ve dört CEV Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu alarak evine dönen sarı-siyahlılar gelişmeyi sürdürüyor. Son dönemlerde A Takım ve altyapı buluşmalarını ihmal etmeyen Vakıfbank, potansiyel yeteneklerin de motivasyonunu yüksek tutarak yeni Ayça Aykaç ve Ebrar Karakurtlar yetiştiriyor. Yaklaşık iki yıl önce sadece İstanbul değil, Anadolu illerinde ulaşabildiği kız çocuklarına fırsat vermek için “Bulunduğunuz yer hayallerinizi gerçekleştirmeye engel değil!” diyerek yola çıktığı “Yarının Sultanları” ile çeşitli illeri ziyaret eden Vakıfbank ve millî takım antrenörü Giovanni Guidetti de hedefin kazanmak değil, A takıma ve millî takıma, gelişmeye açık oyuncu kazandırmak olması gerektiğini belirtiyor. Demet Tümkaya, TEVİTÖL mezunu ve şu anda Koç Üniversitesi'nde Kimya-Biyoloji Mühendisliği ve Bilgisayar Mühendisliği okuyor. Teknoloji ve spora ilgi duyan Demet, Aposto! bünyesinde yüzme ve voleybol üzerine yazılar yazıyor.

Türkiye'nin kadın voleybolu iklimi

Mart 10, 2021

·

Makale

Busenaz Sürmeneli ve kazanmak

Türkiye boks tarihinin en başarılı sporcusu olarak gösterilen Busenaz Sürmeneli, kadınlar ve erkekler arasında alınan madalyalarda ilk sırada yer alıyor. Çocukluğunu Bursa’da geçiren boksör şu anda da antrenörlüğünü yapan eski boksör Cahit Süme’nin isteğiyle spora başladı. Ailesiyle Trabzon’a taşındıktan sonra boks antrenmanlarına başlayan 22 yaşındaki sporcu, Tokyo Olimpiyatları’na altın madalya hedefiyle gidecek. Sürmeneli boksa başladığı ilk yıllar için annesinin desteğinden bahsederken başarılı oldukça babasının da onu desteklemeye başladığını söylüyor. 10 yaşından bu yana antrenörü tarafından hep olimpiyat hedefiyle yönlendirilen Busenaz'ın yıllar geçtikçe kazandığı başarılar, bu hedefe yaklaştığına dair umut veriyor. Şu an 69 kiloda mücadele eden boksör, çocukluğunda başladığı boks macerasında daha Trabzonspor’un yıldız takımında iken uluslararası madalyalar da eklemeyi başardı. Her geçen gün kendine güveni de artan sporcu kendini daha da geliştirerek olimpiyat hedefine ulaşmak istiyor. 2019 yılında Rusya’da gerçekleşen dünya şampiyonasında altın madalyaya ulaşan sporcu, başarısını pes etmemesine bağlıyor. Maç kaybetse bile sonraki gün antrenmana çıkıp hatalarını telafi etmek için uğraşıyor. Öte yandan genç kadınlara rol model olmak isteyen Sürmeneli, kendisi gibi başarılı bir sporcu olmaları için onları desteklemeye devam edeceğini de söylüyor. Ayrıca anne ve babalara da çağrıda bulunan boksör ebeveynlerin çocuklarını desteklemesini de istiyor . Türkiye boks tarihinin en başarılı sporcularından Busenaz pandemi sebebiyle eski formundan uzak görünse de olimpiyatlar için Türkiye’nin en büyük altın madalya adaylarından biri. Kariyerinde dördü altın madalya olmak üzere toplamda dokuz madalyası bulunan millî boksör, kazandığı dokuz madalyayla Türkiye boks tarihinde en çok madalya kazanan sporcu konumunda. Busenaz’ın hayran olduğu, izlerken çok keyif aldığı ve tekniklerini kendi hareket repertuvarına da katmaya çalıştığı bir isim var. Erkek boksundan, Ukrayna vatandaşı Vasyl Lomachenko . Busenaz da dahil olmak üzere de Türkiye boksunda birçok daha kadın sporcu bulunmakta. Türkiye'nin son yıllarda kadın boksu ile elde ettiği başarılar boks sporunun erkeklere özgü olmadığını ise kanıtlar nitelikte. Kaynak: Sporcu

Busenaz Sürmeneli ve kazanmak

Mart 10, 2021

·

Makale

Yeni bir şampiyonumuz var: Iga Świątek

Erkeklerde uzun bir döneme yayılan Büyük Üçlü dominasyonunun aksine kadınlar tenisi yeni şampiyonlar konusunda bonkör davranmaya devam ediyor. Serena Williams’ın sakatlığı ve büyük favori Simona Halep’in beklenenden erken elenmesi Roland Garros’ta yeni bir hikâye yazılacağının habercisi olmuştu. Final maçına Guns N' Roses’ın Welcome to the Jungle şarkısını dinleyerek çıkan Iga Świątek için bu ilk şampiyonluk yalnızca başlangıç gibi. Favoriyi eledi Roland Garros başladığında tek kadınlar ana tablosu favori olarak çok fazla isim sunmuyordu. Ta ki dördüncü tura kadar. Geçen yıl 45 dakikada yenildiği Simona Halep ile dördüncü turda karşılaşan Iga Świątek, rakibini kortun dışına iten geniş açılı ve yüksek spin'li vuruşları, etkili forehand’leri , çeşitlendirdiği oyunu, rallilerdeki yön ve tempo değişimleriyle farklı ve oldukça keyifli bir oyun stili sergiledi. İkinci sette Halep’in agresifleşen oyununa da karşı koyan Iga, turnuvanın en büyük favorisini 6-1, 6-2 gibi bir skorla geçerek dikkatleri üzerine çekti. Finalde 4 yıl önce Junior’da yendiği son Avustralya Açık şampiyonu, dünya altı numarası Sofia Kenin’i geçerek şampiyon olurken çiftlerde de yarı finale kadar uzandı. Parlak bir junior kariyeri 19 yaşındaki Varşova doğumlu sporcu, turnuvaya dünya 54 numarası olarak gelmişti, seri başı bir isim değildi. Junior’larda 2016’da Fed Cup, 2018’de Wimbledon Tekler ve Roland Garros Çiftler şampiyonluğu yaşadı. 2018 Gençlik Olimpiyatları'nda Çiftler altın madalyası kazanan Iga, parlak bir Junior kariyerinin ardından 2019 yılında WTA turunda oynamaya başlamıştı. Amanda Anisimova ve Coco Gauff’un ardından sıralaması en yüksek 20 yaş altı oyuncuydu. Tur düzeyinde herhangi bir şampiyonluğu bulunmasa da 2020 yılında Avustralya Açık 4. Tur, Amerika Açık 3. Tur ve çiftlerde Cincinnati yarı finali gördü. Mental Güç Rafael Nadal’ı idolü olarak gören Świątek, tıpkı onun gibi oyununun yanında mental gücüyle de takdir topluyor. 1,5 yıldır turnuvalara spor psikoloğu Daria Abramowicz ile giden Świątek’in bu kararına ailesi ilk başta pek sıcak bakmamış. Ancak Junior kariyerinden profesyonel kariyerine geçiş aşamasında kararının arkasında duran genç oyuncu “Mental olarak güçlü olanlar baskıyla daha iyi baş edebiliyor ve onlar en iyi oyuncular.” diyor. Set kaybetmeden şampiyonluğa ulaşan Iga, maçlarda oldukça rahat bir görüntü sergileyerek iyi oyununu maçın bütününe yaymayı başardı. Rakibin oyuna dâhil olmak istediği noktalarda oyundan düşmedi ve setlerde 4 oyundan fazlasını vermedi. Iga finaldeki psikolojisini şu sözlerle açıklıyor: “Beklentilerimi düşük tutup kazanmayı ya da kaybetmeyi düşünmeden oyunlara odaklandım.” Kaynak: WTA Rekorlarla gelen şampiyonluk Roland Garros’u kazanmasıyla Iga Świątek adını istatistik tablolarının da en tepesine taşıdı. 19 yıl 4 ay ile Iga, 1992 Monica Seles’ten bu yana Roland Garros’ta en genç kadınlar şampiyonu, 2005 Nadal’dan bu yana da en genç tekler şampiyonu oldu. Yalnızca 28 oyun (maç başına ortalama 4 oyun) kaybeden Świątek bu alanda 1988’de 20 oyun kaybederek şampiyon olan Steffi Graf’tan sonra en iyi performansa sahip. Ayrıca 2007 Justin Henin'den bu yana Roland Garros'ta set kaybetmeden şampiyon olan ilk kadın tenisçi. Seri başı olmadan şampiyon olan ikinci isim ve en düşük sıralamalı şampiyon. Babası eski bir olimpik kürekçi olan Iga’nın en büyük hedefi ise Polonya’ya teniste ilk olimpiyat madalyasını getirmek. Kaynak: Roland Garros

Yeni bir şampiyonumuz var: Iga Świątek

Mart 10, 2021

·

Makale

Pantolonlarıyla ünlü Curling takımı

Birkaç pantolonla dünyada gündem olabilir misiniz? Onlar oldu. Hikâyenin ana kahramanları 2010 Vancouver Kış Olimpiyatları ikinciliği, bir Dünya ve iki Avrupa Şampiyonluğu sahibi Norveç Curling Takımı , yani Team Ulsrud veya “ Team Pants ”: Håvard Vad Petersson, lead , Svae ile takımın en genç isimleri, Christoffer Svae, second , lakabı Bompi, takımın moda koordinatörü, Torger Nergård, third , lakabı profesör, kendi deyişiyle takımın beyni ve skip leri Thomas Ulsrud, yani takımın kaptanı ve yüzü. Curling101 Curling, “buz üzerinde satranç” tanımıyla bazıları için bir spordan çok strateji ve taktik oyunu. Rink olarak adlandırılan pistte 4 daireden oluşan “ev” isimli alanın merkezine gönderilen taşın diğer takıma kıyasla daha yakın yerleştirilmesi amaçlanır. Skip , “ev”de bekleyerek diğer 3 oyuncuyu yönlendirmekle görevlidir. 10 oyun sonunda taş yerleşimlerine göre kazandıkları puan fazla olan takım maçı kazanır. Bir açıdan snooker’ın taktiğe ve doğru vuruşlara dayalı yapısını da anımsatabilir. Kanada harici ülkelerde pek popüler olmasa dahi geçmişi 1500’lere uzanan, Pieter Brueghel’in Kış Manzarası resminde de rastlayabileceğiniz curling, 1998’den bu yana düzenli yer alsa dahi 1924 Kış Olimpiyatları’yla sahneye çıkmıştır. Oyuncuların çoğunluğunun, İzlanda Millî Futbol Takımı’ndan anımsadığımız gibi, kendi meslekleri vardır ve curling onlar için meslekten çok bir hobidir. Ayrıca, golf veya kriket kadar gelenekçidir. Bu ve benzeri nedenlerle oyuncularını siyah pantolonlarıyla görmekten daha doğal bir şey yoktu. Kaynak: Cosmopolitan …ta ki 2010 Vancouver Kış Olimpiyatları’na dek. 2010’da Norveç Olimpik Curling Takımı, giyim sponsorunda serbest kalınca Svae’nin öncülüğünde Norveç bayrağını anımsatacak kırmızı-mavi-beyaz renkli kıyafet arayışına giriyor. İlk olarak ünlü markalar denense de rahatlık sağlamayan tasarımlarla karşılaşıyorlar. Bu noktada, Svae “ crazy colored pants ” Google araması sonucu golfçüler için oldukça ilginç tasarımlar yapan ve aykırı golfçü John Daly’i giydiren Loudmouth Golf’le tanışıyor. Önce kendisi ve sonra arkadaşları için bir takım sipariş ediyor. Ulsrud’un “palyaço gibi görünüyoruz” diye tanımladığı ama rahat ve curling oynamaya çok uygun buldukları bu pantolonları antrenmanlar harici giymeme konusunda anlaşıyorlar. Ancak, Norveç Ski Cross Kadınlar Takımı'nın desteğiyle bir çılgınlık yapma kararı alınıyor. Loudmouth’la bir sipariş problemi nedeniyle acil iletişime geçiliyor ve bu noktada Loudmouth ile CEO’su Larry Jackson sahneye çıkıyor. Sipariş adresinin Olimpiyat Köyü olduğunu ve olimpik bir takımı giydireceklerini fark eden Jackson, ilk uçakla Vancouver’a gidiyor ve 10 yıl sürecek olan sponsorluğun temeli atılıyor. Böylece, Nergård’ın “Bunlarla kazanırsanız harika ama kaybederseniz çok daha korkunç.” dediği pantolonlarıyla belki rakiplerinin dikkatini dağıtarak belki kendi motivasyonlarını yükselterek Vancouver’dan gümüş madalyayla ayrılmayı başarıyorlar. Kaynak: Shahab Shakib Passand Etkileri Team Ulsrud puantiyeli, kareli, kalpli, çiçekli, çeşitli ressamların ünlü resimlerini de andıran birçok desenli -kimileri için berbat kimileri için trendy - pantolonlarıyla maçlara çıkınca 15-20 dakikalık basın süreleri 2 saate ulaşıyor. Olimpiyatlar sürerken Facebook’ta takımın pantolonları için özel olarak açılan sayfa 500 bin beğeni topluyor. Loudmouth’un imajına uygun bugünden çok geçmişe ait duran internet sitesi artan ilgiden çöküyor ve satışlarında %40’lık artış görülüyor . Curling hiç olmadığı kadar çok uluslararası ilgi toplarken Loudmouth, The New York Times’dan The Tonight Show’a kadar gazetelerde ve televizyonlarda yer almaya başlıyor. Geçen yıllarda Bill Murray, Will Ferrell gibi birçok ünlüyü giydiriyor ve tarzıyla ünlü dartçı Peter “Snakebite” Wright ile Amerika Plaj Voleybolu takımının sponsoru oluyor. Kaynak: Getty Images Diğer yandan, Team Pants adını alan Team Ulsrud “ loud ” takımlarıyla 2014 ve 2018 Kış Olimpiyatları’na katılırken bir curling takımın hayal edebileceğinden daha fazla üne ve sponsora kavuşuyorlar. Sporun yarattığı maddi baskıyı yok etme fırsatını yakalıyorlar. Biz de bireysel bir kazanımdan çok takımları, ülkeleri ve curling’i yükselttikleri bir hareketin 10 yılına şahit oluyoruz. Bugün, 12 yılın ardından vedalarını açıklamış olsalar dahi yarattıkları fenomen başka takımlarla başka ülkelerde sürüyor. Artık herhangi bir sporcu veya takımın normlara karşı gelmekten çekinmediği bir dönemdeyiz. Gelenekler yıkılmaya veya değişerek yeni hâller almaya sadece günlük yaşamımızda değil, yüzlerce yıllık sporlarda da devam ediyor ve edecek. Curling ve olimpiyatlar gibi olana bağlılığın şiddetle sürdüğü iki alanda da öncülerden biri “Team Pants” oldu.

Pantolonlarıyla ünlü Curling takımı

Mart 10, 2021

·

Makale

Kazanmanın Ötesinde

Türkiye’deki pek çok çocuk gibi benim de atletizme olan merakım çocuk yaşta başlamadı. Küçükken ekseriyetle sokaklarda Metin, Ali veya Feyyaz olmayı seçmiştim. O hafta hangisi gol atmışsa bütün hafta plastik topun peşinde onun ismiyle koşuyordum. Genelde her hafta en az ikisi gol attığından öncelik sıralamam Ali, Metin, Feyyaz şeklindeydi. Sonraları büyüyüp keşfettikçe farklı sporlara da merak saldım. Atletizm de hiç kuşku yok ki bunlardan biriydi. 90’lı yıllarda atletizm yarışlarının evlere ulaşma sıklığı seyrekti. Bu kısıtlı yayınları yakaladığımda tercihim sokaklarda oynamak değilse televizyon başına geçer ve yarışları izlerdim. Bilinçli olarak izleyebildiğim en büyük organizasyon ise 2000 Sydney Olimpiyat Oyunları’ndaki atletizm müsabakaları olmuştu. Michael Johnson’ın 200 metrede yarışamayacak olması canımı sıkmıştı ama en azından 400 metre koşacaktı. En sevdiğim mesafe olan 1500 metrede ise hayranlık duyduğum Hicham El Guerrouj’u izleyecektim. Maurice Greene ve Marion Jones’u sprint yarışlarında görmek heyecan vericiydi ve tabii ki uzun atlamada Heike Drechsler’in final atlayışlarını merakla bekliyordum. Heike Dreschsler’i 2000 yılına kadar hiç canlı izlememiştim ama çevremdeki atletizm meraklısı büyüklerimin hayranlık duyduğu bir isim olduğunu biliyordum. Genelde konu Heike’ye geldiğinde cümle içinde mutlaka Jackie Joyner Kersee ismi de geçerdi. Uzun atlamadaki rekabetleri dillere pelesenk olmuştu. Gözlerim Sydney’de Jackie Joyner Kersee’yi aramıştı ama uzun atlamanın final listesinde adını göremeyince hayal kırıklığına uğramıştım. Olimpiyatlarda bulunmadığını öğrenmem ise çok uzun sürmemişti. Uzun atlamanın final atlayışları başladığında Heike Drechsler’in hızı karşında büyük bir şaşkınlık yaşamıştım. Sıçrama tahtasına bastığında sanki o kumdan havuzu aşacak gibi hissediyordum. Yarış tamamlandığında dönemin el üstünde tutulan atleti Marion Jones’un önünde Heike, şampiyon olmuştu. Heike Drechsler, 2000 Sydney Olimpiyatları (spikes.worldathletics.org) Yarış sonrası Heike’nin yenilmez olduğunu düşünürken aklıma onu birden fazla kez geçtiği söylenen Jackie Joyner Kersee gelmişti. Peki bu Jackie Joyner Kersee kimdi ve daha önce Heike’yi nasıl geçebilmişti. O yıllarda bilgiye erişim bu denli hızlı değildi fakat ilerleyen yıllarda araştırdıkça, karşıma atletizm tarihinin uzun atlamada benzer zamanlarda yarışmış belki de en büyük iki atleti çıkmıştı. Üstelik onlar sadece başarılarıyla değil sıra dışı arkadaşlıklarıyla ve kaybettiklerinde kazanan taraf için sevinmeyi bilen, her fırsatta biri diğerinin ne kadar büyük bir sporcu olduğuna vurgu yapan iki atletti. İkilinin atletizm pistinde birbirine olan saygısını ve atletizmin ötesine geçen arkadaşlığını göz önüne alınca kuşkusuz Heike’nin 2000 Sydney’deki şampiyonluğuna onun kadar sevinen başka bir isim varsa o da Jackie Joyner Kersee olmalıydı. Şüphesiz Jackie bu hislere sahipken, Heike’nin de kendisi için aynı duyguları taşıyacağından emindi. Pistin dışında Heike, 1981 yılında heptatlonda Dünya Gençler rekorunu kırmıştı. Uzun bacakları ve hızı atletizmin birden fazla disiplininin icra edildiği heptatlonda onu öne çıkarıyordu. Jackie ise 1980-1985 yılları arasında, Amerika Birleşik Devletleri’nin önemli okullarından UCLA’de hem basketbol oynuyor hem de sıra dışı sıçrama yeteneği ve süratiyle atletizm müsabakalarında yer alıyordu. O da Heike gibi sahip olduğu tüm özellikleriyle heptatlon için adeta biçilmiş kaftandı. Zamanla Heike uzun atlamada uzmanlaşmış, bununla birlikte kariyerinin erken döneminde kısa mesafe yarışlarında da yer alarak Marita Koch’a ait 200 metre dünya rekorunu 1986 yılında iki kez egale etmişti. Ayrıca, 1988 Seul Olimpiyatları’nda 100 ve 200 metrede bronz madalya kazanmıştı. Heptatlonda sonraları kırdığı dünya rekoru halen geçilemeyen Jackie Joyner Kersee ise heptatlonun parçası olan yarışlardan uzun atlamada elit bir atletti. Hal böyle olunca iki yetenekli sporcuyu kesiştiren ve unutulmaz performanslarına sahne olan yarışlar da uzun atlamadaki karşılaşmaları olmuştu. 1985 yılında Zürih’te düzenlenen ve dünya çapında atletlerin davetle katıldığı Weltklasse organizasyonunda tanışmıştı Heike ve Jackie. O dönem ikisi de henüz çok gençti. Yıllar geçtikçe dünya şampiyonaları ve olimpiyatlardaki mücadeleleri nefesleri kesmiş, bu atletik olduğu kadar mental kapışmalara, pistin dışına taşıdıkları arkadaşlıkları damga vurmuştu. Kurdukları sıkı iletişim her zaman dikkat çekmişti. Jackie Joyner Kersee sonraları, “İkimiz de kazanmak istiyorduk ama yarış bittiğinde hayatta atletizmden daha fazlası olduğunu biliyorduk. Aramızda kesinlikle bir düşmanlık yoktu, sadece saygı vardı.” sözleriyle ikilinin ortak hislerini dile getirmişti. Berlin duvarının 1989’da yıkılması ve 1990’da Almanya’nın birleşmesinden önce Heike, Doğu Almanya adına yarışıyordu. Bu dönemler Doğu Alman gizli polis teşkilatı Stasi’nin özellikle Batı Bloğu sporcularıyla kendi sporcularının diyaloğuna neredeyse hiç izin vermediği yıllardı. Bu nedenle Heike ile Jackie’nin etkieşimi de kısıtlı kalıyordu. Yine de jestler, mimikler ve birkaç kelime aralarındaki sıcaklığı ortaya koymaya yetiyordu. İki sporcunun da amacı adil bir yarış ortaya koymaktı, sonunda hak eden kazanmalıydı. 1987 yılında Roma’da düzenlenen Dünya Şampiyonası’nda Jackie atlayışı için koşusuna başladığı esnada, Heike dışındaki diğer Doğu Alman sporcuların ısınma kulvarında Jackie’nin dikkatini dağıtmak için ona doğru koştuğu görülmüştü. Heike, takım arkadaşlarını sert bir dille uyararak buna bir son vermelerini istedi. Onun amacı Jackie ‘yi yenecekse bunu dürüst bir şekilde başarmaktı. Almanya’nın birleşmesi sonrası Heike’nin, Doğu Almanya döneminde Stasi adına çalışan ve muhbir anlamına gelen innofizieller mitarbeiter olduğu iddia edilmişti. Heike bu iddiaları şiddetle reddetmişti. Konuyla ilgili Stasi uzmanı siyaset bilimci Helmut Mueller Enbergs , bir yılı aşkın süre çalışarak 30 sayfalık bir rapor hazırlamış ve raporda Drechsler’in Stasi ile çalıştığına dair bir delile ulaşılamadığını belirtmişti. 1991 yılında Tokyo’da düzenlenen Dünya Şampiyonası rekabetin en yoğun yaşandığı dönemdi. İkilinin soluksuz izlenen uzun atlama mücadelesinde sıra dördüncü atlayışlara gelmişti. Bu hakkında Jackie’nin bileği sıçrama tahtasına basarken burkulmuş, dengesini kaybederek kafasını kum havuzuna çarpmıştı. O atlayışa kadar Jackie öndeydi, kalan atlayışlarda Heike onu geçememiş ve kazanan Jackie olmuştu. Mücadele bittiğinde alışık olduğumuz sahne yaşanmış ve iki sporcu Jackie Joyner Kersee’nin yaşadığı problemi uzun uzun konuşmuştu. Neyse ki korkulacak bir şey yoktu ve yüzler gülüyordu. Onlar için hiç şüphe yok ki, sağlıklı oldukları sürece orada kimin kazandığı yeteri kadar önem teşkil etmiyordu. Heike sonraları, Jackie’nin sakatlığının onu üzdüğünü ve atlayışlarına konsantre olmakta zorlandığını belirtmişti. 1992 Barcelona Olimpiyatları ise iki atletin uzun atlama sahnesindeki son gerçek mücadelesiydi. Tarihin bu dalda gördüğü en büyük iki atlet, o dönem son kez olimpik sahnede birbirine rakip olduklarından habersizdi. Dört yıl boyunca beklenen dünyanın en büyük spor organizasyonunda, ikisinin de hayali zafere ulaşmaktı. Evet kazanmak önemliydi ama onları kaybedenlerden ayıran en büyük özellikleri birbirlerinin zaferlerinden de aynı oranda mutlu olmalarıydı. Jackie, uzun atlamayı Heike’ye kaybettiği bu oyunların sonunda, “Hayal kırıklığım var ama kazanana bakınca beni uzun zamandır zorlayan birini görüyorum ve bu üzüntümü azaltıyor. Heike, benim kadar uzun süredir bu işin içinde ve bugün onun hak ettiğini aldığı gündü. Kazandığım için hep mutlu oldum ama Heike için hep biraz buruk kaldım. Şimdi kaybettim ama en azından onun için mutluyum.” demişti. Barcelona’da düzenlenen oyunlar aynı zamanda iki atletin pistin dışına taşan dostluğunu ortaya çıkarmıştı. Oyunların sonunda düzenlenen basın toplantısında, Heike, “Jackie ile iki yaşındaki oğlum hakkında konuştuk. Bebekleri sevdiğini biliyorum. Belki bu konuda beni yakalar” diyerek birbirlerinin özel hayatına dokunduklarını da ortaya koymuştu. Jackie Joyner Kersee’nin eşi ve antrenörü Bob Kersee’nin sıklıkla ifade ettiği gibi, onlar birbirlerini en iyisi için zorlayan iki büyük atletti. Pistin dışına taşıdıkları dostlukları ve daha da ötesinde birbirlerine duydukları saygı, pistin içinde birbirlerinin performanslarına hayranlık duyarak başlamıştı. Onlar 80’lerin ikinci yarısından 90’ların başına kadar uzun atlamanın elit derecesi olan yedi metrenin üstünü defalarca atlayarak çıtayı en yukarı taşıyan iki süper yıldızdı. Pistin içinde 1987 yılında Roma’da düzenlenen Dünya Şampiyonası, Heike ve Jackie’nin büyük şampiyonalardaki ilk randevusuydu . O dönem iki yıldızın da kariyerlerini zirve noktaya taşımaya başladıkları ve uzun atlamadaki rekabetin ateşini iyiden iyiye yaktıkları yıllardı. Jackie Joyner Kersee, Roma’da 7.36 atlamış ve şampiyona rekoru kırarak Heike’nin önünde birincliğe uzanmıştı. Heike’nin 7.14 ’lük derecesi ise standartların üstündeydi ancak rakip Jackie Joyner Kersee olduğunda Heike, onun hakkında sonraları dile getirdiği sözleri belki de ilk kez bu şampiyonada düşünmeye başlamıştı. Jackie harika bir atlet onu geçmek için çok çok iyi olmalısınız. Roma’daki yarışın bir sene sonrasında, 1988 yılında, Güney Kore’de iki atlet ilk kez olimpiyat sahnesinde boy göstermişti. Normal şartlarda ilk randevunun 1984 yılında Los Angeles’ta düzenlenen Olimpiyat Oyunları’nda olması bekleniyordu ancak Sovyetler Birliği önderliğindeki Doğu Bloğu, Los Angeles’taki oyunları protesto ederek katılım sağlamamıştı. Siyasi bir gerekçeyle oyunlara katılmayan bu ülkeler, Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgali nedeniyle Amerika Birleşik Devletleri’nin 1980 Moskova Olimpiyatları’nı boykot etmesine misilleme yapmıştı. Sovyetler Birliği ile harekete eden Doğu Almanya şampiyonada yer almadığından Heike Drechsler de 1984’te ilk olimpiyatından mahrum kalmıştı. Jackie Joyner Kersee (stltoday.com) 1988 yılında Seul’de düzenlenen olimpiyatlarda uzun atlama finali nefesleri kesmiş, kazanan 7.40’ lık görkemli derecesiyle yine Jackie Joyner Kersee olmuştu. Bu aynı zamanda olimpiyat rekorunun kırıldığı anlamına geliyordu. İki atlet çıtayı öylesine yukarı taşımışlardı ki Heike’nin 7.22 ile ikinci olduğu atlayış, günümüze kadar yapılan uzun atlama olimpiyat finallerinde hiçbir olimpiyat şampiyonu tarafından geçilemedi. Olimpiyatların üç sene sonrasında bu kez iki dev atlet Tokyo’daki Dünya Atletizm Şampiyonası’nda karşılaştı. İkili yine göz alıcı bir performans ortaya koymuştu. Heike için tekrar hüsranla biten bir şampiyonaydı. Üstelik 7.29 atlamıştı ve bu atlayış normal şartlarda şampiyonluğa yetecek bir derece demekti. Ama rakip çok güçlüydü ve Heike’nin de dediği gibi, Jackie’yi geçmek için “çok çok iyi” olmalıydı. 1992 Barcelona Olimpiyatları’na yaklaşırken son üç büyük organizasyonu Jackie Joyner Kersee kazanmıştı. Heike, etkileyici derecelere imza atıyor ancak altın madalyaya bir türlü uzanamıyordu. Barcelona’ya hazırlık kapsamında İtalya’nın Sestriere bölgesinde katıldığı bir organizasyonda 7.63 atlamıştı. Bu derece dünya rekoru anlamına geliyordu ancak rüzgar limitlerin üzerinde bir kuvvetle estiği için derece resmileşmemişti. Yine de Heike formda olduğunu göstermişti. Jackie de farklı bir ilki başarmak için Barcelona’daydı. Uzun atlamada zafere ulaşırsa, ilk kez bir atlet üst üste iki olimpiyatta kadınlar uzun atlamayı kazanmış olacaktı. Bu oyunlar aynı zamanda onların son gerçek gösterisiydi . Uzun atlama müsabakası sona erdiğinde ikisinin de en iyi atlayışı Roma, Seul ve Tokyo’daki performanslarının bir adım gerisindeydi. Her şeye rağmen onlar yine kürsüdeydi. Bu kez şampiyonluğa Heike Drechsler ulaşmıştı. Jackie 7.07 atlamış ve ancak üçüncü sırayı alabilmişti. Barcelona sonrası iki atletin sıklıkla yaşadığı sakatlıklar rekabetin görkemli döneminin kapandığı anlamına gelmişti. 1991 yılında Tokyo’da yapılan Dünya Şampiyonası sonrası iki yılda bir düzenlenmeye başlayan Dünya Şampiyonalarında 1993’te sıradaki durak Sttutgart olmuştu. Heike birleşme sonrası yeni evinde şampiyonluğa ulaşmıştı, hiç şüphe yok ki biraz buruktu zira Jackie Joyner Kersee kendini yeterince hazır hissetmediği için sadece heptatlon müsabakalarında yer almıştı. Artık yıllar ilerledikçe performansları düşmeye başlamış, sakatlıklar da bu düşüşü hızlandırmıştı. 1995 yılında Göteborg’da ikisi de ilk kez büyük bir şampiyonada yedi metrenin altında kalmıştı. Şampiyonluğa ulaşan Fiona May’in 6.98’lik derecesi onların büyüklüğünü göstermeye yetiyordu zira Jackie ve Heike zirve dönemlerinde düzenli olarak yedi metrenin üstünü görmüştü. Pek çok kişi, 1996 Atlanta Olimpiyatları’nın onları oyunlarda son kez birlikte izlemek için iyi bir fırsat olduğunu düşünmüştü. Ancak sakatlığı, turnuva öncesi Heike’yi olimpiyat dışına itmişti. Bu kez uzun atlama mücadelesinde yalnız kalan Jackie olmuştu. O da çok sağlıklı görünmüyordu zira heptatlonun ilk yarışı olan 100 metre engellide sakatlık yaşamış ve diğer heptatlon yarışlarından çekilmişti. Sadece uzun atlamada yarıştığı oyunlarda, 7.00’lık atlayışıyla yine üçüncü sırada yer almayı başarmıştı. Artık ikilinin yedi metrenin üzerinde atlayışlar yaptığı ve Galina Chistyakova’nın 7.52’lik dünya rekorunu zorladığı dönemler kapanmıştı. Son kez Atina’da 1997 yılında düzenlenen Dünya Şampiyonası’nda karşılaşmışlardı. Jackie podyum göremezken Heike ikinci olarak şampiyonayı kapatmıştı. Tarihin en iyi ikinci ve üçüncü derecesinde halen onların ismi yazıyor. Ortaya koydukları performansların her biri yıllar geçse de hafızalardaki canlılığını koruyor. Öte yandan biri atletizmden aldıklarını bu spora geri vermek için sorumluluk alırken, diğeri kurduğu vakıfla çocukların gelişimini destekliyor. Pistin ötesinde Jackie Joyner Kersee, kurmuş olduğu vakıfta çocuklarla. (twitter.com) Illinois eyaletine bağlı Doğu St.Louis , hiç kuşku yok ki çıkardığı meşhur atletlerden ziyade işlenen suçlarla anılan bir şehir olmuştu Jackie’nin küçüklüğünde. Spora olan yeteneği onu sokakların karanlık dünyasından uzak tutsa da kendi bölgesinin çocuklarının iyi bir eğitime ve yaşama dair daha fazla farkındalığa sahip olması gerektiğini görmüştü. Bu düşüncelerini hayata geçirerek günümüze kadar taşıdığı Jackie Joyner Kersee Vakfı’nı kurduğu dönem, heptatlon ve uzun atlamada adını tüm dünyaya duyurduğu 1988 yılıydı. Halen sponsorların ve bağışçıların desteğiyle onlarca çocuk daha iyi bir eğitim için Kersee’nin vakfına katılıyor. “Çocuklarımızın hayata tutunmalarına yardım edin!” sloganıyla vakıf, Kersee’nin hedefini net bir şekilde anlatıyor. Heike Drechsler, 2018 Berlin Dünya Şampiyonası (augsburger-allgemeine.de) Rekabetin diğer cephesinde ise Heike ne olursa olsun pistte kalmaya çalışıyordu. Atletizmi bıraktığında tam 40 yaşındaydı , sakatlıklar izin verse limitlerini zorlayacağından kimsenin şüphesi yoktu. Aslında Heike’nin atletizme olan tutkusunu düşününce pek de şaşırtıcı olmayan bir durum 2018 yılında Berlin’de düzenlenen Dünya Atletizm Şampiyonası’nda yaşanmıştı. O, kum havuzunu süpüren ve şampiyonada görevli olan 300 gönüllüden biriydi. Neden orada olduğunu ifade ettiğinde resim biraz daha netleşiyordu. Atletizm benim için hep büyük bir tutku oldu ve böylesine güzel günler yaşadıktan sonra bu spordan elde ettiklerimi emekliliğimde geri ödemek istedim. Pistte ortaya koydukları mücadele ve çıktıkları seviye onları rekabet ettikleri sporda tarihinin en büyük iki atleti yapmıştı. Onların kapışması bir devre damga vurarak uzun atlamayı farklı bir seviyeye taşıdı ve o dönemden bu yıllara böyle bir rekabet uzun atlamada tekrar yaşanmadı. Kapak Fotoğrafı: stltoday.com

Kazanmanın Ötesinde

Mart 10, 2021

·

Makale

Kaçak bir yolcu: Stamata Revithi

Bundan 125 yıl önce, ilk modern olimpiyat oyunları “ Citius, Altius, Fortius” (Daha hızlı, daha yüksek, daha güçlü) mottosu ve olimpik marş eşliğinde 14 ülkeden 241 atletin katılımıyla Atina’da başladı. Fakat olimpiyatlarda kadın atlet olmasına modern olimpik hareket, IOC ve olimpizm felsefesinin yaratıcısı Pierre de Coubertin’in bu konunun “uygulanamaz, yavan, yakışıksız” olduğuna dair düşünceleri izin vermedi. Dönem: Aristokrat bir ailenin ferdi olarak Paris’te doğmuş olan Pierre de Coubertin, yirmiden fazla kitap ve yüzlerce makale sahibi, Klasik Yunanistan kültürüne hayran bir akademisyendi. Anglosakson sistemi örnek alarak fiziksel ve entelektüel eğitimin bileşimi bir eğitim sistemini Fransa için tasarladı. Ardından, Belle Époque dönemi zihniyetinin tezahür ettiği centilmenlik, barış, dürüstlük, eşitlik, uluslararası anlayış gibi ideallerle olimpizm felsefesini yarattı. Ancak, kadın-erkek ilişkilerine bakış açısı döneminin genelinden farklı değildi. Her ne kadar olimpik ruhun herhangi bir ırkın özelinde olmadığını belirtmiş olsa da bir kadının rolünün bir “eş ve anne olmak” olduğunu söylemişti. Bu nedenle, olimpiyatlara kadınların katılımına karşı görüşleri açıktı. Yine de kaçak bir yolcu vardı: Stamata Revithi. Yeni biri: Bugün bir aktivist olarak değerlendirebileceğimiz Stamata Revithi, 1866’da Sire adasında doğmuştu ama ana karadaki Pire’de yaşıyordu. Pire’den 12 kilometre uzaklıktaki Atina’ya iş bulabilme umuduyla yürürken -anlatıya göre- yolda karşılaştığı bir kişi maratondan bahsederek katılması konusunda onu cesaretlendirdi. Çünkü Atina’da tanınırlık kazanırsa iş bulabileceğini düşüyor ve birçok sporcudan daha iyi koşabileceğine inanıyordu. Yarışa yetiştiğinde maratona katılmak isteyen bir kadın olarak bir kesimin ilgisini çekerken bir kesim tarafından küçümsenmişti. Çeşitli tartışmalar çıksa ve katılmak için diretse de izin verilmedi. Buna rağmen, resmî yarışın bir gün sonrasında tek başına koştu ve 40 kilometrelik maratonu 5,5 saatte tamamladı. Ama maratonun asıl bitiş yeri ve modern dönem öncesi olimpiyatlara da ev sahipliği yapmış -MÖ 6. yüzyılda inşa edilmiş ve hâlâ kullanılan- Panathinaiko Stadyumu’na girmesine izin verilmedi. Yine de kendisine birkaç şahit bularak bitiş noktasında derecesini kaydettirmeyi başardı. Ardından olimpiyat komitesine başvurduğunda resmîleştirmesine izin verilmedi. Her şeye rağmen dönemin gazetelerinde adı anılmıştı. Ama başka bir isimden bahsedenler de vardı: Melpomene , Yunan mitolojisinde trajedinin ilham perisi. Ya maratonda koşmayı denemiş iki kadın vardı ya da genel kanıya göre Revithi’nin takma adıydı. İlham: Her ne kadar hem geçmiş hem bugün için etkileyici bir işe imza atmış olsa bile Revithi’nin hatırlanması için aradan yıllar geçmesi gerekti. Ardından, 1967 Boston Maratonu’nda tarihe geçecek fotoğrafların başrolü Kathrine Switzer gibi gizlice yarışlara katılan kadınlar da oldu. Ama olimpiyat oyunlarına kadınlar maratonunun eklenmesi yaklaşık 90 yıl sürdü ve 1984 Los Angeles Olimpiyatları’nda Joan Benoit bu alanın ilk altın madalyasını aldı. Gerçekleşmesi beklenenden daha uzun zaman alsa da Revithi ve ardılları, kadının eş ve anne rolü dışındaki görünmezliğiyle spor gibi alanlarda varlık gösteremeyeceğine dair algıların değişimini başlattı. Carol Highsmith tarafından fotoğrafı çekilmiş Melpomene'nin çalışması

Kaçak bir yolcu: Stamata Revithi

Mart 10, 2021

·

Makale

Liderliği benimsemek

Çocukluğunda bir futbol aşığı olan ve voleybolla tanışmadığı bir hikâyede basketbolcu olmak istediğini belirten Eda Erdem Dündar , hayallerinden de anlaşılacağı üzere kendini sporla özdeşleştirmiş bir karakter. 2000 yılında tesadüfen katıldığı seçmelerle kendini voleybola adadı ve Beşiktaş altyapısında başladığı spor hayatına 13 yıldır Fenerbahçe Opet'te devam ediyor. Aynı zamanda 2005’ten bu yana millî takımda ve şimdiye kadar 300’den fazla maçta millî formayı taşıdı. Uzun zamandır hem millî takımın hem de Fenerbahçe Opet’in kaptanlığını yapan tecrübeli voleybolcu, birçok başarıya imza attı ve kupaların kazanılmasında aktif rol oynadı. Özel: Altyapıdayken birçok pozisyonda oynaması, onun her alanda yetenekli bir orta oyuncu olmasını pekiştiriyor. Çünkü, kritik bloklarının yanı sıra ya ace ya da zor bir manşet pozisyonuyla sonuçlanan servisleriyle de maçlarda etkisini gösteriyor. Eda Erdem Dündar’ın tek ayak üzerinde vurduğu karakteristik smaçları da onun dinamik oyununun ve formda fiziğinin bir göstergesi olduğundan, sahada her an harekete geçmeye hazır ve olması gerektiği yerde beliren bir takım oyuncusu görüyoruz. Performansının sonuçlarını da her turnuvada bireysel ödülleriyle alan kaptan, geçtiğimiz günlerde FIVB tarafından 2010-2020 yılları arasında voleybol dünyasına önderlik eden “100 önemli oyuncu” listesine seçildi. Fakat onun için önemli olan sadece bireysel başarılar değil; o, takımıyla altın madalya için mücadele ediyor. Şampiyonluk için olmazsa olmazlarını “çok çalışmak, takım oyunu ve hırs” olarak sıralayan Eda Erdem Dündar, aslında voleybolun yapı taşlarından bahsediyor. Kendisinin de dediği gibi “Voleybol, topun üç kişinin eline değdiği bir spor”, yani bir maç süresince oynayan altı kişinin takıma ne kadar katkı sağladığını sizler düşünün. Kaynak: TVF Kritik: Olimpiyat elemelerinde liderliğiyle ve bloklarıyla dikkat çeken, sporun zirvesi olan olimpiyat oyunlarında da ikinci kez yer alacak olan Eda Erdem Dündar’ın ilk hedefi olimpiyatlara gitmekti; 2012’de bu hedefe ulaşan ve çıtayı yükselten takımın kaptanı olarak, 2020 Tokyo Olimpiyatları’nda kürsüye çıkmak için mücadele edecek. Voleybolda henüz tam olarak “Türkiye ekolü” olmadığını söylese de bunu sağlayabilecek yeteneklere ve imkânlara sahip olunduğunu savunan başarılı sporcu, 2003 takımının Türkiye’de voleybolun yükselmesini etkilediğine de inanıyor. Takımları başarıyla analiz eden ve karşılaştıkça daha iyi tanıyan kaptan, artık Filenin Sultanları ’nın da bir tehdit olduğunu takımlara hissettirdiklerini düşünüyor. Aynı zamanda taraftarların desteğine dair inancını ve Türkiye kadınını gururla temsil ettiklerini de her fırsatta dile getiriyor. Sayı aldıkça daha iyi bir oyun sergileyen kaptanın, olimpiyat biletine katkısının yanı sıra Fenerbahçe Opet takımındaki yeri de unutulmamalı. Özellikle kendisinin de unutulmaz maçlardan biri olarak belirttiği, 2016-2017 Sultanlar Ligi yarı final karşılaşmalarında Eczacıbaşı Vitra’ya 3-0 kaybettikleri maçın rövanşını 3-1 almalarından sonra oynadıkları altın set* , sezonun da en kritik karşılaşmalarından biriydi. Skor 13-8’ken tekrar dâhil olduğu sette motivasyonuyla takımı canlandırarak maçın 14-16 bitmesinde büyük rol oynadı ve Fenerbahçe Opet bu çekişmeli maçtan galip ayrıldı, hatta sezonun da şampiyonu oldu. Lider: Hayatının merkezine voleybolu yerleştiren Eda Erdem Dündar “Kaptan, her yerde kaptan!” diyor ve dümeni eline alarak her yıl farklı jenerasyonlara dokunuyor. Yıllardır farklı takımlara karşı oynayıp birçok farklı antrenörle çalıştığından tecrübesiyle genç ve dinamik takımı hem yönlendiriyor hem de onlara uyum sağlayabiliyor. Oyun enerjisi, yeteneği ve hırsıyla maçlara coşku katıyor. Risk ve sorumluluğu da gerektiğinde üstlenen kaptan, her sezon performansının üzerine biraz daha ekleyerek kalabildiği kadar voleybolda kalmak istiyor. *Yarı finalde eşleşen takımlar, biri deplasmanda diğeri kendi sahalarında oynadıkları iki maça çıkarlar. Puan eşitliği durumunda, son maçtan sonra oynanan set, altın settir. Kapak görseli: FIVB

Liderliği benimsemek

Mart 10, 2021

·

Makale

Limit gökyüzü: Sky Brown

Sporda genç yıldızların hikâyelerini dinlemeye alışkınız ama Sky Brown “genç” tanımınızı biraz sorgulamanıza yol açabilir; çünkü 12 yaşında bir olimpik sporcudan bahsedeceğiz. Çoğumuzun yalnızca konsol oyunlarından ve Tony Hawk isminden aşina olduğu kaykay, bu yıl Olimpiyatlar’a dâhil edilen sporlardan biri. Podyumu hedefleyen bu küçük kız sayesinde bu yeni olimpik dal, yepyeni bir neslin ilgisini olimpiyatlara çekebilir. Az zamanda çok iş: “Merhaba, ben Sky, 4 yaşındayım.” Sky Brown ile tanışmamız ilk kez bu sözlerle oluyor. Kaykayla ilgilenen babası Sky’ın kaykay yaptığı videosunu Facebook’a koyuyor ve video 56 milyon beğeni alıyor. Bir anda ilgi odağı hâline gelip televizyonlardan teklifler almaya başlayınca ailesi Sky’ın ortalamanın üstü bir yeteneğe sahip olduğunu fark edip Sky için sosyal medya hesapları açarak paylaşım yapmaya başlıyor. Bir süre sonra Sky müsabakalara davet ediliyor. 7 yaşında katıldığı bir yarışta 14 yaş altı kategorisinde üçüncü oluyor. Ertesi yıl Vans US Open’ın en genç şampiyonu oluyor. 2017’de Asya Kıta Finalleri’nde ikinci, 2019’da Birleşik Krallık Ulusal Kaykay Şampiyonası’nda şampiyon oluyor. Aynı yıl Dünya Kaykay Şampiyonası’nda bronz madalya kazanıyor ve dünya sıralamasında üç numaraya çıkıyor. Kaynak: Anton Nilsson Yeni nesil sporcu: Dünyanın en iyi kaykaycılarından Tony Hawk, Sky Brown’ın mentörlüğünü yapıyor. “Dünyanın en iyi kadın kaykaycısı, hatta cinsiyetten bağımsız en iyi kaykaycılardan biri olabilir” diye tanımladığı Sky’a “unicorn” benzetmesi yapıyor. Sky Brown kendi neslinin ilk yıldız sporcusu ve onu sadece bir sporcu olarak tanımlamak pek kolay değil. Kardeşi Ocean ile bir YouTube kanalına sahip. 2018’de Dancing With The Stars: Junior yarışmasını kazandı. Kaykayın yanı sıra dans, müzik, gitar, sörf gibi uğraşları var. Skateistan projesiyle Afganistan, Kamboçya ve Güney Afrika’da hayır işleri yapıyor. Yayımladığı bir müzik videosu, bir de kitabı var. Kız çocuklarına “cesaret ve eğlenebilme” konularında ilham olmak istiyor. Bütün bu özellikleriyle Sky Brown yeni nesil bir sporcu profili çiziyor ve yepyeni bir neslin ilgisini Olimpiyatlar’a çekebileceği düşünülüyor. Kaynak: Sporcu İlgi odağı: Sky Brown Japonya asıllı bir anne ve Birleşik Krallık asıllı bir babanın kızı. Yılın yarısını Japonya’da, yarısını ABD’de geçiren Sky, Olimpiyat Oyunları’nda Büyük Britanya’yı temsil edecek olsa da Japonya doğumlu genç sporcu Tokyo Olimpiyatları’nda en dikkat çeken isimlerden biri olacak. Ayrıca Britanya adına yarışan en genç olimpik sporcu unvanını elde edecek. Küçük yaşta sahip olduğu popülerliğe olimpik sporculuğu da eklediğinde markaların ilgisi kaçınılmaz oluyor. Sky ile iş birliği yapan markalar arasında Nike, GoPro, Visa, Galaxy Mobile Japan, Mattel, Almost Skateboards, Claire’s gibi markalar yer alıyor.

Limit gökyüzü: Sky Brown

Mart 10, 2021

·

Makale

Sırada ne var?

Deneyimli yüzücü Elizabeth Beisel , olimpiyatlarda 5 ve dünya şampiyonalarında 15 altın madalyayla kadınlar tarihinde en çok altın madalyaya sahip Katie Ledecky için “Katie, Harvard’da 20 kredi alıp dönemi 4,0 ortalama ile bitiren öğrenci gibiydi - kimse bu tipleri sevmez. Ama herkes Katie Ledecky’i sever, sadece Katie’yi sevmeyi seversiniz.” demişti. Swimming World dergisi tarafından 2013-2016 yılları arasında ve 2018’de toplam 5 kez Yılın Kadın Yüzücüsü seçilen Ledecky’nin geçmişinde Beisel’ın haklı olduğunu gösteren birçok hikâye var. Değişmek: 2011’de stilinin kendisini daha çok kulaçla havuzun sonuna ulaştırdığını fark eden antrenörü ona bazı önerilerde bulundu. Sahip olduğu ritim, suda sürüklenmesini engelliyordu ve nefes alışlarında zaman kaybediyordu, Ledecky bu incelemeler ışığında çalışarak “gallop” yani asimetrik stile yöneldi . Bu değişim, göze çarpan bir yüzücü olma yolunda önemli dönüm noktalarından biriydi. Başarmak: Ledecky’nin yer aldığı ilk uluslararası etkinlik aynı zamanda ilk olimpiyat macerasıydı. Henüz 15 yaşındayken 2012 Londra Olimpiyatları’nda ABD'den katılan en genç sporcu olarak yer aldı ve 800 metre serbestte 8.14.63 ile dünya rekoruna sadece 0.53 saniye uzak kalarak altın madalyayı kazandı. Ardından, 2014 ve 2015 Pan Pasifik Şampiyonaları’nda 200, 400, 800 ve 1500 metre serbesti kazanarak bir ilki gerçekleştirdi, bu 4 zafer “Ledecky Slam” olarak adlandırıldı. 2016 Rio Olimpiyatları elemelerinde, 400 ve 1500 metre serbestte erkek derecelerinden daha hızlıydı. Bu performansıyla, diğer sporlardaki gibi yüzmede de erkeklerin ön planda yer aldığı anlayışını kırma yolunda bir destek adımı attı. Olimpiyatların sonunda, potansiyelinin göstergesi olarak başarılarına 4 altın, 1 gümüş madalya ve 2 dünya rekorunu ekledi. Michael Phelps’in 5 altın, 1 gümüşlük rekorunun ardından en çok madalyaya sahip ikinci sporcu oldu. Kaynak: Getty Images Vazgeçmemek: Tüm başarıların hikâyesi her zaman parlak değildir. Ledecky, profesyonel kariyerinin henüz başındayken 2019 Dünya Şampiyonası döneminde bir mide rahatsızlığı geçirdi . 400 metre serbestte ikinci olan ve şampiyonaya geldiğinden beri kendini iyi hissetmediğini ifade eden yüzücü, 200 ve 1500 metre serbest yarışlarından çekildiğini açıkladı. Üç gün sonra tam iyileşmese de şampiyonaya geri dönerek 800 metre yarışı için havuza girdiği seansın sonunda, üst üste dördüncü şampiyonluğunu elde etti. Yüzmenin ötesinde: Katie Ledecky sadece başarılı bir sporcu değil, eğitime de önem veren biri. İyi bir eğitim fırsatını yakaladığında peşinden koştuğunu ve gençlere ilham olmak için elinden geleni yaptığını belirterek Panasonic iş birliğiyle “Katie Ledecky’s Dive Into STEM Education” kampanyasını duyurdu. Bu interaktif platformla öğrencileri bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik alanlarında bir kariyere yönlendirebilmeyi hedefliyor. Katie Ledecky, şimdiye dek yer aldığı uluslararası yarışmalarda elde ettiği 28 altın, 5 gümüş, 1 bronz madalyanın ve 14 dünya rekorunun sahibi. Pandemiden ötürü ertelenen olimpiyatlarda daha iyisini yapmak isteyen 23 yaşında tutkulu bir genç yetenek olarak, kendisini geliştirebileceği nice parlak sezonlara yüzüyor.

Sırada ne var?

Mart 10, 2021

·

Makale

Kathrine Switzer'ın özgürlük maratonu

Kathrine Switzer, 123 yıllık tarihiyle dünyanın en eski uzun mesafe yarışı olan Boston Maratonu’nda resmî olarak koşan ilk kadın sporcu. 19 Nisan 1967 yılında Boston Maratonu’na sadece koşmak için katılan Switzer, yarış içinde karşılaştığı olaylarla tarihe geçeceğinden habersizdi. Switzer’ın yarış boyunca gösterdiği tutum, erkek egemen bir spor dünyasında kadın sporcular için ilham oldu. Dönem: Amatör Atletizm Birliği, kadınların tüm koşu yarışmalarına katılmasına resmî olarak izin vermiyordu. Kadınlar için izin verilen mesafe sadece 2,5 kilometre idi. Bu arada, New York Syracuse Üniversitesi’nde gazetecilik okuyan Switzer, spor yapmaya ilgi duysa da okulunda hiçbir kadın takımı bulunmuyordu. Switzer da gayriresmî olarak okulun erkek koşu takımına katılmaya karar verdi ve daha sonra antrenörü olacak Arnie Briggs ile tanıştı. Antrenörünün de etkisiyle Boston Maratonu’nda yarışmaya karar veren Switzer, koşu için sıkı çalışmalar yaparken turnuva yönetmeliğinde kadınlar katılamaz diye yazılı bir kural olmadığını fark etti. Artık daha kararlı olan Switzer yine de organizasyona kayıt için belgelerini gönderirken sadece isminin baş harflerini kullanıp K. V. Switzer adıyla başvurdu. Yarış: Boston Maratonu'na kadın olduğunu gizleyerek başvuran Switzer, yarış günü 261 göğüs numarasıyla erkek yarışçıların şaşkınlığı içinde maratonda koşmaya başladı. Koşunun bir noktasında yarışın komite başkanı Jock Semple, Switzer'ı fark etmesi sonucunda koşucuların arasında atlayarak Switzer’ı durdurmaya çalıştı. Kararlı duruşuyla Semple'den kurtulan Switzer, koşmayı sürdürüp yarışı 4:19:31'lik zamanlamayla bitirerek tarihî bir performansa imza attı. Değişen dünya: Maraton’un erkek sporu olduğu tabusunu yıkan Switzer, dünyadaki koşu tutkusuna sahip tüm kadınlara ilham verdi. Switzer, kadınların da koşmayı hak ettiklerini düşünürken kadınların psikolojik olarak uzun mesafelerin üstesinden gelemeyeceği ön yargısını da tarihe gömdü . Switzer’ın kadın sporcuların temsiliyle ilgili başlattığı bu süreç 1972 yılında meyvesini verirken Boston Maratonu’na kadınların resmî olarak katılması kabul edildi. Kadın maraton yarışmaları ise 1982 yılında Avrupa Şampiyonası’na, 1983 Dünya Şampiyonası’na ve 1984 Los Angeles Olimpiyat Oyunları’na bir kategori olarak dâhil edildi. Kathrine Switzer ise kariyerinde 30’dan fazla maratona katıldı ve 1974 yılında New York City Maratonu’nu birinci olarak tamamladı.

Kathrine Switzer'ın özgürlük maratonu

Mart 10, 2021

·

Makale

Havuzu Ateşe Vermek

Tüm bireysel sporlarda olduğu gibi yüzmede de sporcular genelde müsabakalar esnasında iç dünyalarına kapanırlar. Bu, çekingen olduklarından değil, tamamen müsabakaya konsantre olmaları gerektiğindendir. Karşılaşmalar esnasında veya öncesinde bireysel sporcuların duygularını dışa vurmaları pek hayra alamet olarak görülmez. Çok konuşan, genelde az iş yapar. Yüzmede pek çok rekabet suyun içinde yaşanır. Alexander Popov’un Gary Hall Jr ile çekişmesi veya Michael Phelps’in Chad Le Clos ve Ryan Lochte ile olan rekabeti sporcuların havuzdaki başarılarıyla ilgilidir. 2016 Rio Olimpiyatları’nda ise atışma ve rekabet suyun dışına taşındı. Rekabetin tarafları ise ABD’li Lilly King ve Rus Yuliya Yefimova olmuştu. 19 yaşındaki ABD’li bir yüzücünün, 24 yaşındaki bir Rus meslektaşıyla ne gibi bir alıp veremediği olabilirdi? Kıvılcım Grozny doğumlu Yefimova, kariyerini zorluklar içinde inşa etti. Küçük yaşlarda ailesiyle Çeçenistan’daki savaştan kaçarak önce altı yaşında yüzmeye başladığı Volgodonsk’a, ardından da 19 yaşında California’ya yerleşti. Rio’ya gelirken belki olimpiyat şampiyonu bir sporcu değildi, ancak kurbağalama stilinin dünyadaki en büyük isimlerinden biriydi. 2012 Londra’da 200 metrede bronz madalya alırken; 50, 100 ve 200’de de üç farklı şampiyonada dört dünya şampiyonluğu bulunuyordu. Bu başarıların sonucu olarak, Rio’da kurbağalama yarışlarının en büyük favorisi olarak gösteriliyordu. Tribünün favorisi olduğu ise söylenemezdi. Lilly King’in hayat macerasının, Yefimova’nınki kadar dramatik olduğunu söyleyemeyiz. King; Evansville, Indiana’da doğdu ve tipik bir Orta-Batı Amerikalı ailenin içinde büyüdü. Hem anne hem de babasının kolej seviyesinde eski sporcular olması, ailesi tarafından spora teşvik edilmesini kolaylaştırdı. Nispeten rahat bir hayat yaşamasının, olimpik seviyede bir yüzücü haline gelmesini sağladığını söylemek ise King’e haksızlık olur, zira binlerce sporcunun arasından çıkıp olimpiyat seviyesine yükselebilmek çok daha farklı bir mental güç gerektiriyor. King’de de bu mental gücün fazlasıyla olduğu küçük yaşlardan beri anlaşılıyordu. Hem karakter olarak hem de yetişme tarzıyla ABD’li yüzücü küçük yaşlardan beri düşündüğünü söylemekten çekinmeyen, deyim yerindeyse “kimseye eyvallahı olmayan” bir genç sporcuydu. O dönemki antrenörü, henüz 12 yaşındayken, Evansville’deki kulübünde kendilerinden yaşça küçük sporculara karşı yaptıkları bir antrenman yarışı sırasında, son yarışta takım arkadaşı küçük bir çocuğun kazanmasına izin verince King’in çılgına döndüğünü anlatıyordu: “Bağırıyordu. Birinin kazanmasına asla izin veremezsiniz, her zaman elinizden gelenin en iyisini yapmaya çalışmalısınız.” Babası Mark da bu olayı gülümseyerek onaylıyordu: “Lilly’nin bakış açısına göre; bir şeyi kazanmak istiyorsanız, bunu hak etmeniz gerekir.” Yefimova’nın aksine Lilly King, yüzmede tanınmış bir sporcu değildi. Güçlü ABD takımı içinde olimpiyata katılmaya hak kazanan bir yüzücünün tabii ki çok da gizli bir yanı yoktur; ancak 2016 Rio öncesi King hiçbir büyük uluslararası organizasyonda boy göstermemişti. Serisini birinci bitiren Yefimova, rekabetin fitilini ateşleyeceğinden habersiz şekilde, parmağıyla bir işareti yapıyor. (Associated Press) Kor Yefimova’nın tanınmasında havuzda kazandığı başarılar kadar, aldığı doping cezaları da rol oynadı. İlk olarak 2013 yılının Ekim ayında kanında yasaklı DHEA maddesine rastlanan sporcu, 16 aylık bir cezaya çarptırıldı. 2016 yılının ilk aylarında bu kez doping testinde meldonium tespit edildi. Uluslararası Yüzme Federasyonu FINA önce kendisini cezalandırsa da, Dünya Anti-Doping Ajansı WADA’nın tavsiyesi üzerine ceza iptal edildi. Yefimova, tam Rio Olimpiyatlarına katılacağını düşünürken, bu kez de Rusya Olimpik Takımı devlet destekli doping programı nedeniyle uluslararası organizasyonlardan men edildi ve Yefimova’nın olimpiyata katılması yeniden tehlikeye girdi. Önce, çok sayıda Rus sporcu gibi, olimpiyattan men edilen yüzücü, CAS’ın eski cezaların değerlendirmeye alınamayacağına karar vermesi sonrası sonunda Rio’da yarışma şansını elde etti. Bu inişli çıkışlı süreç yüzünden uykularının kaçtığını söyleyen Rus yüzücü, Rio’ya giderken belki de artık sadece havuza odaklanabileceğini düşünüyordu; ancak kısa sürede bunun mümkün olmadığını anladı. Havuza her adım attığında tribünler tarafından yuhalanan sporcu, 100 metre kurbağalama yarı final yarışını birinci bitirdikten sonra parmağıyla, bir numarayım dercesine, bir işareti yapıyordu. Bu parmak belki de tribünlere bir mesaj vermek için kaldırılmıştı. Mesajı alan ise bir önceki yarı final yarışını birinci bitiren Lilly King olacaktı. Kendi serisini bitirdikten sonra Yefimova’nın serisini ekrandan takip eden ABD’li yüzücü, rakibinin parmak işaretine, kendi parmağını sallayarak cevap veriyordu. Bunu neden yaptığına dair soruyu ise: “Hem doping yapıp hem de bir numara olduğunuzu iddia edemezsiniz” şeklinde yanıtlıyordu. Bu açıklama, Mark King’in kızının zihniyetini ne kadar doğru analiz ettiğini kanıtlıyordu. King’in doping konusundaki bu tutumu sadece rakibine karşı değildi. Kendi takımındaki doping geçmişi olan sporculara, özellikle de Justin Gatlin’e, bakışı sorulan yüzücü, bu isimlerin de olimpiyatta olmaması gerektiğini savunuyordu. King, Yefimova’nın en büyük fanı olmadığını gösteriyor. (NBC) Patlama Serilerini birinci ve ikinci olarak tamamlayan King ve Yefimova, final yarışı için yan yana kulvarlarda yer aldı. İki yüzücü son hazırlıklarını yaparken, King kafasını sola doğru çevirerek rakibine imalı bir bakış attı. Rus yüzücü belki bu bakışı görmedi ama adı anons edildiğinde, tribünlerden yeniden yükselen yuhalamaları duymamasına imkan yoktu. Yarışa iyi bir giriş yapan King’in aksine, Yefimova’nın çıkışı yavaş oldu. İlk turu önde geçen ABD’li sporcu, elli metre dönüşünü de mükemmel yapmıştı. Yefimova ise dayanıklılığı ve yarışın son metrelerindeki hızıyla tanınan bir yüzücüydü. Rus sporcu ikinci elli metrede aradaki farkı kapatmaya başladı. Yine de, King ilk turda yarattığı farkı korumayı başardı ve rakibinin yarım saniye önünde altın madalyaya uzandı. Yarış sonrasındaki basın toplantısında, “Altın madalyayı kazandığım ve bunu temiz şekilde yaptığım için çok mutluyum” diyerek Yefimova’ya bir göndermede daha bulunuyordu. Yefimova ise tam yanında oturuyordu. Rus sporcu ise yarış sonrasındaki basın toplantısı sırasında ağlamaklıydı. Oyunların hem öncesinde hem de oyunlar sırasında yaşadıklarının kendisini çok yıprattığını söylüyordu ve bu süreci bir “kabus” olarak nitelendiriyordu. ABD’li rakibine karşı da tepkisini ortaya koyuyordu. King’in yarışı bir savaşa dönüştürdüğünü söyleyen Rus yüzücü, rakibinin genç olduğunu bildiğini; ancak yine de bazı şeyleri daha iyi anlaması gerektiğini söylüyordu. Rekabetin galibi Lilly King (Vaughn Ridley/Getty Images) İlerleyen yıllarda havuz içindeki rekabetleri devam eden iki sporcu, havuz dışında daha olumlu bir ilişki kurmayı başardı. Hatta 2019 Dünya Şampiyonası’ndaki yarışlarından sonra el de sıkıştılar. 2016’dan sonra başka bir doping cezası almayan Yefimova’yı, King belki de artık kendi dünyasına kabul etmişti. 2016 Rio Olimpiyatları’ndaki rekabetleri ise yıllar geçse de unutulmayacak. King, havuzu ateşe verirken rakibini yaktı; ama kendisi yanmadı. “Az laf, çok iş” deyişini bir kenara iterek, hem çok laf etti hem de çok iş yaptı.

Havuzu Ateşe Vermek

Mart 10, 2021

·

Makale

Blanka Vlašić’e veda

2000’lerin ortasından bu yana yüksek atlamayı takip edenlerin hafızasında yer etmiştir: Koşudan önce ellerini başının üstünde birleştirerek alkış tutar ve tribünleri bir orkestra şefi gibi yönlendirir. Upuzun boyuyla süzülür gibi koşup atlayışını gerçekleştirir ve dans ederek kutlar. Bireyselliği takım sporuna tercih ettiğini söylese de bir şekilde herkesi oyunun içine dâhil etmeyi başaran Blanka Vlašić, Olimpiyat altınına kavuşamadan kariyerini noktaladı. Madalyalarla özdeşleşmek: İsimlerin insanların kaderini etkilediği söylenir. Başarılarla ve madalyalarla özdeşleşen Blanka Vlašić’in adı aslında gerçekten bir madalyaya dayanıyor. Babasının 1983 Akdeniz Oyunları’nda dekatlonda altın madalya kazanmasından birkaç ay sonra doğan Vlašić’in ismi, oyunların düzenlendiği Casablanca’dan ilhamla konmuş. Vlašić büyüklerde ilk uluslararası şampiyonluğunu da 17 yaşında 2001 Akdeniz Oyunları’nda yaşadı. Hastalıklar ve sakatlıklarla bölünen kariyeri boyunca Vlašić; iki Dünya Şampiyonluğu, iki Dünya Salon Şampiyonluğu, bir Avrupa Şampiyonluğu ve bir Akdeniz Oyunları Şampiyonluğu elde etti, Olimpiyatlarda bir gümüş ve bir bronz madalya kazandı. Kaynak: World Athletics İlk tümsek: 2004 Atina Olimpiyatları sonrası henüz 20 yaşındayken yoğun hâlsizlik durumuyla teşhis edilen hipertiroidi sebebiyle geçirdiği ameliyat, Vlašić’in bir yıla yakın bir süre pistlerden uzak kalmasına sebep oldu. 2006’da yeniden podyumlara dönüp madalyalar kazanan Vlašić, Avrupa Atletizm Şampiyonası’ndaki unutulmaz mücadelede 2,01 metre ile Tia Hellebaut, Venelina Veneva and Kajsa Bergqvist’in ardından dördüncü sırayı aldı. Bu, tarihte madalya almayan en yüksek derece olarak kayıtlara geçti. Dominasyon: 2007 sezonu Vlašić’in dominasyonunu hissettirmeye başladığı sezondu. Bu sezonda katıldığı on dokuz açık hava müsabakasının on sekizini kazandı. Dünya Şampiyonası’nda 2,05 ile şampiyon oldu. Aynı yıl Avrupa’da Yılın Kadın Atleti seçildi ve bu ödülü kazanan ilk yüksek atlamacı oldu. 2008’de Pekin Olimpiyatları’nda gümüş madalya kazandı. Ulusal bir müsabakada 2,08 atlayarak tarihin en iyi ikinci derecesini elde etti. Kaynak: Getty Images Geri dönüşler: 2007-2011 arasındaki dominasyonunun ardından geçirdiği aşil tendonu sakatlığı sonrası ameliyat olmaya karar verdi. Gelişen iltihap nedeniyle ekstra bir ameliyat daha geçirmek zorunda kaldı. Bu durum Londra Olimpiyatları’ndan çekilmesine sebep oldu ve 2014’e kadar uluslararası müsabakalardan uzak kaldı. 2014 sonrası yarışlara dönse de sakatlığı onu yoklamaya devam etti. 2016’nın başında bir kez daha ameliyat oldu. Altı ay sonra Rio Olimpiyatları’nda kazandığı bronz madalya, 1980’den bu yana 2 metrenin altında biten ilk olimpik müsabakada geldi. Son umutlar: World Athletics’e verdiği röportajda , motivasyonunu “Olimpiyat altını geri dönmeye çalışma sebeplerimden biri, ama tek sebep değil. Daha söylemek istediğim her şeyi söylemedim,” ifadeleriyle anlatan Vlašić, 2016 Rio Olimpiyatları’ndan sonra bir müsabakaya katılmasa da 2020 Tokyo Olimpiyatları’nda yarışma isteğini gizlemiyordu. Kariyerinde eksik kalan iki başarı vardı: Olimpiyat altını ve tarihin en iyi derecesi. Yarışmasa da resmî olarak emekliliğini açıklamaması bu unvanlar için geri dönebileceği umudunu canlı tutuyordu. Ne var ki mart ayında Vlašić, Tokyo Olimpiyatları’nda yarışmayacağını açıkladı. Babası ve koçu Josko Vlašić , Blanka’nın durumunun çok daha iyi olduğunu ancak henüz 2 metrenin üzerini devamlı bir şekilde göremediğini ve toplamda 166 kere 2 metreyi geçen atletin bu yüksekliğin altında atlamak istemediğini söyledi. Kaynak: World Athletics Veda: Blanka Vlašić, kariyerinin erken dönemlerinden itibaren hastalık ve sakatlıklar sebebiyle pistlerden uzun süre uzak kalsa da her seferinde en yüksek seviyede geri dönmeyi başardı. Şubat ayında emekliliğini açıklayan 37 yaşındaki Vlašić, “Rio'da bronz madalya kazanmadan önce, sporda zaten çok şey yaptığım için birçok kişi bana pes etmemi söyledi. Ama onları dinleseydim, başka bir Olimpiyat madalyası kazanamazdım. Benim için özel bir anlamı olan bir madalya çünkü onu tam anlamıyla tek bir sağlıklı bacakla kazandım,” diyerek pes etmeme üzerine kurulu kariyerini özetliyor. En büyük hedefleri olimpiyat altını ve tarihin en iyi derecesine ulaşamasa da Vlašić'in tarihin en iyi ve en popüler atletlerinden biri olarak hatırlanacağı kesin. “Her sporcu beni anlayacaktır. -Büyük duyguları, fethedilen zirveleri, kendimize karşı zaferleri ve kelimelerle tarif edilemeyecek muhteşem anları geride bırakıyoruz. Ama hepsi bir parçamız olmaya devam ediyor- geleceğe taşıdığımız bir parça. Tüm başarılarımı ve başarısızlıklarımı taşıyıp onları yeni bir hikâyeye yerleştireceğim.”

Blanka Vlašić’e veda

Mart 10, 2021

·

Makale

Hedef

Mustafa Taha Brady Ellison, dünya sıralamasında en uzun süre kesintisiz bir numarada kalan olimpik okçu unvanını elde etti, üç olimpiyat gördü. 32 yaşındaki sporcu, artık olimpiyat altını hayalinin peşinde. Ellison, geçtiğimiz yıl pandemi sürecinde Arizona’daki çiftliğinde günde 300 ok attığı alışılagelmiş düzeninden vazgeçti ve ev işleriyle ilgilenmeye, kendini daha fazla dinlemeye başladı. Bu ona iyi gelmiş olacak ki Ellison sadece Tokyo 2020’de yarışmayı düşünmüyor, Los Angeles 2028’de dahi müsabakalara katılacağına inanıyor. O, Dünya Okçuluk Federasyonu’na Believe Brady Ellison adlı belgeseli çektirecek ve Discovery Channel klasiklerinden MythBusters'a konuk olacak kadar farklı bir spor figürü. İlham verenler: Brady Ellison’ın ilham aldığı kişilerden ilki, bir boğa binicisi olan Lone Frost. Tecrübeli sporcu, Frost’a hayranlığını, onun başarılarının boğa biniciliğindeki seviyenin çok üzerinde olmasına bağlıyor. Ellison, okçuluğu yeni yeni öğrenirken yardımlarını ondan eksik etmeyen, olimpiyat şampiyonu Butch Johnson ise Ellison’ın spora başlama nedeni. Öte yandan ünlü bir spor figürü olarak Tiger Woods, Brady Ellison’a ilham verenler üçlüsünü tamamlıyor. Golf sahasında çok büyük oynamasıyla kendisini etkileyen Woods gibi hükmetmek ve kazanmak istiyor Ellison. Rivayet: Ellison, Rio 2016’dan kısa bir süre sonra sağ elindeki orta parmağında ağrı hissetmeye başlar. Ağrı zamanla parmaklarından koluna yayılarak daha da kötüleşir. Doktorlar, rahatsızlığı 2017 ve 2018’de de devam eden Ellison’a okçuluğu bırakmasını söyler. Sonrasında, Brady’nin kendisi gibi okçuluk sporuyla uğraşan Slovenya doğumlu eşi Toja, ülkesinde bir şifacının Ellison’ın ilaç kullandığı rahatsızlığı tiroid konusunda uzman olduğunu öğrenir. Anlatılana göre şifacı, 2018’de Slovenya’ya yaptıkları seyahatte, daha önce bilgisi olmadığı hâlde Brady’nin sağ elindeki rahatsızlığı fark eder ve bunu Brady’ye söyler. Şifacı elini Brady’nin eline ve sağ koluna koyduğunda Ellison bir rahatlama hisseder. Şifacıyı ziyaretinden üç gün sonra, üç yılda attığı oktan daha fazlasını bir günde atar ve acı hissetmez. Slovenya seyahatlerinde şifacıyı görmeye devam eden Ellison, 2013’ten bu yana dünya sıralamasında ilk kez bir numaraya yükselir. 2019’daki Dünya Şampiyonası’nda ise 1985’ten bu yana şampiyon olan ilk ABD doğumlu okçu olmayı başarır. Olimpiyat madalyaları: Brady, Londra 2012’de ikinci kez olimpiyatlarda mücadele etti ve ilk madalyasını takım müsabakalarında ikinci olarak kazandı. Rio 2016’da madalya kazanabileceğini hisseden Ellison, bunda yanılmayarak kariyerinin ikinci olimpiyat madalyasını, dört yıl öncesinde olduğu gibi yine takım müsabakalarında gümüş madalya kazanarak aldı. Rio 2016’nın dört yıl öncesinden farkı, Brady’nin Londra’ya altın madalya kazanması gerektiğini düşünerek gitmesiydi. Ve Brady, altın madalyayı kaçırmıştı. Rio’ya ise herhangi bir beklenti olmadan gitti. Gümüş kazanacak kadar iyi olduklarını gördü. İlk bireysel olimpiyat madalyasını kazanırken ise üzgündü. Altın madalya için mücadele etmesi gerektiğini düşünüyordu. Ama kazandığı bronz madalya, buruk da olsa onu mutlu ediyordu. Tokyo 2020, Brady Ellison, namıdiğer “Arizona Kovboyu”nun kariyerinin olgunluk dönemindeki ilk olimpiyatı olacak. Elisson, kendisini geride kalan üç olimpiyatta elde edemediği başarıları Tokyo’da elde etmeye, altın madalya hedefini gerçekleştirmeye daha önce hissetmediği kadar hazır hissediyor. Peki olaylar onun istediği gibi gelişecek mi? Bu sorunun cevabı için beş ay daha beklememiz gerekiyor.

Hedef

Mart 17, 2021

·

Makale

Daha iyiye: Yulimar Rojas

1995 yılında Venezuela’nın başkenti Karakas’ta dünyaya gelen Yulimar Rojas bu yıl gerçekleşecek olan Tokyo Olimpiyatları’nda en büyük altın madalya adaylarından biri. Kariyerinde atletizmin farklı alanlarında yarışan sporcu şu an üç adım atlamada yarışıyor. Yaptığı sporda kendini “işçi ve uzağa gitmek isteyen bir savaşçı” olarak tanımlayan Rojas kısa sürede bir dünya markası hâline geldi. Eski olimpiyat şampiyonu olan koçu Iván Pedroso’dan ilham aldığını dile getirirken onun tecrübesinden iyi bir şekilde faydalanıyor. Ülkesinde eş cinsel ilişkiler tanınmazken bir LGBTQI+ birey olarak ülkesindeki çok sayıda insan tarafından destekleniyor. Kısa sürede kendini kanıtlayan sporcu Venezuela’da spor gelişimi için uğraşırken bir yandan da çocuklara destek oluyor. Saf yetenek: Henüz 16 yaşında iken yüksek atlamayla madalya kazanırken belki de gelecekteki rekorlara göz kırpmaya başlamıştı. 2016 yılına gelene kadar yüksek atlama, uzun atlama ve üç adım atlama gibi farklı alanlarda madalyalar kazanarak adını daha çok duyurmuştu. Takvimler Rio Olimpiyatları’nı işaret ettiğinde ise üç adım atlamada yeni bir isim doğmuştu. Rojas 14,98’lik derecesiyle 21 yaşında gümüş madalyaya uzanıyordu. Hırslı ve istekli olan Yulimar’ın bu madalyayla yetinmeyeceği ise kesindi. Fırsat yılı: 2020'de dünyanın pandemiyle sarsılması birçok sporcuyu negatif olarak etkilerken Rojas ise bu durumu değerlendirebileceği kadar iyi değerlendirdi. Sezonun ilk şampiyonasında 15,03 atlayarak Güney Amerika salon rekorunu kırmayı başardı. İlk rekorun ardından ise Rojas için unutulamayacak bir yıl yeni başlıyordu. Dünya Atletizm Kapalı Alan Turu’nda yarışan sporcu finale kalmayı bile şampiyonayı kazanmak gibi görürken 15,43 metre atlayarak dünya kapalı alan rekorunu kırdı. Fakat Rojas için sezon hâlen bitmemişti. Bir yıl içinde kırılan iki rekorun ardından bunun artık taçlandırılması gerekiyordu. Bu iki rekor ödülsüz kalmadı ve Dünya Atletizm Birliği Rojas’ı 2020 yılının kadın atleti seçti. Gelecek: 2020’yi unutulmaz bir yıl olarak geçiren Yulimar Rojas geçtiğimiz yılı 2021 için ilham olarak görüyor. 25 yaşındaki sporcu önünde daha uzun bir kariyer olmasına rağmen şimdiden çoğu başarıyı elde etmiş durumda. Kazanan bir sporcu olmasına rağmen her zaman daha fazlasını istiyor. Şu anda 15,4 metrenin üzerine iki kere çıkan iki kadın sporcudan biri. 2016’daki gümüş madalyasından sonra Tokyo’ya kadar kariyerine dört yeni altın madalya daha sığdıran Rojas bu yılki olimpiyat altınına adeta göz kırpıyor. Başarılı atlet oyunların bir yıl daha ertelenmesini avantaj olarak görürken 2020’yi iyi bir hazırlık yılı olarak geçirdiğini düşünüyor. Temmuz ayına geldiğimizde Yulimar Rojas’ın neler başarabileceğini birlikte izleyeceğiz.

Daha iyiye: Yulimar Rojas

Mart 17, 2021

·

Makale

Şansını beklemek

Mert Aydın Modern Olimpiyat Oyunları sadece dünya savaşları döneminde yapılmadı. Geçen yıl ise bir pandemi sekte vurdu dört yıllık ara rutinine. Eğer pandemi izin verirse bu yaz Tokyo’da binlerce sporcu, büyük hayalin peşinde koşacak. ABD doğumlu 110 metre engelci Grant Holloway geçen yıl Olimpiyat’a dünya şampiyonu unvanıyla gidecekti. Sporcu şimdi Japonya’ya, bu unvanın yanına salon dünya rekortmeni unvanını ekleyerek gidiyor. Rekor: Holloway, yeni Olimpiyat yılının başlangıcında salon sezonuna ağırlık verdi. Yarışmayı özlemişti. 60 metre engellide Dünya Salon Turu’na ağırlığını koydu. Kiev’de, Torun'da ve Madrid’de kazanırken toplamda da bu yılın tur şampiyonu oldu. Madrid’deki yarış, tarihî bir koşuydu. 24 Şubat’ta 23 yaşındaki atlet piste, Britanyalıların çok şey bekledikleri Andrew Pozzi ile çıktı. Finiş çizgisi çekildiğinde Holloway rahat bir zafer kazandığının farkındaydı ama gözü asıl elektronik skorborddaydı. Pozzi’nin 7,48’lik turnuva rekorunun tarihe karıştığını zaten biliyordu ama ya daha ötesi? 7,29. Yeni bir dünya rekoru. 27 yıl önce Sindelfingen’de Britanyalı (daha belirleyici olmak gerekirse Gal) Colin Jackson’ın koştuğu 7,30 artık tarihin en iyi ikinci derecesi. Holloway, dünya şampiyonu bir atletizm süper yıldızı değil sadece. O, bir dünya rekortmeni. İdolünün rekorunu kıran Holloway’e ilk tebrik Jackson’dan geldi, “O kadar çok çalışıyor ki bunu görüyorsunuz. Adım adım bu rekoru kıracağının sinyallerini veriyordu.” Holloway de hedefini yükseğe çekti birdenbire, “Artık sınırım gökyüzü”. Şampiyonluk: Florida Üniversitesi öğrencisi olarak art arda üç NCAA şampiyonluğu vardı Grant Holloway’in. 2019’da Doha’da Dünya Atletizm Şampiyonası’na giderken ondan çok daha favori atletler vardı. Son Olimpiyat şampiyonu Omar McLeod hâlâ en önemli favoriydi. Shubenkov ve Ortega gibi deneyimli rakipler, bu çaylağı yeteneğine rağmen ham yapabilirlerdi. Holloway belki de yanındaki abilerinin bile imrenerek baktıkları bir soğukkanlılıkla engelleri aştı finalde. McLeod’un gerginliği o kadar büyüktü ki art arda üç engeli geçmeye çalışırken hem yarış dışı kaldı hem de Orlando Ortega’yı yolundan etti. Finiş geçildiğinde 13,10 ile altın madalyayı almıştı. Sergey Shubenkov ve Pascal Martinot-Lagarde diğer madalyalara sahip oldu. McLeod’un hatasının kurbanı olan Ortega ise itirazların ardından ikinci bronzu kazandı. Şimdi engelli sprint dünyası yeni bir yıldız kazanmıştı. “Sprint çok güzel. Ama engelli sprint daha seksi” diyen bir yıldız. Aile işi: Grant Holloway’i üniversite yıllarında bir dünya yıldızına çeviren kişi Mike Holloway. Aslında ikisi uzaktan kuzen oluyorlar. Zaten lise yıllarında Grant’i çalıştıran da babası Stan. Anne Latasha’nın da gençliğinde başarılı bir engelci olduğunu bir yerlere not edelim. Grant’in 110 metre engellide en iyi derecesi 12,98. Daha iyisini yapacak yeteneğinin olduğunu herkes biliyor. Holloway, “Dünya rekoru kırarken yakaladığım enerjiyi tamamen yaz sezonuna aktarmam gerekiyor. İlk beş engelde momentumu doğru sağlarsanız geri kalanında işlerin iyi gitme ihtimali daha yüksektir. Olimpiyat, dünya rekoru gibi yeni hedefler konabilir. Ama ben buna bir sınır koymak istemiyorum. Her zaman çıkıp en iyi düzeyde yarışmak istiyorum.” ifadeleriyle iddiasını ortaya koyuyor. Olimpiyat Oyunları farklı bir düzey. 110 metre engelli her zaman sürprizlere açık bir dal. Holloway yılın en formda atleti olarak Tokyo’ya gitmenin yeterli olmadığının farkında. Engellerin canı bazen sürprizler olsun ister. Grant’in bir başka görevi de o engelleri kızdırmamak olacak herhalde.

Şansını beklemek

Mart 17, 2021

·

Makale

Tarihe ortak olmak

Spora futbolla başlayan ve kardeşlerinin etkisiyle hayatını yüzmeye adayan, günümüzün en iyi serbest stil yüzücülerinden Caeleb Dressel için madalya sayısı değil, her geçen gün daha iyiye gidebilmek önemli. Çünkü o, kendine bir hedef belirleyip sıkı çalışarak bu hedeflerin ötesinde bir performans göstermenin keyfini seviyor. Rekorlar kıran ve yer aldığı her takıma başarısıyla destek veren yıldızın, Tokyo’da Michael Phelps’in tek olimpiyatta sekiz altın madalya rekoruna ortak olacağı tahmin ediliyor. Mücadeleye hazır: Caeleb Dressel, 2017 FINA Dünya Şampiyonası’nda bir gün içinde üç altın madalya kazanarak bir ilke imza attı. 2019 FINA Dünya Şampiyonası’nda ise Michael Phelps’in on yıllık 100 metre kelebek derecesini 0,32 saniye geliştirerek dünya rekorunun yeni sahibi oldu ve tek şampiyonada sekiz madalya kazanan ilk yüzücü olarak tarihe geçti. Mücadelenin kendisi için basitleşmesini istemediğini ve rekabet edecek biri önünde olduğunda hızlanmak için her zaman hazır olduğunu belirten sporcu, takdir edilesi gayretiyle kazandığı başarıların üzerine eklemeye devam ederken geride bıraktığı sezonlarla da yüzme dünyasının yeni öncü yeteneği olma yolunda ilerliyor. Çok yönlü: Başarılı yüzücü, serbest ve kelebek stillerinde kırdığı rekorlarla tanınsa da sırt ve kurbağalama stillerinde de etkileyici dereceler elde ediyor. Örneğin yüzücülerin hem yeteneklerini gösterebildikleri hem de eğlendikleri bir oyun alanı olarak gördüğü 2020 Uluslararası Yüzme Ligi’nde (ISL) 100 metre bireysel karışık dünya rekorunu kırdı. Yine aynı organizasyonda, millî yüzücü Emre Sakçı ile 50 metre kurbağalama ikili finalinde mücadele etti. Püf noktası: Yüzme branşında hızı etkileyen tek element fiziksel güç olmadığından, kaldırma kuvvetinden en iyi şekilde yararlanarak suda sürüklenebilmek gerekiyor. Yani kullanılan teknik kadar, suya girişler ve suda dönüşler de gelecek derecenin gelişmesini sağlıyor. Caeleb Dressel da v ücudunun duruşuyla karşılaştığı direnci azaltarak harcadığı enerjiyi kontrol edebiliyor ve su altında da güçlü dolphin ayak vuruşlarıyla hız kazanıyor. Enerjisini sudaki hareketini geliştirmeye harcadığını belirten sporcu, zihinsel açıdan da kendini hazırlayarak istikrarı yakaladığı altın yıllarını yaşıyor. Olimpiyatlara doğru: Dressel, 20 yaşındayken çıktığı ilk olimpiyat yolculuğu Rio’da 4x100 serbest stilde takım arkadaşı Michael Phelps’le aynı podyumu paylaştığından bu yana ona meydan okuyor. Zamanın en iyi yüzücüsü olarak görülen rakibinin yokluğunda, 2020 Tokyo Olimpiyatları’nın yeni Michael Phelps’i Caeleb Dressel olarak görülüyor. Tecrübeli yüzücü Phelps de fark yaratan performansıyla Dressel’in rekorlarına yenisini ekleyerek mirası devralacağına inanıyor.

Tarihe ortak olmak

Mart 17, 2021

·

Makale

Erken emekli bir yıldız: Steffi Graf

Kort dışında utangaç ve mütevazı ama korta çıkınca bir o kadar güçlü ve azimli bir karakter Steffi Graf. Kariyeri boyunca çok az tenisçinin ulaşabildiği başarılar elde etmiş, genç yaşında kortlarda dev performanslar sergilemiş de olsa klasik “yıldız sporcu” ihtişamına sahip olmayan bir yıldız. Hızlı yükseliş: “Andre Agassi-Pete Sampras rekabeti erkekler tenisini domine ediyor ama kadınlar tenisinde şu anda yalnızca Steffi, Steffi ve Steffi var”. 1995’te Steffi Graf’ı konu edinen 60 Minutes programı bu sözlerle başlıyor. 13 yaşında profesyonel tenise adım atan Steffi Graf, ilk Grand Slam şampiyonluğunu 17 yaşında, Martina Navratilova’yı yenerek kazandığı ilk Roland Garros kupasıyla elde etti. Toprakta gelen bu başarıyı Wimbledon ve Amerika Açık finaliyle devam ettiren Graf güçlü forehand’i , kusursuz ayak çalışması ve agresif baseline oyunuyla tüm zeminlerde iddialı bir oyun sergiliyordu. Tarihî rekorlar: Bugün “tarihin en iyisi” tartışmalarına konu olan pek çok ismin aksine Steffi Graf 30 yaşında kariyerini noktaladı. Buna rağmen kadın-erkek tüm tenisçiler arasında pek çok rekorun sahibi. Kariyerini 900-115’lik bir galibiyet oranıyla tamamlayan ve toplamda 107 kupa kazanan Graf, 377 haftayla en uzun süre 1 numarada kalma rekoru nu hâlâ elinde tutuyor. Ayrıca 22 Grand Slam şampiyonluğuyla açık dönemde Serena Williams’ın ardından ikinci konumda. Golden Slam: 1988 sezonu sadece Steffi Graf için değil, tenis tarihi için de özel bir sezon. Steffi Graf, 1988 sezonunda teklerde Avustralya Açık, Roland Garros, Wimbledon ve Amerika Açık’ı kazanmakla kalmayıp Seul’de düzenlenen Olimpiyat Oyunları’nda da altın madalya kazanarak Golden Slam elde eden tarihteki tek tenisçi konumunda. Üstelik bu başarı Avustralya Açık’ta Chris Evert, Roland Garros’ta Natasha Zvereva, Wimbledon’da Martina Navratilova, Amerika Açık ve Seoul Olimpiyat Oyunları’nda Gabriela Sabatini gibi önemli isimleri yenerek kazanıldığı için oldukça değerli. Graf’ın Golden Slam elde ettiği sezonda çiftlerde Wimbledon şampiyonluğu da kazandığını hatırlatmakta fayda var. Bir hayran ne kadar ileriye gidebilir? 1993 yılında Hamburg’da düzenlenen bir turnuvada saha değişimi arası verildiğinde tribünlerden gelen bir kişi 19 yaşındaki dünya 1 numarası Monica Seles’i omzundan bıçakladı. Bu kişi ifadesinde Steffi Graf hayranı olduğunu ve Seles’in 1 numarada kalmasını engellemek istediğini söyledi. Graf’ın kariyerindeki en sarsıcı olaylardan biri olsa da yaşananlar gerçekten Seles’in uzun süre kortlardan uzak kalmasına neden oldu ve Steffi Graf yeniden 1 numarayı elde etti. İkinci hayat: 1995 yılında babasının vergi kaçakçılığından tutuklanmasıyla yaşadığı ailevi problemler Graf’i oldukça sarstı. Sırtından yaşadığı kronik sakatlığa diz problemleri de eklenen Graf, 1997’de ilk defa Slam şampiyonluğu kazanamadığı sezonun ardından arka arkaya ameliyatlar geçirdi. 1999 yılında kazandığı Roland Garros, kariyerinin son şampiyonluğu ancak yeni hayatının da başlangıcıydı. Aynı yıl erkeklerde şampiyon olan Andre Agassi ile ilişkisinin temelleri bu turnuvada atıldı. 30 yaşındaki dünya 3 numarası kısa bir süre sonra “Teniste yapmak istediğim her şeyi yaptım” diyerek emekliliğini açıkladı. Tenisi bıraktıktan sonra kendisini ailesine ve Children for Tomorrow adıyla kurduğu derneğine adayan Graf, artık kortlardan uzak yeni hayatının keyfini çıkarıyor. Kapak Görseli: Batuhan Çetin

Erken emekli bir yıldız: Steffi Graf

Nisan 2, 2021

·

Makale

Sudaki kan maçı

Mustafa Taha Melbourne kenti 1956’da dünyanın odak noktasıydı çünkü olimpiyat oyunlarına ev sahipliği yapıyordu. Bugün ise 1956 Melbourne denilince akla 6 Aralık’ta Macaristan ile Sovyetler Birliği arasında oynanan sutopu yarı final maçı, namı diğer “Sudaki kan maçı (Blood in the water)” gelir. Çünkü hakkında iki film yapılan bu maç, olimpik bir müsabakadan daha fazlasını, Macaristan’ın Sovyet yönetimine karşı mücadelesini sembolize ediyordu. İşgal: Öğrenciler tarafından bir ayaklanma başlatıldı. Sovyet tankları ve birlikleri Macaristan’a girip Budapeşte’deki Sovyet karşıtı ayaklanmayı acımasızca bastırdı. Şehir kanlı bir kargaşanın içerisinde kaldı. 23 Ekim’den 10 Kasım’a kadar süren ayaklanmalarda binlerce kişi vuruldu. 200 bin kişi evlerinden olarak ABD’ye ya da Batı Avrupa’ya kaçmak zorunda kaldı. Öncesi: Olimpiyata gidecek Macar sporcular Budapeşte dışında büyük bir evde tutuluyordu. Macar sutopu takımı ülkede yaşanılan ayaklanmadan habersiz bir şekilde, Çekoslovakya’da kamptaydı. Yaşanılanları, olimpiyat için geldikleri Melbourne’de öğrendiler. Macar Başbakanı Imre Nagy, sporcuların özgür bir Macaristan’ı temsil ederek Avustralya’ya gideceğini söyledi. 1 Kasım’da yola çıkan sporcular dolambaçlı bir yolla üç hafta sonra Melbourne’e ulaştı. Bu süreçte Nagy, Varşova Paktı’nda çekildi ve bağımsızlık ilan etti. Olimpiyat’ın açılış günü Imre Nagy, Sovyetlerce tutuklandı. Daha sonra ise ihanetten yargılanıp gizlice idam edilecekti. Macar Olimpiyat takımıyla birlikte Melbourne’e varan su topu takımını kalabalık bir Macar topluluğu karşıladı. Macaristan marşını söyleyerek onların ülkelerine geri dönmemeleri için yalvardılar. Heidelberg’deki Olimpiyat Köyü’nde Macaristan bayrağı Sovyetler Birliği’nin simgesi olan orak ve çekiç ile tahrif edilmişti. Yeni bir Macar bayrağı sipariş edildi ve bu bayrak, Olimpiyat Köyü’nde göndere çekildi. Rekabet: Macaristan, o dönemde sutopunun en iyisiydi. 1932, 1936 ve 1952 olimpiyatlarının şampiyonluk apoletini taşıyordu. Sutopu, futbolun ardından ülkedeki ikinci popüler spordu. Melbourne’deki maçtan birkaç ay önce Moskova’da bir hazırlık maçı oynandı. Hakemler sayesinde ev sahibi takım maçı kazandı. Ardından Macaristan’daki bir başka maçta ise Sovyetler Birliği tanıtılırken Macar taraftarlar arkalarını döndü ve Sovyetler Birliği marşını ıslıkladı. Sovyet takımında yer alan Viktor Ageyev 2002’de verdiği bir röportajda, Macar takımı için, “Onlar bizim idollerimizdi. Bizden çok daha iyiydiler.” diyecekti. Kaynak: Herald Sun Maç: Macarlar, bir aydır antrenman yapmamıştı. Takımdaki oyunculardan Kalman Markovits, o dönem devrim niteliğinde olan alan savunmasını geliştirdi. Macarlar maçlarını rahat kazanıyordu. Olaylı maç öncesinde Macar takımının kaptanı Dezso Gyarmati, Sovyet takım kaptanı ile el sıkışmayı reddediyordu. Macarlar faul yapma noktasında rakipleriyle fiziksel temas kurmaktan kaçınmıyordu. 2012’de hayatını kaybeden Macar sutopu takımının yıldız ismi ve maçta akılda en fazla kalan olayın kahramanı Ervin Zador, maçla ilgili olarak oyun planlarının Rus oyuncuları sözlü olarak kışkırtmak olduğunu söylüyordu. Bunun amacı da onları öfkelendirip kavga etmelerini sağlamaktı. Bunda da başarılı oldular. Havuzda yaşanılan kavgaların ardından Macaristan ve Sovyetler Birliği’nden beş oyuncu hakem kararıyla havuzdan çıkarıldı. Macaristan son çeyrekte 4-0 öndeydi. Maçın bitiş düdüğünden önce Sovyet oyuncu Valentin Prokopov, Zador’un gözüne yumruk indirdi. Zador kanlar içinde havuzdan çıkarken Macarlar ve seyirciler bariyerlerden atlayarak Sovyet takımına doğru koştu. Maçı izleyen ABD’li bir seyirciye göre Prokopov’un yaptığı faul kasıtlı değildi. Avustralya polisi, olayların daha da büyümemesi için Sovyetler Birliği takımına eşlik etti. Sonrası: Macar sutopu takımı oyuncuları evlerine dönmek ile Melbourne’de sığınma talebinde bulunmak arasında kaldılar. Bunun neticesinde takımın yarısı Macaristan’a dönmedi. Olimpiyat oyunları sona erdikten sonra Ervin Zador, ABD’ye mülteci olarak sığındı ve Kuzey Kaliforniya’ya yerleşti, yüzme antrenörlüğü yapmaya başladı. Sinema: Quentin Tarantino, 2006’da Lucy Lui ile yapımcılığını üstlendiğini “Freedom’s Fury” belgeselinin ardından maçı, “şimdiye kadar anlatılmamış en iyi hikaye olarak” nitelendirdi. Belgeselin yönetmeni Colin Gray’e göreyse, her iki takım da koşulların kurbanıydı ve gerçekte her iki ülke de aynı ideoloji tarafından hapsedilmişti.

Sudaki kan maçı

Nisan 21, 2021

·

Makale

Sırlar ve yalanlar

Kaan Demirel “Ormanda yaklaşık 25 kilometre kadar gidersiniz ve sonra bu yeşil kapıyı görürsünüz. O zaman çiftliğe geldiğinizi anlarsınız…” 2012 Londra’da altın madalya kazanan Jordyn Wieber, neredeyse yirmi yıl boyunca ABD jimnastiğine sporcu yetiştiren ve ülkenin bu sporda hegemonya kurmasını sağlayan Karolyi Çiftliği’ne geldiği anı bu sözlerle anlatıyordu. ABD’nin en iyi jimnastikçileri neredeyse yirmi yıl boyunca o yeşil kapının ardında yetişti. Hazırladıkları bir çantayla evlerinden ayrılıp Teksas’ın çorak arazisinde konuşlanmış bir çiftliğe doğru yola çıktılar. Aylarca burada yaşadılar. Bu yolda, olimpiyat altın madalyaları olacaktı. Ve… Spor tarihinin en büyük taciz skandalı. Béla ve Márta Károlyi, Macaristan’da doğmuş ve Romanya’da yetişmiş iki jimnastik antrenörü. Karolyi’ler, koçluk kariyerlerinin başında Romanya’da bir antrenman merkezi kurmuştu. Hatta bu merkezin mezunlarından biri Nadia Comăneci ’ydi, artistik jimnastik denilince herkesin aklına gelen ilk efsane. Fakat diktatör Çavuşesku’nun boyunduruğu altında yaşayan Károlyi’ler, yetkililerle sıkça çatışıyordu. Çareyi ABD'ye sığınmakta buldular. 1983'te ABD'ye geldikten sonra Sam Houston Ulusal Ormanı'nın kırk dönümlük arazisini satın aldılar. Bir yıl sonra jimnastik tesisleri ve çeşitli kabinler inşa edildi, çiftlik yaz kampı için kullanılır hâle getirildi. Mary Lou Retton, 1984 Los Angeles’ta altın madalya kazandıktan sonra çiftlikteki sporcu sayısı hızla yükseldi. Çiftlikteki sporcu sayısıyla olimpiyatlarda kazanılan madalyaların sayısı doğru orantılı olarak artıyordu. Ancak 2016 yılında spor tarihinin en büyük skandallarından biri gün yüzüne çıktı. Kaynak: CNN Eylül 2016’da, The Indianapolis Star gazetesi, iki kadın sporcunun, ABD jimnastik takımı doktoru tarafından taciz edildiğiyle ilgili haberler yayımladı. Ardından 265 kadın sporcu, Larry Nassar’ın kendilerini de taciz ettiğini tüm dünyaya anlattı. Sporcular, mücadeleye resmî kanallar aracılığıyla devam ettiler. Nassar, yüzlerce kadını taciz etmekle suçlandı. Sadece o da değil, 2012 Londra’da mücadele eden kadın jimnastik millî takımının antrenörü John Geddert da suçlananlar arasındaydı. Nassar, Geddert’ın spor salonunu sıkça kullanıyordu. ABD jimnastiğinin CEO’su Steve Penny de çiftlikteki birtakım belgeleri yok etmekle suçlanmıştı. Kaynak: CBS News Skandal, 2016’da ortaya çıkmıştı ama perde arkası epey genişti. Öyle ki tacizler, 1990’ların sonunda başlamıştı. Geç duyulmasının sebebi, başarıların arka arkaya gelmesiyle birlikte yetkililerin yirmi yıl boyunca üç maymunu oynamasıydı. Yaşananları bildikleri ve göz yumdukları için Károlyi çiftine de dava açılmıştı. Ocak 2018'de Simone Biles da Nassar tarafından taciz edilenler arasında olduğunu söylerken şu çarpıcı cümleyi ekledi: “Bu deneyimleri yeniden yaşamak inanılmaz derecede zor. Şimdi 2020 Tokyo için çalışırken sürekli olarak aynı eğitim merkezine geri dönmem gerektiğini düşünmek kalbimi daha da acıtıyor.” Bu açıklamadan birkaç gün sonra tesisler kalıcı olarak kapatıldı. ABD Jimnastik Millî Takımı, geçtiğimiz yirmi yılda sayısız madalya kazandı. Ama bu uğurda antrenöründen doktoruna hemen herkes “Zafere giden yolda her şey mübahtır” anlayışını benimsedi. Ve ne yazık ki Nassar Davası dışında bu süreçle gerektiği kadar yüzleşilmedi. Çiftlik, sırlarıyla birlikte tarihe gömüldü. Biles’ın dediği gibi: “Hiç kimse eylemleri ve yaptıkları için hesap vermeyi kabul etmedi ve bunun bir daha asla olmayacağına dair güvence vermedi.”

Sırlar ve yalanlar

Nisan 21, 2021

·

Makale

Müziğin doping etkisi

Müziğin fiziksel performans üzerinde ölçülebilir etkisi tartışmalı olabilir, fakat rutin görünen görevleri zevkli hâle getirdiği de bir gerçek. Müzik, bol tekrarlı antrenmanların eğlencesi olurken sporcuların ritimle dengelenerek doğru zamanlama kabiliyeti kazanmasının yanı sıra bütünleştirici etkisiyle daha motive çalışmalarına öncülük eder. Olimpiyatlarda suya gireceği ana kadar müzik dinlemeyi ritüel hâline getirmiş yüzücü Michael Phelps’e yarıştan önce neleri dinlediği sıkça sorulur. Müziğin üzerindeki etkisini Rolling Stones dergisine verdiği röportajda şarkılarla açıklayan Phelps, 2016 Rio Olimpiyatlarında meşhur yüz ifadesi sırasında Future'ın “Stick Talk”unu dinlediğini söylemişti. Spor psikolojisi üzerine çalışan Dr. Costas Karageorghis; egzersiz yaparken müzik dinlemenin algılanan efor oranını %12 azaltabileceğini; dayanıklılığı ise %15 artırabileceğini ifade etmişti. Fiziksel hareketi taklit eden sözler içeren şarkıların sporcunun beyninin kas hafızasının oluşmasına yardım edebileceğini belirten araştırmacı; Salt -N- Pepa’nın "Push it"inin, gülle atma veya bir şeyin itilmesini gerektiren egzersizler için mükemmel bir şarkı olduğunu söyledi. Müzik; kanın oksijen taşımasına, dağıtım sistemini iyileştirmeye ve muhtemelen bir sporcuyu motive etmeye yardımcı olur diyen bir diğer araştırmacı Dr. Alexei Koudinov’un 2008 Pekin Olimpiyatları'nda yüzme dalındaki bütün madalyaların neden geçersiz olduğuna dair makalesine buradan ulaşabilirsiniz. Kaynak: Lens Life Photography Müziğin atletik performansı artırdığını, nasıl performans göstereceğinizi ve sonucun ne olacağını görselleştirmenize, yani imgeleminize katkı verebileceğini gösteren çalışmalar da var. Sporcunun hedeflediği şeye ulaştığını zihninde sürekli canlandırması onu mental olarak çalıştırır, sonuca hazırlar. Müzik böyle durumlarda nasıl rekabet edeceklerini ve rekabetten sonra sonucun ne olacağını görselleştirmeye yardımcı olur. Uzun atlamacı Brittney Reese Rio Olimpiyatları'nda, olimpiyat halkalarını simgelediğini düşündüğü için Drake’ten “Big Rings”i dinlediğini söyledi. Olimpiyatların açılış törenlerinde kahramanlık temalı şarkılar herkesin tutkusunu daha da artırmak için kullanılıyor. Bu nedenle 2012 Londra Olimpiyatları'nın açılış töreninde David Bowie’nin “Heroes”unun kullanılması tesadüf değildi. Spor ve müziğin birleştiği noktada kişinin oyununda bu birliktelikle sinerji oluşturması mümkün, çünkü spor ve müzik ortak bir güce dönüşür. Bilim; bu iki disiplin arasındaki ilişki motivasyona dönüştüğünde ortaya çıkan etkinin doping etkisi olabileceğini söylüyor. Müziğin sporcularda doping etkisi yaratıp yaratmadığı, yaratıyorsa da ne derecede yarattığı bilimin tartışacağı bir durum. Fakat sevdiğimiz sporcuların müzik zevklerini bilmek onlarla bir ortaklık kurmamızı sağlar. 2012 olimpiyatlarında altın madalya kazanan bisikletçi Laura Trott’un motive olduğu şarkıysa Bruce Springsteen’den “No Surrender”. Sporcular arasında Eminem’den sonraki en popüler isim Springsteen. Michael Phelps, Aly Raisman, Simon Biles, Kelley Hurley, Jason Rogers, Dame Kelly Holmes, Audley Harrison’ın dinlediklerinden oluşan çalma listesine buradan ulaşabilirsiniz. Serbest Atış ekibinden Burcu Biçer'in diğer yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.

Müziğin doping etkisi

Nisan 21, 2021

·

Makale

Tarihin en kirli yarışı

Mert Aydın Olimpiyat tarihinde yaşanan nice skandal var. Ancak dünya sporunu derinden sarsan ve en önemlisi milat olarak kabul edilen çok fazla hikaye yok. Doping geçmişte de sporun içinden çıkartılmak istenen bir kirdi. Fakat 1988’de Seul Olimpiyat Oyunları'nda Kanadalı sprinter Ben Johnson’ın dopingle yakalanması belki de bu illetle daha modern yöntemlerle mücadele etme anlamında bir başlangıç oldu. Başlangıç: Jamaika doğumlu Ben Johnson 1976 yılında ailesiyle birlikte Kanada’ya göç ettiğinde 15 yaşında bile değildi. Ağabeyinin teşvikiyle atletizme başladı. Koç Charlie Francis, ondaki yeteneği hemen fark etmişti. Ben 18 yaşını doldurduğunda Francis, Johnson’a hayatını değiştirecek 2 soru sordu. Soru 1: Uluslararası atletizme girmek istiyor musun? Yanıt evet olunca soru 2 geldi: “Yarışlara rakiplerinle aynı hizada mı başlamak istersin yoksa 1 metre arkalarında mı?”. Yanıt belliydi. Johnson kısa sürede kendisini göstermeye başladı. 1982 Commonwealth Oyunları'nda 2 gümüş madalya aldı. 1983 Dünya Şampiyonası parlak geçmese de 1984 Los Angeles Olimpiyatları'nda 100 metrede bronz madalya elde etti. Altını kazanan Amerikalı Carl Lewis, Kanadalı atletin ileride tehdit oluşturacağını düşünmüyordu. Kaynak: CNN Zirveye doğru: 1985’te Johnson ilk kez geçti Lewis’i. 1986’da hem Lewis’i İyi Niyet Oyunlarında geçti hem de 60 metrede salon dünya rekorunu kırdı. Artık pistlerde Ben Johnson rüzgarı esiyordu. Ancak Kanada takımının içinde steroid kullananlar olduğu dedikoduları ortalıkta dolaşıyordu. 1987’de Roma’da düzenlenen Dünya Atletizm Şampiyonası'nda fırtına koptu. Ben Johnson 9.83 ile inanılması güç bir dünya rekoruna imza attı. Rakibini zoraki tebrik eden Carl Lewis ilerleyen günlerde Johnson’ın doping yaptığını ima ediyordu. Adeta iki büyük sprinter arasında söz düellosu başlamıştı. Johnson, “Carl beni geçerken sesim çıkmıyordu. Birileri çıkıp beni geçecek ve ben saygı duyacağım” diyordu. Herkesin gözü Seul’deydi. Olimpiyatlarda dünyanın en hızlı adamı kim olacaktı? Skandal: 24 Eylül 1988. Kimine göre tarihin en kirli yarışı. Finalde yarışan 8 atletten 6’sında ilerleyen yıllarda doping çıkacaktı. Ben Johnson inanılmaz bir yarış çıkardı. Finiş çizgisini farklı şekilde önde geçtiği sırada kronometre 9.79’u gösteriyordu. Sporseverlerin gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Carl Lewis ikinci olmuştu. Zoraki bir tebrikten sonra ortalıktan yok oldu Amerikalı. 2 gün sonra bir haber sızdı medyaya. Hangi spor dalında olduğu belirtilmeden bir şampiyonda doping bulunduğu söyleniyordu. Ardından acı haber geldi. Johnson’ın vücudunda stanozolol isimli anabolik steroid bulunmuştu. Daha sonra Johnson, doping kullandığını itiraf etse de testte birtakım şüpheli şeyler de dönmüştü. Bu arada şampiyonluk Carl Lewis’e gitmiş Johnson’ın geçmiş dereceleri de iptal edilmişti. Sanki Ben Johnson hiç yarışmamış, hiç koşmamıştı. Kaynak: Simon Bruty/Allsport Savaş: 1991’de cezası biten Johnson 1993’te yine dopingle yakalandı. Ömür boyu men aldı ama buna itiraz etti. 1999’da itirazı kabul edildi. Bu kez kimse onunla yarışmak istemedi. Tek başına yarışırken bile tekrar dopingle yakalandı ve spor yaşamı resmen bitti. Kaddafi’nin oğlunun kişisel antrenörlüğünü yapmak gibi acayip işlerle uğraştı. Diğer yandan dopingle mücadele daha ciddi bir hal aldı. Hırsız-polis oyununda geride kalmamak için daha organize çalışılması gerektiği anlaşıldı. Ve 1999’da WADA yani Dünya Anti Doping Ajansı kuruldu.

Tarihin en kirli yarışı

Nisan 21, 2021

·

Makale

Türkiye’de cimnastiğin gelişimi

Geçmişte cimnastik branşında çok fazla var olmayan Türkiye nasıl bir anda uluslararası başarılar elde edip podyumun dışında kaldığımızda üzüldüğümüz bir branş hâline geldi? Aslında tüm bu başarılar planlı bir ilerlemenin meyvesi. İlk temsil Türkiye’nin ilk olimpik sporcusu Aleko Mulos, Galatasaray Lisesi öğrencisidir ve Tatavla Heraklis Jimnastik Kulübü (günümüzde Kurtuluş Spor Kulübü) sporcusudur. İstanbul ziyareti sırasında tercümanlığını yaptığı Modern Olimpiyat Oyunları’nın kurucusu Baron Pierre de Coubertin’in daveti üzerine 1908 Londra Olimpiyatları’na katılır ve Türkiye adıyla katılım gösteren Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk olimpik temsilini cimnastik dalında sergiler. En yüksek olimpik katılım Cimnastik branşında yeniden olimpiyatlara dönmemiz anca bu tarihten 104 yıl sonra aynı yerde, 2012 Londra Olimpiyatları’nda denge aletinde yarışan Göksu Üçtaş Şanlı ile oldu. 2016 Rio Olimpiyatları’nda Ferhat Arıcan ve Tutya Yılmaz Olimpiyat’a katılmaya hak kazandı. 2020 Tokyo Olimpiyatları için Türkiye Cimnastik Federasyonu’nun hedefi önceki yılların üzerine çıkmaktı. Avrupa ve dünya şampiyonalarında elde edilen başarıların ardından Türkiye, Tokyo Olimpiyatları’na erkeklerde İ brahim Çolak, Ferhat Arıcan, Ahmet Önder ve Adem Asil, kadınlarda Nazlı Savranbaşı olmak üzere toplam beş sporcuyla katılacak. Cimnastiğin yeniden doğuşu 2012 yılında Türkiye Cimnastik Federasyonu Başkanlığına gelen Suat Çelen, Türkiye’nin cimnastikteki gelişimi söz konusu olduğunda adı en çok geçen isimlerin başında geliyor. Kendisi de eski bir cimnastik sporcusu olan Çelen, son yıllarda gelen başarının arkasında iyi bir planlama olduğunu belirtiyor. Çelen, başarı formülünü aşağıdaki sözlerle açıklıyor: “Önce hayal kurduk, sonra onlara inandık ve bir aile olarak başarıyı yakaladık. Göksu ile Ümit dışındaki sporcularımız daha çok genç. 2028’de ciddi bir takım çıkarabiliriz. Yeter ki hocalarımızın, sporcularımızın isteklerini karşılayabilelim.” Ayrıca Türkiye’de cimnastik sporunun tabana yayılması konusunda da çalışmalar yapılıyor. 2012 yılında yalnız 1200 lisanslı sporcunun olduğu cimnastik artık 81 ilde 120 bin sporcuya yayılmış durumda. Madalya adayı sporcular için 8 yıllık planlar yapılıyor. Üst üste gelen başarılar Artistik Cimnastik Millî Takımların son dönemdeki başarıları bu planlı ilerlemenin meyveleri olarak görülebilir. Aktif olarak yarışan en yaşlı cimnastikçilerden olan Ümit Şamiloğlu’nun barfiks aletinde Akdeniz Oyunları şampiyonluğu ve FIG Artistik Cimnastik Dünya Kupası müsabakalarında 8 altın madalyası bulunuyor. 2013’te sakatlık sebebiyle bıraktığı cimnastiğe 2016 yılında geri dönen Göksu Üçtaş Şanlı 2018 Akdeniz Oyunları ve 2020 Avrupa Şampiyonası’nda yer aletlerinde gümüş madalya kazandı. Dünya Şampiyonu cimnastikçi İbrahim Çolak 2020’de Mersin’de bir de Avrupa Şampiyonluğu elde etti. Geçtiğimiz hafta sonu yapılan 2021 Avrupa Artistik Cimnastik Şampiyonası’nda Ferhat Arıcan paralel bar aletinde Avrupa Şampiyonu unvanını korudu. Adem Asil olimpiyat kotası elde etti ve barfiks aletinde bronz madalya kazandı. Ahmet Önder ise genel tasnif finalinde Avrupa dördüncüsü oldu. Devlet ve özel sektör desteği Türkiye Jimnastik Federasyonu Gençlik ve Spor Bakanlığı’nın yakından takip ettiği ve bizzat bakan düzeyinde destek verdiği federasyonlardan biri. Özellikle millî takımdaki sporcuların ve antrenörlerin istekleri ve ihtiyaçları kendisi de sporun içinden gelen Federasyon Başkanı Suat Çelen’in de desteğiyle titizlikle karşılanıyor. Türkiye Millî Olimpiyat Komitesi de olimpiyat yolunda sporcuları destekliyor. İbrahim Çolak, Ferhat Arıcan, Ahmet Önder gibi kendi branşlarında yıldızlaşmış isimler marka iş birlikleriyle de gündeme gelip kişisel markalarını oluşturma yolunda adım atıyor. Gelecek parlak Hâlihazırda başarılarıyla bu jenerasyon oldukça genç ancak onlardan sonra gelecek nesiller de şimdiden gençler müsabakalarında göz dolduruyor. Bu sporcular Tokyo Olimpiyatları’na yalnızca katılmak için değil, madalya için gidiyor ve Tokyo’dan madalyalarla dönmeleri çok olası.

Türkiye’de cimnastiğin gelişimi

Nisan 26, 2021

·

Makale

Fenomen

ABD’li jimnastikçi, 2012 Londra Olimpiyatları’nda atlama masasında gümüş madalya aldığında mutlu değildi. Aklında sadece hareketi sırasında düşmesi ve altın madalyayı kaybetmesi vardı. Olimpiyat Köyü’ndeki odasına dönene kadar da tüm dünyanın madalya töreni sırasında verdiği reaksiyona olan tepkisinden bihaberdi. Babasından bir SMS aldı ve kısa bir internet araması sonrasında yaptığı mimiğin bir internet virali haline geldiğini gördü: “McKayla is not impressed” (McKayla etkilenmedi.) Maroney’nin yüz ifadesi; kraliyet düğünü, Usain Bolt ve Mars’taki keşif aracı Rover gibi pek çok etkileyici insan ve olayın fotoğrafına montajlanmıştı. Aylarca bu ifade birçok insan tarafından tekrarlandı. ABD Başkanı Barack Obama bile bu modaya karşı kayıtsız kalamadı ve ABD Jimnastik Takımı’nın Beyaz Saray ziyareti sırasında Maroney ile bu ifadeyi yeniden canlandırdı. Yıl sonunda fotoğraf, Yahoo’nun 2012’nin en viral fotoğrafları sıralamasında ilk sırada yer alıyordu. Maroney, bir internet virali haline gelmesini performansı sırasında düşmesi kadar önemsemedi. “İki saniyeliğine bu yüz ifadesini yaptığımı hatırlıyorum. Yani, eğer videoyu izlerseniz, sadece iki saniye. Ve daha sonra düşündüğümü hatırlıyorum: “Az önce somurttum mu?” Bu, sürekli yaptığım, benim için çok doğal bir mimik. Yüzümde bu ifadenin olduğu küçüklük fotoğraflarım var.” Düşüşü sonrası beş gece gözüne uyku girmediğini ve kafasında sürekli bu pozisyonu tekrar ettiğini söyleyen Maroney, “Üzgündüm ve memnun değildim.” diyerek hayal kırıklığını açıklarken, aslında yüz ifadesinin de bu hayal kırıklığının dışa vurumu olduğunu ima etmiş oldu. Vahşi McKayla Maroney’nin ikinciliğinden duyduğu memnuniyetsizlik bir internet fenomeni haline gelse de, genç jimnastikçinin ABD gibi “ikinciysen sonuncusundur” mottosunu şiar edinmiş bir ülke için bile bir kaybeden olduğunu söylemek mümkün değil. Bireysel olarak, performansı sırasında düşmesine rağmen, kazandığı gümüş madalya bir tarafa, Maroney aynı zamanda takım performansıyla 2012’de altın madalya da kazandı. Olimpiyat elemelerinde Gabby Douglas, Aly Raisman, Kyla Ross ve Jordyn Wieber ile birlikte ABD Olimpiyat Takımı’na seçildi. Yaşları 15 ve 18 arasında değişen bu beş genç sporcu, çocukluklarından beri yakın arkadaştılar. Sporculara ve takımlara takma adlar vermeyi seven ABD medyası, kısa sürede takıma “Fab Five” (Muhteşem Beşli) adını verdi. Eski bir NBA yıldızı olan Jalen Rose ise bu takma adın tembel gazeteciliğin bir sonucu olduğunu düşünüyordu. Jalen Rose’un böyle düşünmesinin sebebi, bu takma adın başka bir takımla özdeşleşmiş olmasıydı. 1990’lı yılların hem saha içindeki performansları, hem de saha dışındaki kişilikleriyle en meşhur kolej takımı olan ve Rose’un da üyelerinden biri olduğu Michigan Wolverines. Rose, burada sporcuların bir hatası olmadığını, sadece ulusal medyanın ne kadar tembel olduğunu ortaya koyduğunu belirtirken, “Keşke kendilerine ve altın madalya mücadelelerine bizimkinden de yaratıcı bir takma ad bulsalar” diyordu. Rose’un mesajını alan Maroney ve Wieber, kendilerini antrenmana götüren otobüste yeni bir isim arayışına girdiler. Five ile uyum sağlaması için F ile başlayan kelimeleri aramaya başlayan ikili, yer hareketindeki rutinlerine uygun olduğunu düşündükleri fierce (vahşi/sert) kelimesini seçtiler ve diğer takım arkadaşları da buna onay verdi. Böylece Fierce Five’ın olimpiyat macerası başlamış oldu. Elemeleri rahat bir şekilde geçerek finale yükselen beşli, final müsabakasında da henüz ilk yarışma olan atlama masasında Maroney, Douglas ve Wieber ile ilk üç sırayı alarak müsabakanın sonuna kadar koruyacağı önemli bir avantaj yakaladı. Asimetrik paralel ve denge aletinin ardından da birinciliğini koruyan ekip, son yarışma olan yer hareketlerinde de Raisman, Douglas ve Ross ile bir, üç ve dördüncü sıraları alarak ezici bir üstünlükle altın madalyaya ulaştı. İkinci Rusya’ya attıkları 5,066 puanlık farkın benzerine daha önce rastlanmamıştı. Maroney, atlama masasında umduğunu bulamasa da takımıyla altın madalyaya ulaştı. Jimnastik kariyerinin ilk olimpiyat altınına ulaşan Maroney’nin, bu aynı zamanda olimpiyatlardaki son altın madalyası olacaktı. Antwerp’teki 2013 Dünya Şampiyonası’nda atlama masasında bir altın madalya daha kazanan genç sporcunun kariyeri sakatlıklar sebebiyle maalesef kısa sürdü. Londra’da iki madalya kazanırken bile kırık bir sağ ayak baş parmağı ile mücadele etmişti. 2016’da emekliliğini açıklarken, ertesi sene çok daha önemli bir mücadelenin içine girecekti. Cesur Çok az spor jimnastik kadar talepkardır. Pek çok sporun aksine, olimpiyat seviyesindeki jimnastikçiler neredeyse “bebek” denebilecek yaşlarda jimnastiğe başlar ve uzun antrenman saatleri sebebiyle pek çoğu çocukluğunu yaşayamadan yetişkinliğe adım atar. McKayla Maroney’nin de dahil olduğu ABD’li jimnastikçilerin ise bundan çok daha büyük problemleri vardı. Me Too Hareketi ilk kez 2006 yılında ortaya çıksa da, 2017 yılında Hollywood yapımcısı Harvey Weinstein’in sektördeki pek çok kadına cinsel tacizde bulunduğunun anlaşılması üzerine alevlendi. Oyuncu Alyssa Milano’nun girişimiyle, sosyal medyada kadınlar kendilerine cinsel tacizde bulunan ünlü erkekleri Metoo hashtag’iyle ifşa etmeye başladılar. Hollywood’dan yayılan bu ateş, kısa sürede spor dünyasına da sıçradı. Aslında Me Too hareketinden bir sene önce, Indianapolis Star Gazetesi’nde yer alan bir makale, ABD Jimnastik Takımı’ndaki taciz olaylarını gündeme getirmişti. Eski bir jimnastikçi olan Rachael Denhollander, takım doktoru Larry Nassar’ın kendisine cinsel tacizde bulunduğunu açıklamıştı. Denhollander’ın açıklamasından sonra Nassar, çalıştığı Michigan State Üniversitesi’ndeki işini kaybederken, ne ABD Olimpiyat Komitesi ne de Jimnastik Federasyonu Nassar’a karşı herhangi bir girişimde bulundu. Denhollander’ın açtığı kapıdan ilk giren sporcu ise McKayla Maroney’den başkası değildi. Me Too Hareketi’nin verdiği cesaretle sosyal medya üzerinden uzunca bir metin yayınlayan Maroney de Dr. Nassar’ın kendisini 13 yaşından beri taciz ettiğini açıklıyordu. “…Nerede gücü elinde bulunduran biri varsa, görünen o ki orada bir taciz ihtimali de var. Benim olimpiyata gitmek gibi bir hayalim vardı. Oraya gitmek içinse tahammül etmem gereken şeyler mide bulandırıcıydı. ABD Ulusal Jimnastik Takımı ve Olimpik Takım doktoru Larry Nassar tarafından taciz edildim. Dr. Nassar bana 30 yıldır hastalarına uyguladığı bir tedaviyi uyguladğını söylüyordu. Bu 13 yaşımdayken Teksas’taki bir kampta başladı ve sporu bırakana kadar devam etti…Hayatımın en korkunç gecesini 15 yaşımdayken yaşadım. Dr. Nassar, Tokyo’ya uçmamızdan önce bana bir uyku ilacı vermişti. Gözlerimi açtığımda ise onun otel odasındaydım. O gece öleceğimi sandım.” Maroney, hazırladığı metni şu ilham verici seslenişle sonlandırıyordu: “Sessizliğimiz yanlış insanların güçlü pozisyonlara ulaşmasını sağladı. Artık gücümüzü geri almanın zamanı geldi. Unutmayın, sesinizi yükseltmek için hiçbir zaman geç değildir.” Genç jimnastikçi, Larry Nassar’ın yanı sıra; ABD Olimpiyat Komitesi, Jimnastik Federasyonu ve Michigan State Üniversitesi’ne de dava açtı. ABD Jimnastik Federasyonu’nun, sessiz kalması için kendisine 1,25 milyon dolarlık bir anlaşma teklif ettiğini söylüyordu. Bu, federasyonun ilk vukuatı değildi. 1990’lı yıllardan itibaren çok sayıda antrenör ve takım görevlisi hakkında cinsel taciz suçlamaları ortaya çıktığında, olayları hasır altı etmiş, hatta suçlamaların yöneltildiği bazı kişileri görevlerinden dahi almamışlardı. Maroney’nin açıklamasından sonra aralarında Fierce Five Takımı’nın diğer dört üyesinin de olduğu 160’tan fazla kadın sporcu Larry Nassar aleyhinde ifade verdi. Aralarında sadece jimnastikçiler değil, futbolcular, voleybolcular ve softball oyuncuları da vardı. Azılı bir pedofil ve cinsel saldırgan olduğu kanıtlanan Nassar, bu cesur kadınların sayesinde ömrünün geri kalanını cezaevinde geçirecek. Maroney ve Wieber, takım otobüsünde isim arayışına girdiklerinde, Fierce kelimesinden başka; cesur, hakkını savunan manasına gelen Feisty kelimesini de düşünmüşlerdi. Jimnastik aletlerinin üstünde Fierce Five lakabını hak ettiklerini zaten göstermişlerdi. Yıllarca maruz bırakıldıkları tacize karşı gösterdikleri cesaretle, Feisty Five lakabını da sonuna kadar hak ettiklerini gösterdiler. McKayla Maroney, 2020 yılında uzun zamandır hayalini kurduğu müzik kariyerine ilk adımı attı. Üç adet single yayınlayan Maroney, büyük ihtimalle müzik dünyasına yeni bir soluk getirmeyecek; ancak bunun bir önemi yok. Önemli olan, o ve onun gibi cesur kadınlar sayesinde belki de milyonlarca genç kadın sporcunun hayatının değişecek olması. Başarılı sporcu kaybettiği olimpiyat müsabakası yüzünden bir internet fenomeni haline gelmiş olabilir. Onu gerçekten tanıyanlar ise ne sporda ne de sosyal hayatta bir kaybeden olmadığını çok iyi biliyor. Görsel Kaynak 1. White House 2. Getty Images 3. New York Daily News Kapak Fotoğrafı: Getty Images

Fenomen

Nisan 27, 2021

·

Makale

Nisan 20, 2024

·

Hikaye

Nisan 20, 2024

·

Hikaye

Madalya koleksiyoncusu: Larisa Latynina

Olimpiyatın televizyonun kapsama alanına pek girmediği dönemlerde üç olimpiyat oyununu domine ederek 48 yıl madalya listesinin en tepesindeki yerini koruyan Larisa Latynina, pek çok popüler ismin gerisinde kalsa da gelmiş geçmiş en büyük olimpiyat efsanelerinden biri. Dönüm Noktası: Günümüzde jimnastikçiler çok küçük yaşlarda bu spora başlıyorlar. Larisa Latynina ise 11 yaşındayken bale stüdyosunun kapanmasıyla jimnastiğe yöneldi ve bu hem kendisi, hem de Sovyetler Birliği jimnastiği için bir dönüm noktası oldu. O zamanlarda jimnastik akrobatik hareketlerin bu derece yoğun olduğu bir spor olmadığından bu geçiş Larisa Latynina için görece kolaydı. İlk adım: Larisa Latynina’nın sahneye çıktığı ilk yer Roma‘da düzenlenen 1954 Dünya Şampiyonası. 19 yaşındaki Latynina bu şampiyonada Sovyetler Birliği takımı ile altın madalyaya uzanırken Bireysel Genel Değerlendirme’de ise 14.sırada kaldı. Mükemmeliyetçi bir yapısı olan Latynina için bu daha çok çalışmak demekti. "Zor çocukluğumda çok büyük bir gerçeği öğrendim, iyi şeyler asla gümüş tepside gelmez, yetenek ise esas olarak azim ve sıkı çalışmadır." Dominasyon: Modern formatına 1952’de kavuşan kadınlar jimnastiği bu tarihten 1980’lere kadar Sovyetler Birliği tarafından domine edildi. Bu dominasyonda en büyük pay sahibi isimlerden biri kuşkusuz Latynina’ydı. 1956’da ilk olimpiyatında 4 altın madalya kazandığında Sovyetler Birliği ilk defa altın madalya sıralamasında ABD’yi geride bırakarak birinci sıraya yerleşiyordu. Kazanma dürtüsü: Latynina her zaman kazanmayı seven biriydi. 6 yaşında asfaltta yaptıkları koşu yarışında geride kalınca bitiş çizgisine doğru yüz üstü atlayıp birinci gelmiş, elleri yara bere içerisinde kalmasına rağmen birinciliğini kutlamıştı. 4 aylık hamile olması onu 1958 Dünya Şampiyonası’nda altı müsabakanın beşini kazanmaktan alıkoyamayacaktı. 1960 Roma Olimpiyatları’nda Takım, Bireysel ve Yer Hareketleri’nde tekrar altın madalya aldı. Dünya Şampiyonası’nda Bireysel’de geçtiği Věra Čáslavská’ya 1964 Olimpiyatları’nda altın madalyayı kaybetse de Takım Finalleri ve Yer Hareketleri’nde üçüncü olimpiyat altınına uzandı. Latynina emekli olduktan sonra 1977’ye kadar antrenörlük yaptığı Sovyet Millî Takımı’na üç olimpiyat altını kazandırdı. Olimpiyat efsanesi: 1956’da denge aletindeki dördüncülüğü dışında yarıştığı tüm dallardan madalyayla dönen Latynina, toplamda 18 madalya ile kadın-erkek en çok Olimpiyat madalyasına sahip isimdi. 2012 Londra Olimpiyatları’nda Michael Phelps ona ait rekoru kırarken Latynina rujunu tazeliyordu. Rekoru geçilmişti ama 48 yıl sonra kameralar hiç olmadığı kadar çok ona dönecekti. O bu durumu kendi esprili diliyle karşılıyordu: “Bir erkeğin, bir kadının yıllar önce yaptığı şeyi başarmasının zamanı gelmişti!”

Madalya koleksiyoncusu: Larisa Latynina

Mayıs 19, 2021

·

Makale

“Kapsayıcı Olimpiyat Ruhu” kimleri kapsamıyor?

Olimpiyatlarda herhangi bir eşitsizliğin yaşanmadığı düşünülse de oyunların yapılandırılması, etkinliği organize edenlerin istekleri üzerine kuruluyor. Bu organizasyon, içerisindeki cinsiyet dinamiklerine ilk bakışta saygılı gibi görünse de “kadın sporunun” tarihine ilişkin dikkatlice düşünülmüş bir bakış açısına ihtiyaç var. 1900'lerin başında, Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) kadınların yalnızca birkaç etkinlikte yarışmasına izin verdi ve 20 Mayıs-28 Ekim tarihleri arasında gerçekleşen Paris Olimpiyatlarına 22 kadın katıldı. Yelkenci Hélène de Pourtalès Olimpiyat tarihinin ilk kadın şampiyonu; Charlotte Cooper ise tek bayanlar tenis finalini kazandıktan sonra Olimpiyat şampiyonu olan ilk kadın tenisçi oldu. Olimpiyatların mimarı olarak bilinen Pierre Coubertin kadınların Olimpiyatlarda yarışmasını sakıncalı buluyor, kadınlarla yapılacak bir Olimpiyatın "ilgi çekici" ve "uygun" olmayacağına inanıyordu. 1919 yılında Femina Sport üyesi olan Alice Milliat tarafından kadın atletizminin oyunlara katılması için başvuruda bulundu. IOC'nin bu başvuruyu reddetmesinin ardından Milliat, 1921’de Fédération Sportive Féminine Internationale'yi kurdu. Bunun sonucunda ortaya çıkacak Dünya Kadınlar Olimpiyatı, 1922’den itibaren 4 kez düzenlenecekti. Alice Milliat Tenis ve golf gibi “kadın etkinliklerinin” de dâhil olduğu olimpiyatlara zamanla daha fazla oyun eklendi. Fakat bu, işin “kadınlar olsun ama o kadar da olmasın” şeklinde ilerleyişi idi. Kadın atletizmi ve jimnastik ise 1928 Olimpiyatlarında yer almaya başladı. 1949'da IOC Başkan Yardımcısı Avery Brundage şunları yazdı: “Bence kadın etkinlikleri onlara uygun olanlarla sınırlandırılmalıdır: yüzme, tenis, artistik patinaj ve eskrim; ama kesinlikle gülle atma değil." Ki Mexico City'deki Olimpiyat Komitesi toplantısının tutanaklarında da "Sporcuların ve görevlilerin sayısının azaltılması" başlığı altında "kadınların oyunlardan dışlanmaması, yalnızca “uygun sporlara katılımı" yazıyordu. 2012 Londra Olimpiyatları’nda kadın boksunun da eklenmesiyle, kadınlar tüm dallarda yarışmaya başladı. Senkronize yüzme ve ritmik jimnastik alanları ise sadece kadınlara yönelik, çünkü hareketlerin zarif ve sanatsal ifadesi sadece kadınlara ait bir özellik değil mi? Olimpiyat denince akla ilk gelen kapsayıcı “Olimpiyat Ruhu” temasıdır. Fakat bunun tam olarak ne olduğu bilinmiyor. Herkesi kapsadığı iddia edilen olimpiyat ruhu tarihsel olarak başta maalesef kadınları kapsamıyor. Eğer konu rekabetse birçok alanda erkeklerin kadınlardan veya kadınlara karşı daha iyi derece elde edebilecekleri fikri ne kadar eşit bir ortam sağlıyor? Belki birçok spor dalında erkekler kadınlara göre daha iyi dereceler elde edebilir. Ancak, bu durum kadınların olimpiyatlardaki rekabetini daha değersiz hale getirmiyor olsa gerek ki, şuan olimpiyatlarda her dalda kadın ve erkek yarışmaları ayrı ayrı ilgi görüyor. Kadınların olimpiyatlarda yer alması birçok sporsever için vazgeçilmez bir boyut katıyor, bazıları için de politik doğruculuğun ötesinde birşey ifade etmiyor olabilir. Önümüzdeki olimpiyatları bir de bu açıdan izlemekte fayda var. Belki de kalıp olarak sıkça kullanılan “Olimpiyat Ruhu” oralarda bir yerdedir. Serbest Atış ekibinden Burcu Biçer'in diğer yazılarına buradan ulaşabilirsiniz.

“Kapsayıcı Olimpiyat Ruhu” kimleri kapsamıyor?

Mayıs 19, 2021

·

Makale

Zamana meydan okumak

Dara Torres, sprintleriyle yarışın saniyeler aldığı yüzme dünyasına, geri dönüşleriyle ise zamana meydan okudu. “Hayallerine yaş sınırı belirlemeyenler” için iniş ve çıkışlarla dolu bir maceranın kararlı kahramanı olarak “yaşın sadece bir sayı olduğunu” gerçekten gösterdi. Başlamak Torres, 14 yaşında adını Amerika şampiyonu olarak duyurduktan sadece 3 yıl sonra kariyerinin ilk olimpiyatına Los Angeles’ta katıldı. Florida Üniversitesi’ne henüz 1.sınıftayken kendinden üst sınıflardaki deneyimli rakiplerine meydan okuyordu. Fakat gençliğin verdiği heyecanla kontrol tamamen onda değildi. Kazanma hırsı ve en iyi olma isteğiyle, onu yetiştirenlerden ve çevresindeki takım arkadaşlarından etkilenmişti. O zamana kadar görünüşüyle hiçbir problemi olmayan genç kız, koçu Randy Reese’nin tavsiyelerinin kendisini geliştireceğini düşündü ve değiştirmeye çalıştığı yemek yeme alışkanlıklarıyla birlikte performansını etkileyen bir yeme bozukluğu hayatına girdi. Bu değişimin yoğun bir antrenman temposu ile bir araya geldiği Seul Olimpiyatları’nda da hayal kırıklıklarıyla dolu bir deneyim yaşadı. 25 yaşındayken, Barcelona Olimpiyatları İle yüzmeye ilk fakat son olmayan vedasını etti. Tekrar başlamak? Profesyonel yüzme kariyeri temposunu tamamen bıraktığı 7 yıllık aranın ardından, kendisi gibi sporculardan ilham alarak 1999’da geri döndü. Sidney Olimpiyatları’nda takımın en yaşlı yüzücüsü olarak yer aldığı 5 yarışta da madalya alarak tekrar yapabileceğini kendine kanıtladı ve çok sevdiği kulvarlara ikinci vedasını etti. Tekrar başlamak. Sidney Olimpiyatları sırasında kendisine “7 yıl sonra tekrar görüşecek miyiz?” sorusu sorulduğunda kesinlikle yapmayacağını belirtmesinin ardından Pekin Olimpiyatları’nda, tarihin 40 yaşından sonra yüzen ilk kadın sporcusu olarak yer aldı. Verdiği uzun aralara rağmen, vücuttaki tüm kasların kullanıldığı bu spor için, performansından ve motivasyonundan hiçbir şey kaybetmediğini bir kez daha göstererek 50 metre serbestte sadece 0.01 saniye ile altın madalyayı kaybetti. Kazandığı 3 gümüş madalya ile de madalya kazanan en yaşlı sporcu ünvanını elde etti. Öyle ki bu güçlü geri dönüşü, yılların getirdiği kas zayıflaması ve akciğerlerin güçsüzleşmesi gerçeğiyle yüzme dünyasında birçok sorunun ortaya çıkmasına sebep oldu ve doping tartışmalarında ismi geçmeye başladı. Kendisinden hiçbir şüphe duymadan, bu konuya açıklık getirmek için birçok test yaptırdı ve azmin gücünü bir kez daha kanıtladı. 2012’de devam etti mi? Konu Dara Torres olunca sorunun cevabına şaşırmamak gerekiyor, 2009’da dizlerinde oluşan ciddi bir rahatsızlık için operasyon geçirmesine ve bir süre yüzememesine rağmen Londra Olimpiyat Elemeleri’ne katıldı. Fakat rakiplerinin gerisinde kalarak kariyerinin 6. olimpiyatından önce yüzme dünyasına son kez veda etti.

Zamana meydan okumak

Mayıs 19, 2021

·

Makale

Nisan 20, 2024

·

Hikaye

Nisan 20, 2024

·

Hikaye

Çıtayı yükseltmek

6 yaşındayken tesadüfen hayatının sporuna başlayan Simone Biles, yeteneğiyle daha küçükken herkesi parlak geleceğine dair ikna etmişti. Sadece 15 yaşındayken ABD millî takımına giren ve ertesi sene ABD Ulusal Jimnastik Şampiyonası’nda ilk zaferini kazanan sporcu, büyük hayallerin peşinden koşarak kendisiyle yarışmaya devam ediyor. İnişli ve çıkışlı kariyerinde kolay yollardan geçmeyen, gerektiğinde eğitiminden ve sosyal hayatından fedakarlık eden, kişiliği ve yeteneği ile özel bir sporcu olan Biles, nice başarılara ilerlerken aldığı ilhamı diğer insanlara da aktarmaya çalışıyor. Teknik Jimnastik; estetiğin ve gücün bir araya geldiği, disiplin gerektiren bir spor. Ek olarak yarışmalarda dikkat edilmesi istenen ve duyulduğu kadar kolay olmayan, hem mental hem fiziksel farkındalıktan beslenen şartlar var. Bunlardan en önemlileri ise sporcuların performanslarını ortaya koyarken her şeyin kontrol altında olduğunu yansıtmaları ve hatalara takılmadan hemen devam etmeleri. Sadece 3-4 dakika için haftada 32 saat çalışan Simone Biles, yarışmalara kazanma hedefiyle gitmiyor, yani aslında bu spora olan tutkusu onun başarılarının mimarı oluyor. Yüzünde hem ciddiyetin hem de gülümsemenin görülebildiği rutinlerde konsantre olmak da, emeğinin karşılığını en iyi şekilde almasını sağlıyor. Kendisine ait 4 özel hareket serisine sahip olan Biles, sadece fiziki değil mental olarak da korkusuz performansıyla jimnastik sporunda 2013’ten beri yenilmeyen ve çıtayı belirleyen sporculardan. Hatta imzasını taşıyan ve yer çekimine meydan okuduğu triple double hareketi , 2019’da Uluslararası Jimnastik Federasyonu tarafından H* zorluk seviyesinde tanımlanmıştı. Hareketin riskli olduğunu belirten federasyonun, bu kararı vermesinin temelinde yatan asıl sebebin ise sporun ortalama seviyede tutulması olabileceği de o dönemde tartışılmıştı. Fizik Kısa boylu bir yapıya sahip olan yetenekli sporcunun aynı zamanda kas kütlesi de yüksek. Bu da dönemin, geçmişte alışılmış olan ince yapılı jimnastikçi imajından farklılaştığını gösteriyor. Ayrıca rutinlerinde yer verdiği hareketler de bir hayli esnek ve çabuk olmayı gerektirdiğinden işler onun için daha zor gibi gözükse de, Simone Biles yapmayı hedeflediği hareketler için yeterince esnek. Kaslarını da kullanarak kendini daha güçlü bir momentumla yükseltebiliyor ve performansının mükemmelliğine ek olarak zorluk seviyesinde de standardın üzerine çıkabiliyor. Olimpiyatlara doğru Profesyonel sporcular fiziksel açıdan her zaman hazır olduklarını hissetseler de herkesin sabırsızlıkla beklediği olimpiyatların bir sene ertelenmesi, mental olarak bu hazırlığı sekteye uğratabilir. İlk olimpiyatında 4 altın, 1 bronz madalya kazanmış ve Tokyo’da ikinci olimpiyat serüvenini yaşayacak olan Simone Biles, pandemi tedbirleriyle spor salonlarından uzak kalan sporculardan olmasına rağmen formda gözüküyor. Genellikle 22-23 yaşlarında spor kariyerini noktalayan jimnastikçilerin aksine Biles, 2024 Paris Olimpiyatları’nda yer alma durumunun net olmadığını da belirtiyor. Gündemdeki asıl merak konusu ise şimdiden olimpiyat efsaneleri arasında yer alan eşsiz yeteneğin, tıpkı kendi perfect 10’ini her seferinde yarattığı gibi, Tokyo’da çıtayı ne kadar yükselteceği. Olimpiyat ve Dünya Şampiyonaları’nda 30 madalya ile en çok madalyaya sahip Amerikalı jimnastikçi olan Simone Biles, tükenmeyen enerjisi ve azmiyle kimsenin yapmadığı en zor kombinasyonlarla kendini denemeye devam ederken yine madalyaları birer birer toplayacak gibi görünüyor. Geçtiğimiz haftalarda U.S. Classic’te Yurchenko double pike hareketini deneyip başarıyla gerçekleştirmesi de olimpiyat formuna dair bir ipucu. *Jimnastikte hareketlerin zorluğu A’dan J’ye kadar sınıflandırılmış olup puanlar da bu sınıflandırmaya göre hesaplanmaktadır. Demet Tümkaya, TEVİTÖL mezunu ve şu anda Koç Üniversitesi'nde Kimya-Biyoloji Mühendisliği ve Bilgisayar Mühendisliği okuyor. Teknoloji ve spora ilgi duyan Demet, Aposto! bünyesinde yüzme ve voleybol üzerine yazılar yazıyor.

Çıtayı yükseltmek

Haziran 16, 2021

·

Makale

Tamamlanmamış bir son

10 veya 20 saniyede yaptıklarınız bazen kaderinizi belirleyebilir. Justin Gatlin spor hayatı boyunca en hızlı olup kazanmak için çabaladı ve şimdi 39 yaşında. NCAA’de başladığı kariyerinin ardından 2001 yılında amfetamin testinin pozitif çıkmasıyla spordan iki yıl men edildi. Sorun çocukluğunda kullandığı ilaçlardan olunca cezası erkenden kaldırıldı. Ancak tekrar bir doping sorununda spordan tamamiyle men edilebilirdi. Atletizme döndüğünde koç Trevor Graham ile çalışmalara başladı. Gatlin, Trevor Graham’ın ileride atletizmden ömür boyu men edileceğini bilmeden bu yola girmişti. 2004 yılındaki Atina Olimpiyat Oyunları’na gelindiğinde Gatlin için parlama zamanıydı. Katıldığı ilk olimpiyatta 100 metrede altın madalya kazanan Gatlin, atletizm tarihine sağlam adımlarla giriş yapıyordu. 2004 oyunlarında tek madalya ile kalmayan ABD’li sporcu 200 metrede bronz ve 4x100 erkeklerde ise gümüş madalyayı da koleksiyonuna ekliyordu. Onun uluslararası arenadaki başarıları, takip eden yıllarda da kesintiye uğramadı. 2005 Dünya Şampiyonası’ndan iki altın ile ayrılan koşucu, 2006 Doha Diamond League’de 100 metreyi 9.76 ile koşarak Asafa Powell’ın 9.77’sini geçmişti. Aradaki fark tartışmalara yol açarken 2,5 ay sonra Gatlin’in doping testinin pozitif çıkması bu rekorun tarihten silineceği anlamına geliyordu. Daha önce bir doping krizine yaşayan Gatlin için çanlar bu sefer daha ciddi derecede çalıyordu. Doping testinin tekrar pozitif çıkmasının ardından başta koçu Graham olmak üzere kimseyi suçlamamış ve hatayı daha çok kendisi üstlenmişti. Spordan sekiz senelik bir men almış ve bu haberi aldığında her şeyin kendisi için bittiği düşüncesine kapılmıştı. Yaptığı açıklamalarda ciddi depresyonlara girdiğini, sürekli partiler verip sarhoş olduğunu ve kısacası hayatını umursadığını anlatıyordu. Ardından 2007 yılında mahkemeye çıkmadan önce koçu ile arasındaki telefon görüşmelerini gizlice kaydederek federal ajanlara aktardığı ve yaptıklarından pişman olduğunu dile getirdiği için cezası dört yıla indirilmişti. Hayatının dibe vurduğu zamanların ardından Gatlin, dört sene içinde önce NFL’de kendine yer edinmeye çalıştı ancak hiçbir takım ona sözleşme teklifinde bulunmadı. Çoğu otorite onun tekrar atletizme yarışmacı bir şekilde dönebileceğine inanmıyordu. Gatlin insanların söylediklerine kulak asmadı ama atletizme ilk döndüğünde yaptığı 10.8’lik dereceler otoritelerin iddialarını kanıtlar nitelikteydi. 2012 senesinde İstanbul’da gerçekleştirilen Dünya Salon Şampiyonası 60 metrede kazanılan altın madalya ise onun pistlere geri dönüşünün habercisiydi. Eleştirilere aldırmadan mücadelesini sürdüren sporcu artık düştüğü çukurdan çıkmayı başarmıştı. İstanbul’daki bu başarının ardından Londra Olimpiyatları’nda bronz madalyaya uzanmıştı. Gatlin, 2017 Londra Dünya Şampiyonası’nda 100 metre finaline çıkarken Usain Bolt kariyerinde son kez koşacaktı. Justin Gatlin, Bolt’u son yarışında geçip altın madalyaya uzanırken tribünler onu yuhalamıştı. O ise tepkilere değil aradan sıyrılan alkış seslerine odaklanmıştı. Gatlin, 2020 Tokyo oyunlarında son kez olimpiyat arenasında koşacak. Her ne kadar sporcular başarıları ile anılsa da Gatlin başarılarının yanında yaşadığı skandallarla da akıllarda kalmaya devam edecek.

Tamamlanmamış bir son

Haziran 16, 2021

·

Makale

Nisan 20, 2024

·

Hikaye

Nisan 20, 2024

·

Hikaye

Nisan 20, 2024

·

Hikaye

Nisan 20, 2024

·

Hikaye

Nisan 20, 2024

·

Hikaye

Nisan 20, 2024

·

Hikaye

Nisan 20, 2024

·

Hikaye

Nisan 20, 2024

·

Hikaye

Zihninde kazanmak: Ferhat Arıcan

Bugüne kadar yalnızca kota alındığı için bile heyecan yaratan Cimnastik, Tokyo Olimpiyatları’nda Türkiye adına madalya beklentisinin en yüksek olduğu branşlardan biri. Son 4 uluslararası organizasyonda Paralel Bar’da altın madalyayı kimseye kaptırmayan Ferhat Arıcan Tokyo’ya oldukça formda gidiyor. Amacı daha önce de yaptığı gibi Türkiye adına ilkleri başarmak. Olmazları oldurmak: Aslında cimnastiğin bu kadar ön plana çıkmasından önce de zihinlerde olan bir isim Ferhat Arıcan. Cimnastiğe oldukça geç sayılabilecek bir yaş olan 10 yaşında, sürekli ellerinin üzerinde yürüdüğünü gören beden eğitimi öğretmeni sayesinde başlayan Ferhat, kısa sürede yeteneği ve azmiyle tüm aletlerde yarışan bir sporcu haline geldi. 2008’de doktorların “devam edemezsin” dediği bir kol sakatlığından 7 ayda, Türkiye şampiyonluğuyla döndü. 3 harekete sahip tek isim: Literatüre “Arıcan” adıyla geçen 3 harekete sahip olan sporcu ilk hareketini henüz 15 yaşındayken, yani spora başladıktan yalnızca 5 sene sonra gerçekleştirdi! 2008 Avrupa Gençler Şampiyonası’nda Paralel Bar’da tescil edilen bu hareket Ferhat’ın sporcu kişiliği hakkında da pek çok şey söylüyor. 2013 Avrupa Şampiyonası’nda Atlama Masası’nda, 2014 Dünya Şampiyonası’nda da yine Paralel Bar’da zorluk derecesi oldukça yüksek hareketleri literatüre geçiren Ferhat, meydan okumaları seven, yaratıcı ve çalışkan bir sporcu olduğunu her müsabakada gösteriyor. Kaybederken kazanmak: Ferhat Arıcan 2010 Gençlik Olimpiyatları’nda Atlama Masası’nda gümüş, 2013 Akdeniz Oyunları’nda Paralel Bar’da bronz madalya kazanarak genç yaşta ismini duyurmuş bir sporcu. 2016 Rio Olimpiyatları öncesinde Türkiye Millî Olimpiyat Komitesi tarafından madalya vaadeden 16 sporcudan biri olarak destek gören Ferhat, Rio’da talihsiz bir şekilde finali kaçırsa da oradan bugüne pek çok deneyim taşıdığını söylüyor: "Benim için 2016 ve 2020 olimpiyatları arasında çok büyük bir tecrübe farkı var. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde olimpiyatlara giden ilk erkek cimnastikçiyim. Şimdi madalya adayı olarak gidiyorum.” İlk’leri seven Ferhat Arıcan’ın Tokyo’daki hedefi Türkiye adına cimnastikte olimpiyat madalyası alan ilk sporcu olmak. Zihinsel hazırlık: Pandemi nedeniyle Olimpiyat’ın ertelenmesi fiziksel ve mental açıdan Tokyo’ya hazır olan Ferhat Arıcan’ı hayal kırıklığına uğratmış olsa da vites yükseltmesi için bir fırsat yarattı. Antrenmansız geçen pandemi sürecinde özellikle psikolojik hazırlığa yönelip imgelemeyle antrenmanlarına zihninde devam eden Ferhat pandemi dönüşünde Mersin’de Avrupa Şampiyonu oldu, sonrasında 3 altın madalya daha kazandı. Doha’da düzenlenen Dünya Kupası’nda başlangıç puanı 7 olan bir seriye imza attı ve Tokyo’ya paralel barda en yüksek başlangıç puanına sahip isim olarak gidiyor. Ayrıca Ferhat’ın daha arka planda kalan bir hedefi daha var: Kulplu Beygir’de final görmek! Buradan hesapta olmayan bir madalya daha gelirse şaşırmamak gerekiyor. Kaynak: UNDP Türkiye Kişisel marka: Ferhat Arıcan ismi çevreye ve toplumsal konulara duyarlı, örnek bir sporcu olarak markalaşmış durumda. Sporcusu olduğu Göztepe Spor Kulübü’ne aidiyeti de kişisel markasının bir parçası. Ümit Şamiloğlu’nun ardından millî takım kaptanlığını üstlenecek olan Ferhat Arıcan, markalaşma konusunda bir ajansla çalışsa da onun hayata bakışı sporcu kişiliğiyle birleşince bu profil kendiliğinden ortaya çıkıyor.

Zihninde kazanmak: Ferhat Arıcan

Temmuz 21, 2021

·

Makale

Olimpik kulaçlar

Uzun süren bekleyişten sonra artık olimpiyatlara geri sayımın başlamasıyla hem sporcuların hem de sporseverlerin heyecanı artıyor. Tokyo Yaz Olimpiyatları’nın Team Türkiye için ayrı bir yeri de var. Tıpkı diğer sporlar gibi yüzmede de altyapıların değeri ve verilen emek, her sene kendini gösteriyor. Londra ve Rio’nun ardından, yüzme branşında rekor sayıda sporcu ülkemizi temsil edecek. Son durak: Roma 6-11 Temmuz tarihleri arasında gerçekleşen Avrupa Gençler Yüzme Şampiyonası, olimpiyat yolcusu bazı millî yüzücülerin Tokyo’dan önceki durağıydı. Genç takım, şampiyonaya damga vurarak 7 altın, 5 gümüş ve 3 bronz madalya ile Rusya’nın ardından Avrupa ikincisi oldu. Madalyalara ek olarak rekorların da altına imzalar atıldı. Yiğit Aslan, 800 metre serbestte 7:51.20’lik derecesiyle şampiyona rekoru kırarken; Merve Tuncel, 800 ve 1500 metre serbestte hem şampiyona rekoru hem de Avrupa Gençler rekorunu kırdı. TYF Henüz 16 Merve Tuncel, olimpiyatlara gidecek yüzücülerin en genci ve ilk olimpiyat kotasını da 15 yaşında aldı. Şubat 2020’de gerçekleşen FFN Golden Tour Camille Muffat Yüzme Yarışması’nda 1500 metre serbesti 16:29.04 ile yüzen Merve, olimpiyat A barajını geçerek olimpiyatlara gitmeye hak kazandı, takım arkadaşı Deniz Ertan ve yüzmenin Iron Lady’si Katinka Hosszu ile aynı kürsüde yer aldı. Kotanın alınması hem mental hem fiziksel açıdan daha iyi bir hazırlık gerektiriyordu ve o çıtayı yükseltmeye devam etti. Türkiye Arena Kulüpler Arası Kısa Kulvar Genç ve Açık Yaş Yüzme Şampiyonası'nda, 1500 metre serbest stilde önceki rekoru yaklaşık 9 saniye geliştirerek 15:45.29 ile kısa kulvar dünya gençler rekorunu kırdı. Türkiye Turkcell Genç ve Açık Yaş Uzun Kulvar Millî Takım Seçme Yarışları'nda ise 400 metre ve 800 metre serbestte olimpiyat A barajını geçerek 3 farklı olimpiyat kotası almış oldu. Geçtiğimiz haftalarda Roma’da gerçekleşen Avrupa Gençler Yüzme Şampiyonası’nda, 800 ve 1500 metrede önce şampiyona rekorunu elde etti; ardından bu rekoru geliştirerek Avrupa Gençler rekorunu da kırdı. Üstelik 1500 metrede olimpiyat barajını aldığı derecesini yarım dakikadan fazla geliştirerek 15:55.23 yaptı. Merve aynı zamanda sürekli gelişen performansıyla, şampiyona sıralamasında 2. sırada yer aldı. Olimpiyatlara hazır olduğunu da adım adım göstermeye devam etti. Suyu çok sevdiği için 4 yaşında yüzmeye başlayan genç sporcu, haftada 6 gün yoğun antrenman yapıyor. Öz disiplin ve hırsını başarısının sırrı olarak gören, her antrenmanda %100 efor sarfeden, yarışlara kendi en iyi derecesini yapmak için çıkan Merve de diğer yüzücüler gibi pandemi sebebiyle bir süre sudan uzak kaldı. Uzun mesafenin gerektirdiği dayanıklılık, sadece kara antrenmanlarıyla yürütmeye çalıştıkları süreç ve korona geçirmesi kendisini zorlasa da hedeflediği 3 serbest stil yarışında da olimpiyat kotasını aldı ve rekorlarla süsledi. O, henüz erken olarak gördüğü madalyayı sonraki olimpiyatlara saklasa da SwimSwam kendisini 800 metre serbest performansıyla en iyilerin yanında finale çıkabilecek bir sporcu olarak konumlandırdı. Parlak gelecek Merve Tuncel, Beril Böcekler, Deniz Ertan, Berke Saka, Yiğit Aslan, Defne Taçyıldız, Baturalp Ünlü, Ümitcan Güreş, Berkay Ömer Öğretir, Viktoria Zeynep Güneş ve Emre Sakçı, 24 Temmuz’da başlayacak yarışlarda Türkiye’yi farklı stillerde temsil edecek. Ayrıca kadınlar 4x200 metre serbest bayrak yarışında da olimpiyat kotası alınmasıyla, ülke tarihinde ilk defa takım olarak olimpiyatlarda kulaç atılacak. Millîler, uluslararası müsabakaların en büyüğü olan olimpiyatlara katılarak ilk hedefini tamamlamış gözüküyor, sırada ise yarı final ve final hedeflerine yüzmek var. Genç yaşta olimpiyat tecrübesini tadacak millî yüzücüleri; sadece Tokyo’da değil Paris ve Los Angeles’ta da, yeni hedeflerin peşinde daha kalabalık bir ekip ile birlikte göreceğimiz kesin. Yüzme emek ve devamlılık gerektiren bir spor, belki de en çok fedakarlık isteyenler listesinin en başında yer alıyor. Maalesef eğitim ile sporu yürütmek bazen zor olduğundan küçükken başlanan spor hayatı genelde lise-üniversite geçiş dönemlerinde bırakılıyor. Daha nice başarıların elde edilmesi, daha çok sporcunun uluslararası müsabakalarda yer alabilmesi için desteğin ve kültürün yayılması gerekiyor. Olimpiyatlara giden ve bir yandan eğitim hayatına devam eden tüm sporcular da ikisinin birlikte yürütülebileceğinin canlı örnekleri.

Olimpik kulaçlar

Temmuz 21, 2021

·

Makale

Nisan 20, 2024

·

Hikaye

Fuji Dağı'nda rekabet

Enes Kanbur Tokyo 2020’de yol bisikleti yarışları, hem erkeklerde hem kadınlarda şehrin merkezinden start alıp Formula 1 yarışlarına ev sahipliği yapan Fuji Speedway pistinde sona erdi. Başlangıç ve bitiş noktaları aynı ancak parkurlar farklıydı. Ekvador’a ikinci altın Erkekler yol bisikletinde çok zorlu bir parkur vardı. 234 kilometre içinde biri Fuji Dağı olmak üzere beş kayda değer tırmanış, sürekli bir iniş ve çıkış, kazanılacak toplam 4865 metre dikey irtifa... Favorilerimiz belliydi. Slovenler Primoz Roglic ve son Tour şampiyonu Tadej Pogacar ile, Britanyalılar Yates kardeşler ve Geraint Thomas ile, Kolombiyalılar Rigoberto Uran ile, onların komşuları Ekvador ile Richard Carapaz ile altını hedefliyordu. Belçika ise Wout van Aert ile 2016 Rio’da olduğu gibi altını kapmak istiyordu. Kaynak: Independent Yarış aslında son 40 km içinde başladı. Fuji sakince geçildi, bir sonraki tırmanış Mikuni’de tempoyu ilk veren Pogacar’dı. Kanadalı Michael Woods da aynısını yaptı. En güçlü 13 kişi o grupta kaldı. 25 kilometre kala gaza basan ABD’li Brandon Mcnulty’yi yalnızca Carapaz takip edebildi. Biliyorduk ki Carapaz daha güçlüydü, ve sona yaklaşırken, altı km kala Carapaz’ın atağı geldi. Ekvador tarihinin ikinci olimpiyat altınını işte bu atak getirdi. Bu hem Carapaz’ın kariyerindeki ilk tek günlük yarış zaferiydi, hem de kendi söylediğine göre başına gelebilecek en güzel şeydi. Bu mütevazı Güney Amerikalı, madalyayı alırken muhtemelen onu ülkesinde karşılayacak kalabalığın coşkusunu düşünüyordu. İkincilik için sekiz kişilik bir sprint atıldı, beklenildiği gibi Van Aert gümüşü boynuna taktı. Pogacar ise podyumu tamamladı. Akademik ve olimpik bir şampiyon Kadınlar yol yarışı başlarken düşünüyorduk ki yarış başlayacak, bir kaçış grubu oluşacak, peloton içinde ataklar olacak, turuncu formalı bir sporcunun atağı başarılı olacak ve altın madalya ona gidecek. Ancak bir noktadan sonra işler farklı gelişti. Beşli kaçış grubu, 137 kilometrelik parkurun ortalarına doğru farkı bir hayli arttırdı. Zira dünyadaki belki de en güçlü 10 kadın bisikletçiden dördüyle Tokyo’ya gelen Hollandalılar, birlikte çalışma konusunda pek iyi görünmüyorlardı. Güney Afrikalılar ve İtalyanlar da iyi kadrolara sahipti ama onlardan bekleneni ortaya koyamadılar. Kaçış grubundaki Anna Kiesenhofer, son 40 kilometreye girerken en önde tek başına kaldı. Pelotonla arasında beş dakika civarı bir fark vardı. Son on, beş ve hatta bir kilometreye giriyorduk ve bu pek tanımadığımız Avusturyalı hâlâ en öndeydi. Ve evet, Kiesenhofer finiş çizgisini ilk sırada geçti ve 2020 Tokyo’nun en akıl almaz işlerinden birini yaptı. Peki kimdi bu Kiesenhofer? Kendisi 2014’e kadar bir triatletti. 2014’te bisiklete başladı, bu sürede Katalonya Üniversitesi’nde matematik doktorası yaptı. 2017’de tam zamanlı profesyonel bir sözleşme yapmış ancak sene sonunda yeni bir sözleşme bulamamıştı. Sonrasında amatör olarak bu spora devam etti. 2019, 2020 ve 2021’de ülkesinin zamana karşı şampiyonu oldu. Böylece Tokyo 2020’de yer aldı. Söylediğine göre yarışı ilk 20-25’te bitirmek için Tokyo’ya geldi. Belli ki beklentilerin biraz (!) ötesine geçti. Evet, Kiesenhofer bir mucize yarattı. Öte yandan hayal kırıklığı yaşayanlar da vardı. Hollandalı Annemiek Van Vleuten bu isimlerin başında geliyordu. Uzun süre Tokyo’da altın almak için çalışmıştı. Bir de finişten ikinci geçerken yarışı kazandığını sanması, bu duruma tuz biber ekti. Bronz ise sezonun en çalışkan isimlerinden İtalyan Elisa Longo Borghini’ye gitti.

Fuji Dağı'nda rekabet

Temmuz 30, 2021

·

Makale

Nisan 20, 2024

·

Hikaye

Kalbimize atılan ok: Mete Gazoz

2016 Rio Olimpiyatları’nı 17'nci sırada bitiren Mete Gazoz, müsabaka sonrası röportajında “çok çalışıp 2020’de Tokyo’da altın madalyayı getireceğim” dediğinde 17 yaşında genç bir sporcuydu. Dediğini yaptı ve 2020 Tokyo Olimpiyatları’nda altın madalyayı boynuna taktı. Mete Gazoz yalnızca sportif başarısıyla değil kişiliği, “en büyük silahım” dediği gülümsemesi, güçlü rakiplerine karşı öz güvenli ve rahat tavırları, müsabaka sırasındaki konsantrasyonu ve gereken yerlerde yaptığı yüksek puanlı atışlarıyla bir fenomen hâline geldi bile. Önündeyse uzun bir kariyer var. Kaynak: Team Türkiye İlmek ilmek Babası eski millî okçu ve Okçuluk Millî Takımı'nın altyapı antrenörü, annesi İstanbul Okçuluk Kulübü Başkanı olan Mete Gazoz okçuluğun içine doğan bir çocuk. Ancak onu bir olimpiyat şampiyonu olmaya götüren şey bundan çok daha fazlası. Babası Metin Gazoz, Mete’yi küçüklüğünden itibaren ilmek ilmek işleyerek oldukça sistemli ve planlı bir çalışma gerçekleştirdiklerini anlattığı Al Jazeera röportajında üniversitede akademisyenlerle Mete’nin kan değerleri, kas yapısı gibi biyolojik faktörleri üzerinde çalıştıklarını, ayrıca Mete’nin sırt kaslarının gelişimi için yüzme, el koordinasyonu ve zamanlama için basketbol, “bakmak ve görmenin farkını ayırabilmesi” için resim, beynin hem sağ hem de sol bölgesini geliştirmek için piyano dersleri aldığını belirtiyor. Tüm bunların amacı bedensel gelişimin yanına okçulukta oldukça önemli olan psikolojik gelişimi de eklemek. Okçulukta ilk madalya Küçükken ne olmak istediği sorulduğunda “Dünya Şampiyonu olacağını, Olimpiyatlarda başarılı olacağını, sonra da Makine Mühendisi olup kendi okçuluk malzemelerini yapacağını” söyleyen Mete, yalnızca 22 yaşında küçükken koyduğu Olimpiyat hedefine ulaşmış durumda. 2020 Tokyo Olimpiyatları’nda Yasemin Ecem Anagöz’le takım yarışında dördüncü, teklerde ise şampiyon olan Mete, madalya kürsüsünde yer alıp bu branşı domine eden Güney Kore’yi temsil etmeyen tek sporcu! Kazandığı altın madalya Mete Gazoz’un adını da Türkiye Olimpiyat Oyunları tarihine altın harflerle yazdırdı, zira Mete Gazoz okçuluk sporunu bugüne kadar altın madalya kazanılan güreş, halter, tekvando ve judonun yanına taşıdı. Kaynak: TRT Spor En güçlü silahı gülümseme Dünya sıralamasında 4 numarada bulunan Mete Gazoz, okçulukta üst seviyedeki sporcular arasında teknik kabiliyet açısından pek fark olmadığını, asıl fark yaratanın mental dayanıklılık ve üstünlük olduğunu belirtiyor Reuters röportajında. “Herkesin farklı taktikleri var. Kimi bağırmayı sever, kimi süresinin sonuna kadar beklemeyi. Benimki mutlu olmak, ne kadar rahat olduğumu göstermek.” Mete’nin bahsettiği bu mental taktikleri müsabakaları sırasında görmek mümkün. Rakibi kritik bir atış yaparken gülümsediği fotoğraf Tokyo Olimpiyatları’nın en dikkat çekici karelerinden biri olarak hafızalara kazındı. Birlikte çalıştığı spor psikoloğu Cem Doğuhan Gizep, Mete Gazoz’un rahatlığı ve “en güçlü silahım” dediği gülümsemesiyle rakipleri üzerinde mental bir baskı kurduğunu söylüyor. Oldukça güçlü ve kendisinden kat kat tecrübeli rakipleri karşısındaki öz güvenli tavırları ve üst üste "10 puan"lar atarak kazandığı maçlar Mete’nin sporcu kişiliğini ortaya koyarken karakteriyle de ilgi görmesini sağlıyor. Kaynak: knowyourmeme.com Efsane Gazoz En büyük hedeflerinden biri gençleri spora teşvik etmek olan Mete Gazoz 7’den 77’ye herkesin ilgisini çekmiş durumda. Türkiye’ye dönüşünde onu karşılayan çocuklarla çektirdiği kendine has zafer hareketi pozu bunu kanıtlar nitelikte. Kariyerini uzun zamandır profesyonel bir ekiple yöneten Mete Gazoz, Olimpiyat yolunda pek çok markanın da desteğini aldı. Eğlenceli bir ayrıntı daha: Mete Gazoz 2017 yılından bu yana yerli bir gazoz firması tarafından destekleniyor.

Kalbimize atılan ok: Mete Gazoz

Ağustos 6, 2021

·

Makale

Nisan 20, 2024

·

Hikaye

Tokyo 2020: Olimpiyatlarda sürdürülebilirlik odağı

Geçtiğimiz haftaların en önemli gündem maddelerinden biri de Tokyo 2020 Olimpiyat Oyunları oldu. Yaşanan tüm olumsuzlukların arasında ülkece yüzümüzü güldüren tek konu sporcularımızın başarısıydı. Elbette sadece bizim değil tüm dünyanın gözü Tokyo’daydı. Dünyanın en büyük spor etkinlikleri arasında yer alan olimpiyat oyunlarının toplum, ekonomi ve çevre üzerinde etkisi oldukça büyük. Japonya sporun olumlu etkilerini artırmak ve sürdürülebilir oyunlar sunma sorumluluğunu yerine getirmek hedefiyle bir dizi çalışma gerçekleştirdi. Küresel sürdürülebilirlik sorunlarına çözüm modelleri sergilemek için yapılan ilham verici çalışmaların bazıları şöyleydi; Sporculara dağıtılacak madalyalar için (tümü 5.000 tane) bir kampanya başlatıldı ve Japon halkına kullanmadıkları elektronik cihazları geri dönüşüme bağışlamaları için çağrıda bulunuldu. Olimpiyat oyunları boyunca gördüğümüz madalyalar böylelikle geri dönüşümlü metallerden üretilmiş oldu. Olimpiyat Köyü ’ndeki 43 yarışma alanından 25’i mevcut yapılarken, 10 tanesi geçici olarak inşa edildi. Geri kalan 8 tanesi yerel yönetim tarafından bağışlanan ahşap (toplam 40.000 parça) malzeme kullanılarak sıfırdan inşa edilmiş. Bu ahşap malzemenin oyunlar tamamlandıktan sonra geri kazanılarak diğer kamu altyapı projelerinde kullanılacağı belirtiliyor. Yalnızca inşaat değil, köyde konaklayacak sporcuların oldukça dikkat çeken yatakları da sıkıştırılmış kartondan üretildi. Odalardaki tüm materyaller ise geri dönüştürülmeye müsait. Oyunları sürdürülebilir kılmayı amaçlayan bir diğer girişim ise bağışlanan plastik atıklardan yapılan podyumlar. Tokyo 2020 Olimpiyatları’nda kazananlar, 24,5 ton atık ev plastiğinden yapılan podyumlarda ödüllerine kavuştular. Plastik atıklardan yapılan bu podyumların oyunlardan sonra ürün ambalajına geri dönüştürüleceği belirtiliyor.

Tokyo 2020: Olimpiyatlarda sürdürülebilirlik odağı

Ağustos 10, 2021

·

Makale

Tokyo 2020'den geriye kalanlar

Pandemi nedeniyle ertelenen 2020 Tokyo Olimpiyatları, 8 Ağustos’ta sona erdi. Japonya hükümeti son anda olimpiyatların seyircisiz gerçekleştirileceğini açıklarken ülkede oyunların iptal edilmesi için protestolar düzenlendi. Japonya Olimpiyat Bakanı Tamayo Marukawa, satılan 4,48 milyon bileti alan sporseverlerden özür diledi. Oyunlar boyunca akredite olmuş kişilerden Covid-19’a yakalananların sayısı ise 250’yi geçti. Olimpiyatlara sportif rekabetlerin yanı sıra siyasi olaylar ve eşitlik mesajı veren sporcular da damga vurdu. Belaruslu koşucunun Polonya’ya ilticası Kristina Timanovskaya, millî takım yöneticilerini eleştirmesinin ardından kendi onayı olmadan millî takımdan çıkarılıp ülkesine geri götürülmek istendiğini söyledi. Havaalanında yardım isteyen ve geceyi Japonya makamlarının koruması altında bir otelde kalarak geçiren sporcu, ülkesine dönmekten korktuğunu belirterek Polonya’ya iltica talebinde bulundu. Polonya Dışişleri Bakan Yardımcısı Marcin Przydacz, Belaruslu koşucuya insani vize verdiklerini duyurdu. Belarus ise sporcunun duygusal durumu nedeniyle millî takımdan çıkarıldığını öne sürdü. BBC'ye konuşan Timanovskaya ise herhangi bir mental sağlık sorunu yaşamadığını ve Olimpiyat köyündeki doktorlarla herhangi bir görüşme yapmadığını söyledi. Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC), Belarus'un Timanovskaya'yı eve dönmeye zorlamaya çalıştığı iddialarıyla ilgili resmî bir soruşturma başlattı. Mental sağlık endişesi ABD'nin en çok madalya kazanmış jimnastikçisi 24 yaşındaki Simone Biles, mental sağlık endişesi gerekçesiyle takım finalinden ve ardından genel tasnif finalinden de çekildi. Tokyo'da da 6 altın kazanması beklenen yıldız atletin çekilmesi kamuoyunda şaşkınlık yaratırken ABD Jimnastik Takımı ve Eski First Lady Michelle Obama da dâhil olmak üzere pek çok sporcu ve ünlü, Biles'a destek mesajları gönderdi. Ayrıca, son dönemde mental sağlık sorunlarıyla boğuştuğunu belirterek tenise 2 ay ara veren 23 yaşındaki şampiyon tenisçi Naomi Osaka da Tokyo Olimpiyatı'nın meşalesini yakması sonrası erken turlarda elenmesinin ardından "çok fazla baskı var" dedi. Örgücü Daley Birleşik Krallık doğumlu yüzücü Tom Daley’in olimpiyat oyunlarını tribünden takip ederken örgü ördüğü anlar sosyal medyada viral oldu. "Bu süreç boyunca aklımı başımda tutan şeylerden biri de örgü ve tığ tutkum” diyen sporcu, el işlerini internetten satarak beyin tümörüyle mücadele eden hastalar için yardım topladığını açıkladı. Erkekler senkronize 10 metrede altın madalya alan sporcu, " Eş cinselim ve aynı zamanda bir Olimpiyat şampiyonuyum demekten inanılmaz derecede gurur duyuyorum" ifadeleriyle de gündeme gelmişti. Daley, “Umarım şu anda dünyanın herhangi bir noktasındaki, herhangi genç bir LGBT birey ne kadar yalnız hissederse hissetsin yalnız olmadığını görüyordur. Her şeyi başarabilirsiniz” demişti. İlk transseksüel sporcu Yeni Zelanda’da yapılan Olimpiyat Oyunları seçmelerinde, kadınlar halter kategorisinde seçilen Laurel Hubbard, olimpiyatlarda yarışan ilk transseksüel sporcu oldu. Hubbard, 87 kilogram kategorisinde koparma bölümünde 120 kg ve 125 kg kaldırma denemesi başarısız olduktan sonra yarışa veda etti. Elenmesinin ardından gazetecilere konuşan Hubbard, "Tabii ki olimpiyatlara katılmamla ilgili tartışmalardan haberdarım ve bu nedenle, sporun kapsayıcı ve tüm insanlar için olduğunu gösteren komiteye teşekkür ediyorum" dedi. Hâlihazırda halter dünya sıralamasında 17'nci sırada olan Hubbard, 2017 Dünya Şampiyonasına katılmış ve gümüş madalya kazanmıştı. Bir adım geriden: Uluslararası Olimpiyat Komitesi'nin 2015 yılında yaptığı yönerge değişikliğinin ardından oyunlarda transseksüel sporcular da yarışmaya hak kazanmıştı. Yönergelere göre Olimpiyat Oyunları’ndan 12 ay önce yapılan testlerde testosteron seviyesinin belirli bir seviyenin altında olması durumunda sporcuların kadınlar kategorisinde yarışabildiği belirtiliyordu. Ancak Hubbars’ın kadın takımında yarışmasının haksızlık olduğunu ve biyolojik olarak eşitsizlik yarattığını savunanlar da olmuştu. Komite, transseksüel sporcuların kadın yarışmalarına katılmasına izin veren kuralların Tokyo oyunlarından sonra değiştirileceğini duyurdu. Yetkililer, mevcut yönergelerin amacına uygun olmadığını ve bilimsel gelişmeleri gözden geçirdikten sonra tekrar düzenlenmesi gerektiğini söyledi. Çifte şampiyonluk Erkekler yüksek atlama final müsabakalarında Katar'dan Mutaz Essa Barshim ile İtalyalı sporcu Gianmarco Tamberi aynı dereceyi yaptı. 2,37 metre atlayan sporcuların şaşkınlıkları ve birinciliği paylaşmak istediklerini söyledikleri anlar olimpiyatların en çok konuşulan anlarından oldu.

Tokyo 2020'den geriye kalanlar

Ağustos 12, 2021

·

Makale

Sarper Günsal

Bu Olimpiyatla ilgili öğrendiğiniz sizi en çok şaşırtan bilgi? Bomboş bir stadyumun, harika bir koltuk tasarımıyla dolu gibi gözükmesinden etkilendim. Ama asıl Olimpiyat Oyunları’nın bir yıl gecikmeyle yapılmasına karşın “TOKYO 2020” olarak anılacağını öğrenmek beni çok şaşırttı. Ticari zihin, pazarlama hırsı ve marka kafasının gerçeğin önüne nasıl rahatlıkla geçebildiğini bir kez daha görüp üzüldüm. Yeteri kadar büyük bir gelir söz konusu olursa gelecek olimpiyatları “PARIS 1789” falan olarak bile izleyebiliriz. Sunarken en çok heyecanlandığınız an? Elimde oynayan takımlara dair hemen hiç bilgi yokken yaşamımda ilk kez softball maçı anlattım. Heyecan mı panik mi artık ne derseniz. Tokyo 2020'nin şu ana kadarki en unutulmaz anı/karesi neydi? Mete Gazoz’un altın madalya kazandığı an ve kadınlar üç adım atlamada Yulimar Rojas’ın dünya rekoru (maalesef K.Warholm'ün 400 engelli rekorunu göremedim). Uyandınız ve şu ana kadarki sonuçları biliyorsunuz, hangi atlet olmak isterdiniz? Atletizmde 800-1500m dublesi yapabilen herhangi bir atlet. Olmazsa biraz daha güler yüzlü bir Sifan Hassan. Görsel: Insider Olimpiyatlara bir oyun eklenecek, hangisi? Kriketin eklenmesini, boksun çıkarılmasını, bisikletin 16 dala yükseltilmesini ve break dance’in iptalini isterim.

Sarper Günsal

Ağustos 13, 2021

·

Makale

Cüneyt Kıran

Bu Olimpiyatla ilgili öğrendiğiniz sizi en çok şaşırtan bilgi? Açılışı sunmak üzere çalışırken 1912-1948 arasında mimarlık, resim, heykel, edebiyat ve müzik dallarının olimpiyatlar programında olduğunu öğrendim. Modern olimpiyatların kurucusu Baron Pierre de Coubertin antik dönemin oyunlarının felsefesi olan insanın sadece fiziksel olarak değil zihinsel olarak da gelişmesi düşüncesini modern oyunlara da uyarlamak istemiş ve bu sanat dallarının oyunlar programında olması için çaba sarf etmiş. Sunarken en çok heyecanlandığınız an? Biri 400 metre engelli yarışı. Yarışın son 100 metresinde tarihe tanıklık edeceğimi fark etmiştim ama tüm zamanların en iyi yarışlarından birini anlatmış olduğumu kronometrede Warholm’un 45.94’lük dünya rekoru zamanını ve diğer sporcuların aldığı sonuçları görünce anladım. Görsel: NTV Spor Diğeri Eda Tuğsuz’un Olimpiyat bronz madalyasına çok yaklaştığı kadınlar cirit atma finalindeki 6. Atışı. Cirit’in çimde saplandığı nokta ekrandaki sanal çizgide yarış üçüncüsünün attığı mesafeden birkaç santim daha ilerideydi. Eda’nın mesafesi açıklanana kadar geçen kısa sürede yaşadığım duyguları unutmam mümkün değil. Tokyo 2020'nin şu ana kadarki en unutulmaz anı/karesi neydi? Erkekler yüksek atlamada eşitliğin bozulmaması üzerine başhakem Can Korkmazoğlu, Barshim ve Tamberini’ye kuralları hatırlattı ve baraj atlayışı yapabileceklerini veya yarışmayı noktalayabileceklerini söyledi. Barshim’in şaşkınlık içinde “İki altın madalya olabilir miyiz?” sorusu ve ardından çok iyi dost olan bu iki sporcunun ortak sevinçleri en unutulmaz andı. Uyandınız ve şu ana kadarki sonuçları biliyorsunuz, hangi atlet olmak isterdiniz? Yasmani Copello. Ülkesini Olimpiyat finalinde temsil etmiş, ülke rekorunu tekrarlamış, Olimpiyat tarihinin en güzel yarışının bir parçası olmuş bir sporcu olmanın haklı gururunu yaşıyor olmak çok güzel bir duygu olsa gerek. Olimpiyatlara bir oyun eklenecek, hangisi? Doğrusunu isterseniz Olimpiyat Oyunları'nın daha fazla spor dalına ihtiyacı olduğunu düşünmüyorum. Eğer yeni eklemeler yapılacaksa bence Baron Pierre de Coubertin’in vizyonuna dönüp sanat formlarını tekrar oyunlara entegre etmeliler.

Cüneyt Kıran

Ağustos 13, 2021

·

Makale

Nihan Cabbaroğlu

Bu Olimpiyatla ilgili öğrendiğiniz sizi en çok şaşırtan bilgi? Özbekistan’ı temsil eden 46 yaşındaki cimnastikçi Oksana Chusovitina’nın 2021 yılında, 8.olimpiyat oyunlarına katılması. Sunarken en çok heyecanlandığınız an? Artistik jimnastik finallerinde, Ferhat Arıcan’ın madalyasının garantilendiği an. Ferhat ilk sırada serisini sunmuştu ve sıralaması kalan 7 sporcunun serisinin ardından belirlenecekti. Gümüş madalya pozisyonundayken son iki sporcudan birinin puanını açıklandığında, kendisinden düşük puan geldiği takdirde ülkemizin bu spordaki ilk madalyası gelecekti. O an çok heyecanlandım. Puan açıklandı, Ferhat’tan düşüktü. O an, sporcumuzun gözleri doldu, ben de anlatım odasında heyecandan yerimde duramıyordum. Büyük bir heyecan ve coşku yaşadım. 2016 Rio’da ilk anlattığım Türk sporcu Ferhat Arıcan’dı. 5 yıl sonra onun madalya kazandığı yarışmayı anlatmak benim için çok özeldi. Görsel: Anadolu Ajansı Tokyo 2020'nin şu ana kadarki en unutulmaz anı/karesi neydi? Gianmarco Tamberi ve Mutas Esa Barshim’ın altın madalyaya ortak oluşları. İki yakın arkadaş, zorluklar ve sakatlıkların ardından birlikte altını aldılar. Hem bir başarı, hem de bir paylaşım anı. O noktada iki sporcu da kazanma hırsından arınıp, sporun coşkusunu birlikte yaşamaya karar verdiler. Bence en unutulmaz an, Barshim’in iki altın madalya alabilir miyiz sorusunun ardından kutlamaya geçişiydi. Hakemin Türk olması da işin kaymağı. Görsel: Olympics Uyandınız ve şu ana kadarki sonuçları biliyorsunuz, hangi atlet olmak isterdiniz? Eski bir atlet olmam ve branşımın 400 metre olmasından dolayı Shaune Miller-Uibo diyeceğim. Olimpiyatlara bir oyun eklenecek, hangisi? Roller Derby eklensin isterim. İzlemesi çok keyifli, tam bir şehir sporu. Görsel: Outsports

Nihan Cabbaroğlu

Ağustos 13, 2021

·

Makale

Buğra Balaban

Bu Olimpiyatla ilgili öğrendiğiniz sizi en çok şaşırtan bilgi? Olimpiyat gibi devasa bir organizasyona hazırlanırken sadece anlatacağımız müsabakalara değil, onun yanında ev sahibi ülkenin kültürüne, kimliğine dair detaylara da göz atmayı tercih ediyorum. Bu yüzden olimpiyat öncesindeki birkaç hafta, bu yönde birçok bilgiye ulaştım. İlk aklıma geleni paylaşayım: Japonya’nın düşük aşılama oranı birçokları için şaşkınlık vericiydi. Ülkenin kendi çetrefilli onay sürecinden, epey yavaş şekilde geçen aşılara kamunun da düşük ilgi göstermesinin temelinde 1990’lara dayanan bir olay yatıyormuş. O dönem uygulanan bir karma kızamık, kabakulak ve kızamıkçık aşısının, menenjite sebep olduğundan şüphelenilmiş. Tam kanıtlanamasa da televizyon programlarında yaratılan havanın da etkisiyle aşılama devam etmemiş, bugün dahi bu üç hastalığın karma aşısı uygulanmıyormuş Japonya’da. Takip eden birçok aşılama programını da sekteye uğratmış orada oluşan mental travma. Sunarken en çok heyecanlandığınız an? Japonya-Belçika kadın basketbol çeyrek finali. Sadece anlattığım değil, aynı zamanda izlediğim en keyifli kadın basketbol maçıydı ki birçok yabancı kaynaktan da tarihin en iyi kadın basketbol maçlarından biri yorumunu okudum. Baştan sona çok yüksek yoğunlukta, iki tarafın da maçtan kopmadığı bir 40 dakika izledik ki yaklaşık 20 saniye kala gelen bir üçlükle, tek sayı farkla kazanıp tarihinde ilk kez yarı finale çıktı Japonya. Devamı da finalle geldi zaten. Harika bir müsabakaydı. Görsel: FIBA Tokyo 2020'nin şu ana kadarki en unutulmaz anı/karesi neydi? Bu soru herkesin daha yakın hissettiği branşa göre değişir elbette ama ben olimpiyatın merkezinde her daim atletizmi gördüğüm için oradan bir an seçeceğim. Erkekler yüksek atlamada Mutaz Essa Barshim ve Gianmarco Tamberi’nin altını paylaşmaya karar verdikleri o sekansı uzun süre unutamayacağım. Tamberi’nin 2016’yı takip eden süreçte sakatlık dönüşünde yaşadığı zorluklar, bir Diamond Lig yarışında kötü atladıktan sonra kimseyle konuşmayıp kendini odasına kapattıktan sonra Barshim’in gelip zorla kapıyı açtırması, onunla sohbet edip rahatlatması, daha iyi olacağına ikna etmesi gibi aralarındaki arkadaşlığın temelini oluşturan sayısız hikâye var arka planda. Tüm bunların üzerine, birkaç sene içinde beraber altına ulaşmaları çok özeldi. Simone Biles’ın takım finalinden ve devamında genel tasniften çekilmesi, Yulimar Rojas ve Karsten Warholm’ün rekorları, Ariarne Titmus’un Katie Ledecky’yi 400 metrede geçtikten sonra antrenörünün çılgına dönüşü, bizim tarafta Mete Gazoz’un baskı anlarında kameraya 32 diş gülüşü ve Ferhat Arıcan’ın jimnastikte Türkiye’nin ilk madalyasına ulaşması da kolay unutulamayacak anlar arasındaydı. Uyandınız ve şu ana kadarki sonuçları biliyorsunuz, hangi atlet olmak isterdiniz? Seçmek çok zor. Milli takım seçimlerinde uzun süre ana parçalardan biri olmayıp burada olimpiyat asist rekoruyla turnuvanın en iyi beşine seçilen Rui Machida, harika üçlemeler yapan Sifan Hassan ve Elaine Thompson-Herah ya da Usain Bolt çağının ardından 100 metre krallığının tahtına kurulan Marcell Jacobs fena seçenekler değil. Olimpiyatlara bir oyun eklenecek, hangisi? Bence yeterince spor mevcut, yenileri eklenmeden önce bazılarının çıkarılmasını konuşmak gerekiyor hatta. Yine de illa bir spor eklenecekse squash olabilir.

Buğra Balaban

Ağustos 13, 2021

·

Makale

Başak Koç

Üst üste 3 büyük turnuva oynamak nasıl bir etki yapabilir, takımın şu an çok göz önünde olması vs. olumlu mu etkiler yoksa baskı mı oluşturur? Voleybolun turnuva takvimi her daim çok yoğun oldu. Yeni bir durum değil. Hedefler doğrultusunda hareket ederek, sürdürülebilir performans adına oldukça zorlayıcı süreçler tabii. Milli Takım sezonunda kadroyu olabildiğince geniş tutmak gerekiyor. Sadece fiziksel performans da yetmiyor. Mental olarak güçlü ve dayanaklı yapıda olmamız lazım. Kısa süreli psikolojik destekler suya atılan imza niteliğinde kalıyor. Türk insanı olarak en zayıf halkamız mental üstünlük. Göz önünde olmak spor endüstrisi adına avantajlı ama bu süreci iyi yönetmek gerekiyor. Bunu ne kadar başarabiliyoruz. Bence soru işareti! Pandemi döneminde millî takım oyuncularıyla birlikte yayınlar yaptınız, sizce bu süreçte onların hem mental hem de fiziksel olarak hazırlıkları nasıldı? Kulüpler olabildiğince bağları koparmadan sporcuları ayakta tutmaya çalıştılar. Sporcular da ailelerine ayıramadıkları vakitleri bu dönemde bir nebze yaratabildiler. Yalnızlaştığımız ve içsel hesaplaşmaların arttığı bir süreç yaşadık ve hala etkisi sürüyor maalesef. Hazırlık yapmayı, sistematik çalışmayı, geleceğe yatırım yapmayı çok tasarlayabilen bir sporcu havuzumuz olduğunu düşünmüyorum. Olimpiyatlarda da voleybolda ne kadar başarılı olduğunu gördük A Millî Kadın Voleybol takımının ve Türkiye'de voleybolun yükselişini nasıl buluyorsunuz? Başka neler yapılabilir? Çıta her geçen gün yükseliyor. Londra 2012’den sonra Tokyo Olimpiyat Oyunları’nda geldiğimiz nokta sevindirici tabii. Kore maçına kadar tutturulan ivme, genel performansın mücadeleci ruhla temsil edilmesi de artı bir değer. Ancak öğrenmemiz ve öğretilmesi gereken en önemli nokta ‘rakibi asla küçümsememek’. Bazı anları yeterli buluyoruz ama her daim daha iyisi var. Potansiyelli sporculardan daha renkli oyun da bekliyoruz. Varyasyonlardan uzak, statik oyun çoğu takımın sıkıntısı bence. Bunun için de az önce de belirttiğim gibi düşünce yapımızda inovasyona ihtiyaç olduğu kanısındayım. Görsel: Ntv Spor Duyguları doruğunda yaşayan ve yaşatan bir takımla karşı karşıyayız. Peki sizin için anlatmaktan en keyif aldığınız maç; unutamadığınız en kritik sayı; mücadelenin en yoğun olduğu turnuva hangisiydi? 27 senelik voleybol hayatımın yanı sıra 2008 Pekin Olimpiyat Oyunları’ndan bu yana dünyanın bütün organizasyonlarında ekranda mikrofon başında oldum. Anlattığım maç sayısı, sayısız:) Türkiye’de kadın spikerin olabileceğini göstermemin ötesinde; maçı hikâyeleştirerek anlatmak, sahadaki ruhu izleyicilere yansıtmak, son topa kadar vazgeçilmemesi gerektiğini enerji olarak hissettirmek gibi değerler benim için çok değerli. Bu kriter çerçevesinde sadece benim unutamadığım değil sanıyorum ki herkesin de unutamadığı tekrar tekrar oturup izlediği olimpiyat elemeleri ve Polonya maçı! Spor medyasında daha fazla spor içerisinden gelen insanların yer aldığını görüyoruz, bir yandan disiplinler arası bir alan olmaya çok açık sizin bu konu hakkında görüşleriniz neler? Ben çok fazla olduğu kanısında değilim. Olmalı mı? Olsa iyi olur ama şart değil. İnsani olarak empati gücü yüksek, fair-play ruhunu benimseyen, sporun gerçek değerlerini hem hissedip hem de kelimelerin gücüyle bunu aktaran sayısı ise maalesef yok denecek kadar az. Spor medyası ve genel açıdan spikerler ve yorumcular maalesef ki çoğu tembel. Araştırma, geliştirme, farklılık yaratma kısmında çok fazla açığımız olduğu kanısındayım. Son olarak Avrupa şampiyonası ile ilgili tahminlerinizi alalım, bu takımın potansiyelini nerede görüyorsunuz? Avrupa Şampiyonası bu senenin hedef turnuvası. Olimpiyat Oyunları’nın ardından kadroda değişiklikler de yapıldığını görüyoruz. Potansiyelimiz var ama potansiyeli performansa aktaramazsak yine zorlu bir turnuva. Ama her daim takımımıza inanıyoruz. Yolları açık olsun.

Başak Koç

Ağustos 20, 2021

·

Makale

Olimpiyatlar ve cinsiyet eşitliği

(Görsel: The Quint) Olimpiyatların kökeni Antik Yunan'da yapılan şenliklere dayanır. Tarihte yapılan ilk olimpiyatlar, Tanrı Zeus adına yapılan şenliklerdi. Önceleri sadece bir gün süren koşullardan oluşan oyunlara sonraları değişik mesafelerde yarışlar ve branşlar eklenerek şenliklerin süresi de beş güne çıkarıldı. İlk başlarda ölülerin ruhlarının sekiz yılda bir dirileceği inancıyla aynı sürede düzenlenen oyunlar, daha sonra dört yılda bir yapılmaya başlandı. Modern dönem olimpiyatları ise, Baron Pierre de Coubertin ’in girişimi ile 1896 yılında Atina'da düzenlendi ve ardından her dört yılda bir yapılmaya başlandı . Bu oyunlarda 14 ülkeden toplamda 241 sporcu yarıştı. Ancak bu sporcuların hepsi erkekti. Kadınlara tam 14 yıl boyunca yarışma hakkı tanınmadı. Tâ ki 1900’de kadınlara olimpiyatlarda yer alma şansı verilene dek…. Katılan 997 sporcudan sadece 22’si kadındı. Kadınlar antik olimpiyatlarda, sporun istenmeyenleri olmuşlardı. Bu durum modern olimpiyatların başlangıcında da devam etti. Kaldı ki Baron Coubertin’in, yaymaya çalıştığı olimpizm bakış açısı içerisinde kadınlara pek yer yoktu. Ancak 1970’li yıllardan sonra feminist mücadelenin de etkisiyle kadınlar olimpiyatlarda söz sahibi olmaya başlamıştır. Modern olimpiyatların başlangıcında Charlotte Cooper adlı bir kadın tenisçi 11 Temmuz 1900’de Paris’te tarih yazdı ve ilk kadın olimpiyat tenis şampiyonu oldu. Bu başarı birçok kadın için yol gösterici ve heves uyandırıcı olmuştur. Ertesi süreçte kadın sporcuların sayısı ve mücadele ettikleri branş sayıları da gün geçtikçe arttı . Uluslararası Olimpiyat Komitesi ( IOC ) ise, sporda cinsiyet eşitliğine kendini adamıştır. tüzüğünde, IOC'nin rolü “ kadınların ve erkeklerin eşitliği ilkesini uygulamak amacıyla, her düzeyde ve tüm yapılarda kadınların sporda ilerlemesini teşvik etmek ve desteklemek ” sözleriyle belirtilir . Pandemi sebebiyle bir yıl gecikmeli olarak yapılan 2020 Tokyo Olimpiyat Oyunları, 206 ülkeden 11 bin sporcuyla başladı. Tokyo’da yarışan tüm sporcuların yüzde 49 ’unun kadın sporcular olması sporda kadın-erkek temsiliyetinin eşitlenmesi yolunda olumlu bir örnek. Tam 120 yıl sonrasında, Tokyo’da söz konusu temsiliyetin neredeyse eşitlenmesi tarihi önemde bir gelişme. Bu başarı umalım ki gelecek yıllarda korunarak sürsün . Bu yıl sporcularımız 18 branşta toplamda 108 sporcuyla ülkemizi temsil etti. Bu sporcuların ellisini kadın sporcularımız oluşturmakta. Kadın sporcuların temsil oranı yaklaşık olarak olimpiyatların genel seviyesiyle eşit. Birçok firma ve kuruluş ise başlattığı projelerle kadın sporcularımıza bu yolda destek olmaya devam ediyor. Azimli ve başarılı sporcularımız ise bu yolda emin adımlarla ilerliyorlar. Kadın ve erkek temsiliyeti 2000’lerin başından beridir yüzde 10 arttı. Türkiye’de bu anlamda en dikkat çekici örneklerden biri 2012 Londra Yaz Olimpiyatları ’nda 66 kadın ve 48 erkek sporcuyla mücadele edilmesi olmuştu . Öte yandan spordaki bu temsiliyet artışı, umarım yüzde 15 seviyelerindeki istihdam edilen kadın oranlarına da yansır… Sonuç olarak olimpiyat yolunda dünden bugüne kadınlar dikenli bir dizi yol aştılar. Hem de çoğu zaman erkeklerin koyduğu çerçeveleri, blokları, engelleri... Severek, güçle, zarafet ve hırsla bu yolda yürüdüler. Böylesine başarılı kadınlara bu yolda eşlik etmek, başarılarını dile getirmek ise bizim boynumuzun borcu... Umalım ki gelecek yıllarda genç sporcuların önünde kadın rol modeller artarak çoğalsın. Böylece 2024 olimpiyatlarında kadın-erkek temsiliyeti eşitlenir ve “ Cam tavanları nasıl kırarız? ” temalı soruları değil “ hangi başarıları yakaladığımızı ” konuşuruz . Ece Dikmenli

Olimpiyatlar ve cinsiyet eşitliği

Ağustos 20, 2021

·

Makale

Tokyo 2020 Olimpiyat Meşalesi

Olimpiyatlardan bahsederken oyunların en önemli simgesi olan Olimpiyat meşalesini konuşmadan olmaz. Olimpiyat meşalesi bütün Olimpiyat yarışmaları boyunca yanarak tarihi ve modern oyunların devamlılığını simgeliyor. Olimpiyatlara ev sahipliği yapan ülkede oyunlar başlarken seremoniyle yakılan, elden ele dolaştırılan bu meşale oyunların kapanış seremonisine kadar söndürülmüyor. Olimpiyatlara ev sahipliği yapan ülkenin önde gelen tasarımcılarından birine verilen meşale tasarımı projesi her seferinde o ülkeyi sembolize etmesi için yeniden tasarlanıyor. Japonya’nın ev sahipliğini yaptığı 2020 Olimpiyat oyunlarının meşale tasarımını ünlü Japon tasarımcı Tokujin Yoshioka gerçekleştirdi. Japonya’nın ünlü kiraz çiçeği ağacını ana formu olarak kullanan tasarımcı ülkesini temsil eden modern bir forma ulaşmış. Tasarımcı bu formun doğal afetten çıkan Japonya için umut sembolü olarak gördüğünü söylüyor. Alüminyumdan yapılan meşalelerde, 2011’de Japonya’yı kötü etkileyen deprem ve tsunamini için kurulan geçici konutlardan geri dönüştürülmüş alüminyum kullanılmış. 71 cm boyunda ve 1 kg ağırlığındaki meşale oyunlar boyunca tüm Japonyayı dolaştı. Şöyle bir geçmişe bakarsak 2016 yılında Brezilya’nın Olimpiyat meşalesini Chelles & Hayashi Design ve 2012 Londra Olimpiyatlarının meşalesini de İngiltere’nin ünlü tasarım ikilisi Edward Barber and Jay Osgerby tasarladı. Olimpiyatlara bir gün Türkiye ev sahipliği yaparsa kime tasarımı düşer bilinmez ama şimdiden evrene pozitif enerji vermek için ben gönüllü oluyorum.

Tokyo 2020 Olimpiyat Meşalesi

Ağustos 20, 2021

·

Makale

Tokyo 2020 Olimpiyat Madalyaları

Temelleri MÖ. 8. yüzyılda Olimpiya’da gerçekleştirilen antik oyunlara dayanan günümüz olimpiyatları, kuşkusuz ki sporcular için en önemli organizasyondur. Sporcuların sınırlarını sonuna kadar zorladıkları ve ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalıştıkları bu organizasyon; tasarım ve tasarım tarihi açısından da her dönemde bir o kadar önemli olmuştur. Mimariden, modaya her alanı etkileyen bu organizasyonun 2020 madalyalarını inceliyoruz. Junichi Kawanishi, tasarladığı madalyalarla atletlerin disiplin ve azim dolu çalışmalarını yansıtmayı hedefler. Parlatılmış taşlara benzeyen madalyalar, atletlerin çok çalışmanın sonucunda ulaştıkları başarıyı yansıtır. Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nin kuralları dahilinde her madalyanın sahip olması gereken 3 özellik vardır: Panathinaikos Stadyumu önünde duran Zafer Tanrıçası Nike Olimpiyatların resmi adı Games of the XXXII Olympiad Tokyo 2020 Olimpiyat Halkaları Kazanan başvuru, ichimatsu moyo (dama motifi) ve kasane no irome (geleneksel olarak kimonoların üst üste giyilerek doğru renk ve motifleri elde etme yöntemi) denilen geleneksel Japon motiflerini modern bir yorumda bir araya getirir. Madalyaların kurdelelerinde yansıtılan bu tasarım, Japon kültürünün farklı ama bir arada bulunan parçalarını ve Tokyo 2020’nin vizyonu olan "Uyumdan doğan inovasyonu" yansıtmayı hedefler. Tasarımların en çok konuşulan özelliklerinden biri de bütün madalyaların Nisan 2017 ve Mart 2019 arasında bağışlanan telefon ve diğer elektronik aletlerin geri dönüştürülmesinden elde edilmesi. Proje için belediyeler tarafından 78,985 tondan fazla cep telefonu ve diğer küçük elektronik eşya toplanmış ve bunlardan 32 kilogram (kg) altın, 3,500 kg gümüş ve 2,200 kg bronz elde edilmiştir. Madalyaların kılıfı ise Japon dişbudak ağacından, geleneksel yöntemleri ve modern teknikleri birleştiren zanaatkarlar tarafından elde üretilmiştir. El üretimi olan bu kutular her bir sporcunun biricikliğini yansıtmayı hedefleyerek tasarlanmıştır.

Tokyo 2020 Olimpiyat Madalyaları

Ağustos 20, 2021

·

Makale

Olimpiyat piktogramları

Tokyo 2020 Olimpiyat açılış seremonisini izleyip hayran olmayan yoktur heralde. Bu hafta Olimpiyatlar konusunda yazıyoruz. Ben de piktogram tasarımından bahsedeceğim. Piktogramı bir objenin, yerin, işleyişin veya kavramın resmetme yoluyla sembol ile temsil edilmesi olarak tanımlayabiliriz. Olimpiyatlar uluslararası etkinlikler olduğu için aslında ortak bir dili yok, bu yüzden evrensel ve açık sembollerle iletişim kurmak en iyi yöntem. Bu yönüyle bana havaalanlarını -nonplaces- hatırlatıyor. Olimpiyat Oyunları piktogramları ilk kez 1964'te Tokyo'da tanıtılmış. Ancak 1964'te Tokyo'daki Yaz Oyunları'nda çalışan tasarımcılardan oluşan ekip, bugün bildiğimiz sistemi şekillendirmek için çok şey yaptı. “Mesajı anlamak için şekilleri ve boyutları minimuma indirdiler. Japonlar dil sorunuyla karşı karşıya kaldılar. Japonya dışında kimse Japonca konuşmuyor. Bu yüzden gerçekten diğer ülkelerdeki tüm insanlar için işe yarayacak bir şey bulmaları gerekiyordu. Sözsüz bir sistem.” diyor Uluslararası Olimpiyat Tarihçileri Derneği'nin Genel Sekreteri Markus Osterwalder. “Bu Oyunların amblemini alın örneğin Olimpiyat halkalarının üzerindeki kırmızı bir disk ve Tokyo 1964 kelimelerini herhangi bir parçasını çıkarmaya çalışırsanız, artık çalışmaz. Çok basit yeni bir dil ve tamamen yeni bir grafik tasarım biçimi icat ettiler. İlk kez spor fotoğrafçılığını ve grafik öğe olarak tipografik birliği kullandılar. Bu daha önce hiç olmamıştı. Tokyo 1964, ne yapmak istediklerini bilen ve harika işler çıkaran parlak tasarımcılara sahipti. Örneğin, erkek ve kadın tuvaletleri için piktogramı icat eden Tokyo 1964 idi.” Piktogramlar ilk kez Lillehammer 1994 Oyunları için bir hikaye anlatıcılığında kullanılmış.Bir mağarada bulunan 4.000 yıllık ünlü kaya oymacılığı ile hikaye aktarmışlar. Böylece ilk kez, bir ülkenin mirası, Norveç'e ait olan ve kış veya kış sporları ile bağlantılı olan grafik tasarıma dahil edilmiş. Piktogramların bir hikaye anlatmaya başladığı yer burası olmuş. O zaman hikaye anlatıcılığın en iyi örmeklerinden Tokyo 2020 açılış seremonisi ile yazımı bitiriyorum. Üç boyutun nasıl iki boyuta indirildiğini bize tekrar üç boyutla aktaran bir şov!

Olimpiyat piktogramları

Ağustos 20, 2021

·

Makale

Japonya Ulusal Stadyumu

Japon tasarım stüdyosu Kengo Kuma and Associates, Tokyo 2020 Olimpiyatları için tasarladıkları 68.000 kişilik Japonya Ulusal Stadyumu'nun saçaklarını sedir panellerle kapladı. Tokyo Meiji-Jingu Park'ındaki yapı, hem olimpiyat oyunlarının açılışına hem de atletizm etkinliklerine ev sahipliği yapmak üzere tasarlandı. Koronavirüs nedeniyle ertelenen olimpiyatlar öncesinde 2019 yılında tamamlanan stadyum, büyük bir oval formunda. Ana yapısı, lamine karaçam ve sedir kirişleri ile çelikten yapılmış bir çatı yapısıdan oluşuyor. Oturma alanlarının arkasında, her katın kenarlarını saran ve 47.000 bitki içeren sirkülasyon alanları bulunuyor. Bu yeşillik dışarıdan görülebiliyor ve stadyumun çevredeki yeşil ortamla uyum sağlıyor. Yapının dışında Japonya'nın 46 bölgesinden toplanan sedir ve Okinawa'dan Ryukyu-çamıyla kaplı bir dizi saçak yer alıyor. Saçaklar, güneş ışığını ve yağmuru dışarıda tutarken havanın dolaşımını teşvik ederek işlevsel faydalar sunuyor. Stadyum, tekerlekli sandalye kullanıcıları için 450'den fazla yer, çatıda elektrik üreten güneş panelleri ve arenanın yeşilliklerini sulamak için kullanılan yer altı sarnıçlarında yağmur suyu toplama noktaları ile tamamlandı.

Japonya Ulusal Stadyumu

Ağustos 20, 2021

·

Makale

En Başarılı Olimpik Takım: Kadın Golbol Milli Takımı

Olimpiyatlarda Kadın Basketbol ve Kadın Voleybol takımlarının başarılarına hepimiz aşinayız ancak Türkiye’nin Olimpik anlamda en başarılı Milli Takımı pek gözler önünde değil. 2012 Londra Paralimpik Oyunları’na gitmeyi altın golle kaçıran, 2016’da en büyük favori olarak katıldığı Rio Paralimpik Oyunları’nda şampiyon olarak Türkiye’nin takım sporlarında tarihindeki ilk Olimpiyat şampiyonluğunu getiren Türkiye Kadın Golbol Milli Takımı, bu yazının yayınlandığı saatlerde 2020 Tokyo Paralimpik Oyunları’nda altın ya da gümüş madalyanın sahibi olmuş olacak. Ekilen Tohumlar Golbol’un 2000li yıllarda Türkiye’deki gelişimi, içinde “tesadüf” kelimesini pek barındırmıyor. Görme Engelliler Spor Federasyonu’na bağlı olan branşta, 2008’den itibaren görme engellilerin okuduğu okullar taranarak bulunan oyuncular oldukça genç yaştan itibaren yoğun kamp dönemlerine girerek başarıyı sağlamaya başladılar. 2008’de atılan adımların ardından 2012’de oyunlara katılımı kılpayı kaçıran Millilerin bu tarihten itibaren uluslararası alanda elde ettiği Avrupa Şampiyonluğu ve Dünya 2.liği gibi başarılı sonuçlar 2016 Rio Olimpiyatları’na giden yolun da habercisi oldu. 2016’ya gelindiğinde Türkiye, Paralimpik Oyunları’nda altın madalyanın en önemli adaylarından biri olarak görülüyordu. Grubu 37 gol atarak 1.sırada tamamlayan Golbol Milli Takımı İsrail, Amerika Birleşik Devletleri ve finalde 2012 şampiyonu Çin’i yenerek altın madalyaya uzandı. Görsel: Paralympic Games “Kazanan” Ruhlu Bir Takım Yaratmak Bir yıl ertelenen Tokyo Paralimpik Oyunları’nda şampiyon takımdan kadroda kalan tek oyuncu, katıldığı pek çok uluslarası turnuvada en skorer oyuncu olan şutör Sevda Altunoluk’tu. Rio’da 36 gol ile en skorer oyuncu olan Sevda Altınoluk, Tokyo’daki ilk maçında ev sahibi Japonya’ya 7 gol atarak nasıl bir turnuva geçireceğinin sinyallerini vermişti. Tokyo’da henüz finale gelmeden 36 gol kaydeden Sevda Altınoluk, bir önceki oyunlarda sergilediğinden daha üstün bir performansla bu branşın en önemli yıldızlarından biri olduğunu birkez daha gözler önüne serdi. Tokyo’ya gelirken milli takımın yaşadığı savunmacı orta oyuncu eksiğini normalde bir hücum oyuncusu olmasına rağmen çok başarılı bir şekilde dolduran Reyhan Yılmaz, takıma “kalesinde devleşen” savunmasıyla katkı sağladı. Henüz 17 yaşında ilk uluslararası maçına Paralimpik Oyunları’nda çıkan Fatma Gül Güler ise as kadroda yer alarak performansıyla göz doldurdu. Kader Çelik, Sevtap Altınoluk ve Şeydanur Kaplan da kenardan gelerek takıma katkı sağlayan isimler oldular. En Başarılı Olimpik Takım Sporu Türkiye 2016’nın ardından yeniden altın madalya kazanırsa kadınlarda Kanada’dan sonra üst üste 2 Paralimpik altını alan tek ülke olacak. Ayrıca madalyanın rengi ne olursa olsun 2012’de erkeklerde bronz, 2016’da kadınlarda altın madalyanın ardından Türkiye golbolda Paralimpik Oyunları’ndaki 3. Madalyasını kazanacak. Türkiye’nin Olimpiyat ve Paralimpik Oyunları’nda takım sporlarında madalya kazandığı tek branş golbol. Görsel: Paralympic Games Golbol Nedir, Nasıl Oynanır? 2.Dünya Savaşı’nın ardından görme yetilerini kaybetmiş askerler için bir rehabilitasyon aktivitesi olarak 1946 yılında Avusturyalı Hanz Lorenzen ve Alman Sett Reindle tarafından bulunan golbol, ilk defa 1976 Toronto’da Paralimpik Oyunları programına dahil edildi. Üçer kişilik iki takım halinde, zilli bir topla oynanan oyunda farklı görme kaybı derecelerine sahip oyuncular görmelerini tamamen engelleyecek özel gözlüklerle sahaya çıkar ve bu sayede adalet sağlanı. 1.250 gram ağırlığındaki top, 9 metrelik kale ve 10 saniye hücum süresi oyunun dinamik bir şekilde ilerlemesini sağlar. 12 saniyelik iki devre şeklinde oynanan oyunda oyun sırasında sessizliğin korunması gerekmektedir.

En Başarılı Olimpik Takım: Kadın Golbol Milli Takımı

Eylül 3, 2021

·

Makale

Kadınların Olimpiyatlara Katılımı

İlk modern olimpiyat, uluslararası dostluk ve barışı güçlendirme amacıyla 1896 yılında kadın sporcu olmadan gerçekleştirilmiş . Modern olimpiyatların kurucusu Baron Pierre de Coubertin’in kadının olimpiyatlardaki rolünün galibiyet takdir etmek olduğunu söylediği düşünüldüğünde şaşırtıcı bir bilgi değil. Fakat kadınlar bunun karşısında sessiz kalmamış. Burada Yunan atlet Stamati Revithi’yi anmak gerek. Olimpiyat maratonuna katılımı engellendiği için maratonun ertesi günü kendi başına koşmuş ve hatta kendisine bu yüzden tragedya tanrıçası/müzü ( muse of tragedia ) lakabı takılmış . Her ne kadar ilk olimpiyat bakımından Revithi ciddiye alınmamış gibi gözükse de 1900 yılında gerçekleştirilen ikinci olimpiyatlarda kadınlar yarışmaya başlamış. Fakat bu olimpiyatlarda 997 atletten yalnızca 22’sinin kadın olması, 18 branş varken kadınların golf, tenis ve yelken olmak üzere sadece 3 branşta yer almaları ve Amerikalı olimpiyat şampiyonu Abbott’a madalya yerine porselen çanak verilmesi kadın katılımının tam anlamıyla gerçekleştiğini söylememizi mümkün kılmıyor. Sonra gerçekleştirilen olimpiyatlarda kadın branşlarının eklendiğini görsek de gerek branş gerekse yüzde olarak kadın katılımının eşitlenmesi zaman alıyor. Nitekim olimpiyatlardaki kadın katılım oranları 1920’de %2.4, 1960’ta %11.4, 1980’de %21.5, ve 2000’de %.38.2. Revithi’nin maratona katılma talebini 1896’da iletmesine rağmen kadın sporcuların ancak 1984’te maraton koşmalarına izin verilmesi ya da kadınların futbol branşında ancak 1996 yılında yarışabilmesi de bunu destekler nitelikte . Fakat birçok alanda olduğu gibi olimpiyat alanında da kadın mücadelesi belirli bir başarıya ermiş gözüküyor. Nitekim 2020 olimpiyatlarında kadınların katılım oranı %48.8 ve kadınlar 46 branşta yarışırken erkekler 45 branşta yarışıyor. Bu doğrultuda, 2020 Olimpiyatları’nın cinsiyet eşitliği açısından dengeli olması ümit veriyor. Burada belirtmek gerek, Olimpiyat Tüzüğü ( Olmypic Charter ) de kadın ve erkek eşitliğine vurgu yapmakta ve kadınların sporda desteklenmesi görevini Uluslararası Olimpiyat Komitesi’ne ( International Olympics Committee ) yüklemekte. Fakat bu görev keşke Uluslararası Olimpiyat Komitesi’nde daha fazla kadın üye görmemize de katkı sağlasa. Şu an komite üyesinde kadın temsil oranı %37.5 iken yönetim kurulunda bu oran %33.3. Olimpiyatlara katılım açısından eşitlik sağlanmış gözükse de eşitsizlik birçok alanda kendini göstermeye devam ediyor. Önce Türkiye’deki kadın sporcuların olimpiyatlara katılımına sonra da bu eşitsizlik örneklerine bakalım.

Kadınların Olimpiyatlara Katılımı

Eylül 10, 2021

·

Makale

Olimpiyatlarda Türk Kadınları

Türkiye ilk olarak kendisine gelen davet üzerine 1924 Paris Olimpiyatları'na katılmış . Kurtuluş Savaşı’ndan çıkmış ve yeni kurulmuş bir devletin olimpiyatlara hemen katılabilmesi özellikle takdir edilmesi gereken bir husus. Belki Cumhuriyetin ilk yıllarını çalışma hevesinde olanlar bu konuya da bir ara bakar (!). Neyse biz dönelim kadınlara. 11. Yaz Olimpiyat Oyunları (1936/Berlin), kadın sporcularımızın katıldığı ilk oyunlarmış. İlk kadın sporcularımız ise: Halet Çambel ve Suat Fetgeri Aşeni. Kadın sporcu sayımızın artışını tespit edebilmek için 20 yıllık periyodlara baktım. Türkiye Olimpiyat Komitesi websitesinin “ sporcu arama ” uzantısına girdiğinizde sporcuları tespit edebiliyorsunuz. Karşılaştığım ilk tablo biraz üzücüydü; nitekim 1956’da hiçbir kadın sporcumuz katılım göstermemiş. 1976’da tek kadın sporcu ve 1996’da ise 9 kadın sporcu ile olimpiyatlara katılmışız. 2016 yılında ise tablo daha sevindirici. 49 kadın sporcumuz olimpiyatlarda yarışmış. Türkiye Olimpiyat Komitesi 2020 olimpiyatları için henüz listeyi güncellememiş gözüküyor. Ben bir haber sitesinden voleybol takımımız dışında 74 sporcunun 33’ünün kadın sporcu olduğunu tespit edebildim. Peki başarılarımız nasıl ( iç ses: kadınların başarısını nasıl da hemen üstlendin )? Kadın sporcularımızdan gelen ilk madalya 1992 yılında judo kategorisinde gelmiş: Hülya Şenyurt. İlk altın madalyamızı ise halter kategorisinde 2004 yılında Nurcan Taylan ile kazanmışız. Ben bu yazıda ilk başarıları vermekle yetiniyorum ( dış ses: yazılarının hepsini okuyamadım diyen arkadaşlarım için çok uzun yazmamaya çalışıyorum ). Fakat siz merak ediyorsanız, belirtmiş olduğum websitesine gidip her dönemdeki kadın sporcularımıza ve başarılarına ulaşabilirsiniz. Bu vesileyle şu ana kadar olimpiyat turnuvalarına katılım göstermiş tüm kadınlara canım kadınlar diyor ve bu bölümü 2020 yılında ülkemize madalya getiren kadın sporcularımızın isimleriyle bitiriyorum. Ayağınıza taş değmesin Busenaz Sürmeneli, Buse Naz Çakıroğlu, Hatice Kübra İlgün, Yasemin Adar ve Merve Çoban.

Olimpiyatlarda Türk Kadınları

Eylül 10, 2021

·

Makale

Kadın Kategorisi Üzerine

Olimpiyatlarda kadın konusunu konuşurken değinmek istediğim başka bir konu da bazı interseks kadınların kadın kategorisinde yarışmasına izin verilmeme hususu. Türkiye’de bu konunun konuşulduğuna pek rastlamadım; fakat bu husus Dünya açısından bir hayli güncel. O kadar güncel ki şu an bu konu İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (“İHAM”) önünde: Caster Semenya davası . Uluslararası Amatör Atletizm Federasyonu ( International Amateur Athletic Federation (şu anki adıyla Dünya Atletizm Birliği ( World Athletics )) tarafından çıkarılan “Kadın Kategorisinde Yarışabilme Kriterleri Yönetmeliği (farklı cinsiyet gelişimine sahip atletler)” ( Eligibility Regulations for the Female Classifications (athletes with differences of sex development ) doğrultusunda olimpiyat ve dünya şampiyonu atlet Semenya’nın yarışmalara katılımı testesteron oranı yüksek olduğu gerekçesiyle engellendi. Semenya önce yönetmeliğin iptali için Spor Tahkim Mahkemesi’ne ( Court of Arbitration for Sports ) (“CAS”) başvurdu. Yeri gelmişken bahsetmek gerek. Daha önce CAS benzer bir uyuşmazlık olan Dutee Chand davasında hiperandrojenist olmaya bağlı olarak yüksek testesteron seviyesine sahip olmanın sporda önemli oranda avantaj sağladığı ortaya konamadığı ve bu ortaya konamadığı için testesteron seviyesindeki yüksekliğin bir kişinin yarışmasının engellenmesi açısından tek başına gerekçe olamayacağını belirtmişti. Hatta Semenya, bu karar üzerine hormon tedavisi görmeyi bıraktığını belirtti. Semenya, CAS söz konusu yönetmeliği iptal etmeyince de İsviçre Federal Yüksek Mahkemesi’ne ( Switzerland Federal Supreme Court ) temyiz başvurusunda bulundu; fakat bu talep söz konusu tahkim kararı kamu düzenini bozmadığı gerekçesiyle reddedildi. Bunun üzerine Semenya 18 Şubat 2021 tarihinde İsviçre’nin İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nde düzenlenen insanlık dışı ve aşağılayıcı muamele yasağı (md. 3), özel hayata ve aile hayatına saygı hakkı (md. 8), ve bunlarla birlikte etkili başvuru hakkı (md. 13) ve ayrımcılık yasağı (md.14) maddelerini ihlal ettiği gerekçesi ile konuyu İHAM’a taşıdı. CAS ve İsviçre Federal Yüksek Mahkemesi kararlarının sporda ayrımcılığı, cinsiyet yanlılığını ve interseks bireylere karşı olan fobiyi gözler önüne serdiği sıkça belirtildi . Bu yüzden de herkesin, özellikle insan hakları savunucularının gözü şu an İHAM üzerinde. Testesteron seviyesine dikkat edilmesi, yüksek seviyenin bireylere haksız avantaj sağladığı iddiası ile açıklanmaya çalışsa da % 0-3 arasında olduğu belirtilen bu avantaj gerçekten diğer sporcuların sahip olduğu avantajlardan çok daha farklı bir avantaj mı olduğu sorusunu da doğuruyor . Doğduğu andan itibaren daha iyi beslenme koşullarına sahip bir sporcunun ya da daha uzun bacaklara sahip bir koşucunun bu avantajları sorgulanmazken, düşük oranda avantaj sağlayan bir özelliğin yarışmalara katılımı tamamen engellemesi bu davranışın ayrımcılık teşkil ettiğinin sanırım göstergesi. Fakat eğer testesteron seviyesi gerçekten bu kadar önemliyse, o zaman bu seviyeye göre ayrı bir kategori oluşturulması (ör. bkz. sıklet seviyeleri) düşünülebilir. Böyle bir kategori mümkün mü sorusunun cevabını ben veremem, zira bu benim bilgimi aşıyor. Fakat kişileri spordan dışlamak yerine kategorileri sorgulamak bana her hâlükârda daha doğru geliyor.

Kadın Kategorisi Üzerine

Eylül 10, 2021

·

Makale